İnsan İsraf Ediliyor

Tanrı bolluk içindekileri doyursun. (Halil Cibran) 

İnsanlığı medenileştirme yalanıyla talan eden modern dünyanın hâkim güçleri, dünyanın maddi manevi ne kadar değeri varsa hızla tüketmeye devam ediyor. Bu küresel müsriflerin en çok zarar verdiği, israf ettiği ise insandır. Ürettikleri silahlarla çeşit çeşit ölüm icat ederek insanları yok ettikleri yetmiyormuş gibi, öldürmedikleri insanların da maneviyatının, ahlakının ve insanlığının içini boşaltarak nefsi bir hayatın kölesi haline getiriyorlar. Öyle bir hale getirilmiş ki insanlar, doğruları yanlış, yanlışları doğru olarak görüyorlar artık. İslam'ın tebliğ edin düsturunu uygulamanın neredeyse imkânsız olduğu zamanları yaşıyoruz. Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulmaktan beter ediliyor, dokuz köyde işkenceye tabi tutuluyor. Hayat egoların dikenli telleriyle örülmüş durumda, kimseye yanlışı söylenemiyor. Benim tercihim, benim seçimim, benim vücudum, benim hayatım, hataysa benim hatam diyorlar. Tamam da toplum ahlakı, toplum düzeni, neslin korunması diye de bir şey var değil mi? Hayır özgürlük var diyorlar. Peki iyiliğin, doğruluğun, güzelliğin özgürlüğü ne olacak? Dahası hakikatin özgürlüğü ne olacak? 

 

Kur’an’da Allah: “Hiç akıl etmez misiniz?” diye soruyor. Aklı bozulmuş insan, bu sorunun cevabını bilmiyor. Kur’ ani ferasetini kaybetmiş bir toplum böyle hayati bir sorunun cevabını veremiyor ve zamanın çarkında öğütüldüğünü dahi anlayamıyor. İşin tuhafı çok zaman bu çarkı savunuyor, modernliğiyle övünüyor. Zamanın getirdiği sorunları bugünkü uygulamalarda değil de geçmişteki inançlarda, devlet yapılarında görüyor. Oysa ruhunu kaybetmiş olmanın azabıyla kendine yük olmaya başlayan bedenin arzularını karşılarken ezildiğini, sıkıştığını göremiyor.  

 

Bugün dünya nüfusuna göre çok az olan ateistlerin dışında hangi inanca mensup olursa olsun herkes Allah’a inanıyor. Ama aynı insanlar inançlarının kendilerinden istediği yükümlülükleri yerine getirmek istemiyorlar. Allah var, ama işime karışmasın düşüncesi bütün dünyaya pompalanmış durumda. Dünya amelde ateist insanlarla dolup taşıyor. Allah’ı dünya işlerine karıştırmak istemeyenler, dünyaya bir düzen de getiremiyor. Cinayetler, hırsızlıklar, tecavüzler hiç olmadığı kadar artmış halde bugün. Medyada çıkan haberlere bakın ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. 

 

İnsan iki türden yani kadın ve erkekten oluşur. İnsanlığın huzura ermesi bu iki kişiliğin sağlam olmasından geçer. Erkeğin erkekliğini elinden alırsanız, saldırgan bir hayvana dönüşmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ya bu şekilde dönüşür ya da silik ve kişiliksiz bir hal alır, bu da babalık makamına zarar verir. Bu iki sonuç da sakıncalı ve toplumu dinamitleyici bir etkendir. Kadının kadınlığını alırsanız da benzer sonuçlar doğar ve orada da annelik makamı zarar görür. Anneyi ve babayı kaybeden toplumlar aileyi kaybeder. Aileyi kaybeden toplumların kendisi olarak ayakta durması mümkün değildir. Artık o toplum başka bir medeniyetin uydusu ve kölesi olmuştur. 

 

Burada yazımızın başına tekrar dönersek, hâkim güçlerin oyuncağı olan toplumların ayağa kalkması ancak özüne dönmekle mümkündür diyebiliriz. Nasıl uçurtmanın uçması rüzgâra karşı durmasıyla mümkünse, bizim kendimize gelmemiz de hâkim güçlerin karşısına dikilmemizle mümkün olacaktır. Modayla, güncelle, trendle olan ilişkimizi kesip, insanlığın kadim değerleriyle ünsiyet kurmamız gerekiyor artık.  

 

İnsanlığın Tanrılık taslamaktan vazgeçmesi ve kulluğunun saadetine dönmesi, bu kurtuluşun başlangıcı olacaktır. Yoksa bir sivrisinekle aşağılanan Firavun gibi sigaya çekilecektir bir gün. Peki burada rol modellerimizi nereden bulacağız? Bu sorunun cevabı da kendi kaynaklarımıza dönmektir diyebiliriz. İslam'ın ana metinlerini yeniden okumalı, atalarımızın uygulamalarını tekrar incelemeli ve masallarımıza geri dönmeliyiz. Bugünkü dizi diliyle değil, Dede Korkut lisanıyla düşünmeli, konuşmalı, anlatmalıyız. Yoksa çocuklarımızı da zamanın hâkim güçleri israf edecek ve biz geleceğimizi de kaybedeceğiz. 

Bugünkü yaşadıklarımızın vebalini ödememiz dünyada bile büyük bir hezimeti getirirken, huzur-u mahşerde Rabbimize nasıl hesap verebiliriz’in cevabını düşünerek yarın hakkında bir yol haritası belirlemenin vakti geldi de geçiyor bile.  

 

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz, işimizi kendimiz düzeltmezsek başkaları o aksaklıklardan yararlanır. Çünkü artık dünya adaletin değil zulmün eline geçmiştir ve o zalimler dünyayı kıyamete taşımakta kararlı görünüyor. Allah kendi nurunu tamamlayacaktır, bundan kimse şüphe duymasın. Zulümle kimse abat olamaz bu da bir hakikattir. Peki bütün bunlar olup biterken biz nerede duracağız? Ve her şey olup bittikten sonra, bir Müslüman olarak inandığımız o mizan gününe nasıl bir hayat götüreceğiz? İşte bütün mesele bu. 

Sevgiyle kalın.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.