Gerçek hayali aştı

 Kimi zaman insan görünenin ardındaki görünmeyeni ararken, önündeki gerçeği aşmak adına hayal adlı “küheylana” biner de aşılmaz engelleri o vasıtayla aşar. Kimine göre ise hayal ile aşmak yeterli gelmez önündeki gerçeğin, gerçek kadar sert engelini. Dokunmak ister insan aradığı şeye…

Eliyle, gözüyle, bedeniyle, ruhuyla, kalbiyle, gönlüyle dokunmak ister. Zira kimi zaman en olmaz istekler bile ulaşılamama ihtimaline baş kaldırır. Bir şekilde dokunmak istersiniz ulaşmak istediğinize, söz olarak, ses olarak, şiir olarak; olmadı mı yazı olarak. Karşınızdaki size istediği kadar yalandan kabuslar yaratsın, “Kaybettin beni” desin… Perdenin arkasındaki sesteki bekleme nağmelerini duyduğunuzda çalmıştır söylediği masum yalanı yalanlayan makine. Size düşen:

“Gerçek hayali aştı, ufuklar uzak değil.

En olmaz isteklere uzanmak yasak değil.”(*)

Vuslat atını sizi beklemeye alan zamanın durgun sahrasında; aktif bir sabırla küheylanınızı döndürmektir. Yer yüzünde hareket alanı kalmadıysa vuslat cengaveri adlı süvarinize gökleri yaratan Mevla boşuna yaratmadı ya!

“Uçuyor rüzgar gibi altımdaki küheylân.

Ne kadar dizginlesem yavaşlayacak değil.”

Yüreğe düşünce sevgi damlası “Kafana bunu da koy!...” diyenin sesi sizi sadece güldürür. Oysa bunu diyen de çok iyi bilir konulan şeyin kafaya değil gönle konduğunu… Bu da onun geçici vazgeçirme çabalarından ibaret söz çırpınışlarıdır. O da bilir gönle koyulanın Saba Melike’sinin tahtı gibi kendi tahtı olduğunu o yüzden ona Prenses dendiğini, O da bilir. Her hadisenin tahammül yokuşunda duran gönül, yüzünü Kainat’ın imparatoruna döner ve ona şöyle seslenir:

“Artık yaratan sensin havamı iklimimi

Buzların soğuğu yok, alevler sıcak değil.”

Küçüklüğü utandıracak derecede küçüklerin tan etmeleri kulakta bir sinek vızıltısı kadar ehemmiyetsizken, telefonun öbür ucunda gururunuzu mihenge vuran cüceler sizin için düşman bile değildir. Onlara hiçbir tanımlamayı ve isimlendirmeyi yakıştıramazsınız (kızıyla erkeğiyle) çünkü onlar mikroptan daha küçük olduğu için, bu yok kadar küçüklere ancak yok ismini verir ve şunları mırıldanırsınız gönül ikliminizde:

“Gül yaprağına döndü tekmesi düşmanların

Sunulan zehir değil saplanan bıçak değil.”

Ve artık söz gemisi dümenini doğrudan sevgiliye çevirir (Sanki başka yöne dönmüş gibi) ve ona şöyle seslenir:

Sevgili!

Ömrüme senden önce çölden hiçbir farkı olmayan, hatta çöl ne ki çöle rahmet okutan çoraklığa öyle bir boşandın ki; sel sağanak nedir ki bir Nuh tufanı oldun. Bu sel ki sana koşan küheylanımın yerdeki gölgesi kadar büyük, bu sel ki küfrü marifet bilen düşmanların o küfürde saklı olan yaşam tarzlarını yüzlerine çarparcasına sert bir tokat gibi her dalgası. Bu selin önüne geçilmez!

“Öyle bir boşandın ki çöle benzer ömrüme

Bir Nuh tufanı oldu, sel değil, sağnak değil.”

(*) Kendisinden mülhem olarak yazdığımız bu şiirin adı yazımızın başlığıdır. Mehmet Çınarlı’ya ait olan bu şiiri Mehmet Kaplan’ın “Şiir Tahlilleri II” isimli kitabından aldım.(Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri II, s:448, 2005, Dergah Yayınları İstanbul)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.