Eşeğimi kaybederim neşemi kaybetmem!

Türkiye eski Türkiye değil! Her bakımdan Avrupa ile yarışıyoruz. Tarım toplumu olmaktan çoktan çıkıp şehirli, işçilikle geçinen, az gelirli sıradan insanların ülkesi haline geldik nihayet biz de! Ne kadar övünsek azdır!..

Babasından kalan tarlayı ekip, yetiştirdiği ürünleri satsa rahatlıkla geçimini sağlayabilecek insanlar da şehir hayatının cazibesine, rengine aldanarak apartman yığınlarının arasına göçüyor ve asgari ücretle iş arıyor! Köyde daha rahat bir hayat yaşayabilecekken niye geldin bu kalabalığa dendiğinde de hep aynı türküyü söylüyor, 'çocuklarımı okutmak için.' Çocuklarını niyeyse illa şehir okulunda okutma telaşı almış başını gitmiş. Okuyacak çocuk köyde de okur şehirde de. Bunun, babasının ha demesiyle bir alakası yok, ama o öyle sanıyor...

Eskiden eve en yakın okula gidilir, mahalle ile çocukken kaynaşma başlardı. Şimdi sabahları okul servislerinden geçilmiyor. Özel okullar meselesi ise başlı başına üzerinde durulması gereken bir konu. Devletten emekli olmuş abiler, ablalar özel okulda öğretmenlik yapmaya başlıyorlar ve falan öğretmen çok iyiymiş oluveriyorlar. Lüks okul binalarının, gösterişli sınıfların, cafcaflı özel kıyafetlerin vb başarıya bir katkısının olmadığını hatta çocuğun gelişiminde sosyolojik olarak sıkıntılar yaratabileceğini söylemenin bir faydası var mı bilmiyorum...

Aynı özel hastaneler gibi; Aylık 1500 TL'ye çalışan bir işçi kardeşimizin ordan burdan borç bularak eşinin özel bir hastanede doğum yapması için çırpındığına şahit oldum. Devlete ait doğumevlerinde beş kuruş vermeden hallolacak bir mesele, borç harç özel hastanelerde yaptırılıyor. Adındaki 'özel'e takılıp özel bir ilgi gösterildiğini sanıyorlar ama yanılıyorlar! Orta ve alt sınıfa hitap eden hiç bir şey özel olabilemez! İstanbul'daki adı lazım değil çok özel hastanelere gidin madem gidebiliyorsanız! Servetinizi verseniz, giremezsiniz! Hem girseniz ne olacak ki! Mustafa Koç o hastanelerden birinin sahibiydi, devlet hastanesinde verdi son nefesini!..

Kompleksli insanlar topluluğu haline gelmişiz. Sahte bile olsa markalı gömlekleri, gözlükleri, ayakkabıları gözümüze sokan arkadaş, yanlış yoldasın bilesin! Kalbin markalı olsun, güler yüzün, yardım severliğin en kralından olsun ki dua alasın, gerisi boş anlarsın bir gün!

Batı dünyasında ne varsa bende de olsun çılgınlığı en sonunda Batı'nın bile önüne geçmiş vaziyette. İngiltere'de cep telefonu yenisi çıktı diye değiştirilmez mesela. Tamamen iş görmez hale gelmesi beklenir, arabanın modeline değil, bakımlı ve güvenilir olmasına değer verilir.

Marka ve moda takıntısı, ikinci ve üçüncü dünya ülkelerini sömürmek için verimli bir yol olarak kullanılmakta. Mesela, Türkiye'de şuan 3 milyona yakın kişi iphone marka cep telefonu kullanmakta. Diğer markaları da katın işin içine bir o kadar da ve çarpın satın aldığınız parayla. Sömürü nasıl oluyormuş görün. Hem de gönüllü olarak, bakın ben de aldım diye hava atarak!..

...

Batılı bir insan için bir gün daha fazla yaşamak büyük kazanç sayılır. En uzun ömürlüler nerelerde yaşıyor, ne yiyor, ne içiyor diye sayısız araştırmalar yapılır. Muasır medeniyet denilen batı medeniyeti bizi esir almış, biz de batılı olmuşuz, ülkemizde de başlamış artık benzer çalışmalar. Üstelik bir hayli de mesafe alınmış. 7-8 sene evvel ilk araştırmalarda Aydın'ın Nazilli ilçesinde 100 yaşın üzerinde çok fazla kişinin olması dikkatleri çekmiş ve bölge araştırılmış. Doğal beslenme, temiz hava ve benzeri bi sürü sebep sayılmış. Araştırma ilerledikçe işin şekli değişmiş, başka illerde de benzer özelliklerin varlığı ortaya çıkmış. Ordu'nun Gölköy ilçesi mesela, Nazilli'nin önüne geçmiş. Giresun, Rize vesaire...

Temiz hava, orman içinde bol oksijen, zeytin, incir gibi Allah'ın Kuran'da ismini andığı güzel yiyecekler öne çıkmış...

Yaşı 100'ü çoktan geçmiş, hâlâ ayakta hani dipi gibi deriz ya öyle bir annemize sormuşlar ne yedin ne içtin de bu kadar yaşa hem de sapa sağlam geldin diye. Bi başlamış anlatmaya, hikayesini dinleyince ağlarsınız, çektiği sıkıntılar, başına gelenler... Neticede bir laf ediyor bütün meseleyi özetleyiveriyor. Eşeğimi kaybederim, neşemi kaybetmem!

İşte bütün mesele bu. Çok yaşamak istiyorsan, (Allah'ın izniyle) neşeni kaybetmeyeceksin.

Çok yaşayınca ne olacak peki! En sonunda 100'ü devirsen de ölmeyecek misin! Dünyada uzun kalmak marifet olsaydı Peygamber efendimiz kalırdı! Marifet uzun yaşamakta değil hasılı...

Vara yoğa neşeni kaybetmeyeceksin, tamam ama biraz da kaygılı olacaksın. Kaygısız bir insan lüzumsuzdur, boşa oksijen tüketir! Biz kaygısız olamayız, neşemizi kaçıran onca şey varken hele. Bir tanesini söylesem moraliniz bozulur. Suriyeli çocukları diri diri kesip organlarını zengin gâvurlara satanlara tasa etmeyeceksek, çok yaşayalım! Terör örgütlerinin ülkeye ve millete ettiklerine üzülmeyeceksek, Yahudilerin sebepsiz yere müslümanları öldürmesine, ABD'nin gözümüzün içine baka baka bizimle alay edercesine pkkya silah vermesine, kardinal fetönün din kisvesi altında altın nesil diye çürük bir nesil yetiştirmesine, insanımızın hâlâ tarihini bilmeden gâvur gibi yaşamak istemesine...

Peygamberimiz en büyük zenginliğin kanaat olduğunu söylememiş miydi bize. Mal için de ömür için de kanaatli olmak lazım. Dünya hayatımız az da olsa çok da olsa öz olmalı, dolu dolu olmalı. Kendimiz için olmasa da ümmet için kaygımız, tasamız olmalı...

...

Hadid Suresinin 20. ayetinin mealiyle bağlayalım yazımızı...

"Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azap; Allah'tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir."

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum