Engizisyon’un başı Papa geliyor…

Papa “Muhammed, din adına bir yenilik getirmemiştir. Kılıçla kan dökmekten başka” diyor. Nerede? Kendi memleketi olan Almanya’da. İslam’ın farklılıklarını, üstünlüklerini anlamaktan yoksun, onu yine barbar, yine terörist sayarak. Bir ay kadar önce Ortadoğu’da dökülen kanın kendi ülkesindeki insanların rahat ve refah içinde yaşaması için olduğunu anlatan İngiliz Dışişleri bakanına rağmen.

Ruhani bir lider olmaktan başka ünleri de bulunan Papa, aslında kan denizi üzerinde oturan diktatörlere benziyor. Yıllarca süren ve binlerde Müslüman ve Hıristiyan’ın canına mal olan Haçlı saldırılarını unutmayalım ki papalık organize etti ve uyguladı. Hep aynı mantık içinde İslam’a saldırdılar. Zannediyorduk ki modernleşme, çağdaşlaşma gibi bir takım kamuflaj kavramlar onları değiştiriyor, çağa yaklaştırıyor. Son hareket haçlı zihniyetini yerleştiren Papa Piyer Lermit ile Ratzinger’in pek farklı olmadığını gösterdi. Gerçekte de öyleydi. Bizde Tanzimat’tan beri süregelen batı hayranlığı ve şakşakçılığı bu karanlık yüzleri gizliyor, saklıyordu. Anlaşılan o kadar zavallı durumdayız ki artık saklanmaya gerek duymuyorlar.

Eğer geçmiş orada kaldı ise şimdi geleceğe bakalım. İslam’ı kılıçla kan dökme dini olarak tanıtmaya çalışan Papa’nın geçmişinde neler var?

1927’de orta sınıfa mensup Bavyeralı bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Babası polisti. 14 yaşında, o dönemde, Naziler’in gençlik kollarına katıldı; onu methedenler için yalan da meşru bir araç olarak kullanıldığından gönüllü bir katılımcı olmadığı anlatılır. Savaş patlak verince ilahiyat eğitimine ara vermek zorunda kaldı ve kendini Münih’teki bir uçaksavar birliğinde buldu. İddiaya göre savaşın sonlarına doğru ordudan kaçtı. 1945’te bir süre müttefikler tarafından savaş suçlusu olarak esir tutuldu. Yargılanıp yargılanmadığı pek belli değil. Ama o bir Nazi. “Gönüllü idi, değildi” iddiaları beni bağlamaz.

İkinci önemli olay papalıktaki göreviyle ilgilidir. 1977’de Papa tarafından Münih Kardinali olarak atandı. 1981’de Jean Paul tarafından Roma’ya getirildi ve o tarihten itibaren sıkı arkadaş oldular. Papa’nın sıkı dostu olan ve diyalogcu papa olarak bilinen Jean Paul’le ayrıldığı çok önemli nokta diyalog düşmanı olan Ratzinger’in bu samimiyetten elde ettiği ne idi? Papa onu İnanç Doktrinleri Kongregasyonu Başkanı sıfatıyla Vatikan’da görevlendirirken yüzyıllardır var olan ve süregelen Engizisyon mahkemesinin başına getirmiş oluyordu. Katolik Kilisesi’nin eski Engizisyon Kurumu’nun devamı niteliğindeki Dinsel Öğretiler Kurulu (the Congregation for the Doctrine of the Faith), Ratzinger’in 1981’den bu yana devam eden 24 yıllık başkanlığı süresince, birçok Katolik ilahiyatçıyı ve din adamını farklı görüşlerinden dolayı sorguladı. Kızağa çekti ve görevden almaya varan cezalar yağdıran bir kuruma dönüştü. Ses getiren faaliyetlerinden biri de, özellikle Latin Amerika’daki papazlar arasında belli bir zemin kazanan, kiliseyi, sosyal aktivizm ve insan hakları meselesinde daha aktif bir hale getirmenin aracı olarak kullanılan özgürleştirme teolojisine karşı çıkmak oldu. Bazı papazlar sosyal faaliyetler aracılığıyla fakirlikle mücadele etmeye kalkıştığında, Kardinal Ratzinger, bunları Marksizm özentisi işler olarak değerlendirdi. Batının hür düşüncesinin kurtulmaya çabaladığı Engizisyon papalıkta adını değiştirerek hep yaşadı.

Gelelim Türkiye ve Türkler’le ilgili olan görüşlerine. Henüz kardinalken 2004 Ağustos’unda yaptığı bir konuşmada, tarihî bir perspektif sunarak, net ifadelerle Türkiye’nin AB içinde yeri olmadığını söylemiş, üstelik “Türkiye geleceğini İslami organizasyonlarda aramalı” diyerek bir de adres göstermişti. Bu kadar kızmama rağmen doğru olan ve duygularıma tercüman olan bu sözlerini de anlayışla karşılamışımdır. Türkiye’nin, İslami geçmişiyle her zaman Avrupa’nın ötekisi olduğunu hatırlatan Ratzinger, Türkiye’yi Avrupa’ya bağlamanın bir hata olacağını söylemişti. Söz konusu konuşmasında Türkiye’nin Viyana önlerine kadar geldiğini de hatırlatan Ratzinger, Türkiye’nin kültür ve din olarak farklı bir kıtaya ait olduğundan hareketle, iki kıtayı birbirine benzer hale getirmeye çalışmak, ekonomik kazançlar uğruna kültür ve zenginlik kaybı olacaktır görüşünü savunmuştu.

Bütün bunlara rağmen Papa 16. Benedikt, Kasım ayında Türkiye'ye önemli bir ziyarette bulunacak. Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 15 Eylül 2005'te Papa'ya bir mektup göndererek Türkiye'ye davet etti. Alman Papa da Sezer'e gönderdiği yanıtta, "2006'da geleceğim" dedi. 28 Kasım-1 Aralık arasında Türkiye'yi ziyaret edecek olan Papa Benedikt, ilk olarak Ankara'daki Vatikan Büyükelçiliği'nde kalacak. Selçuk'taki Meryem Ana Kilisesi'nde ayin yönetecek. Ayasofya Müzesi'ni ise sadece "kültürel bir ziyaret" adıyla giderayak gezecek. Umarım Ayasofya’yı kutsamaya kalkarak bir krize sebep olmayacak. Hükümetin diyemiyorum, ama istihbaratın son derece dikkatli olması gereken bir olaydır bu.

Bütün batılılar gibi gelmeden önce içindekileri dışa vuracak, hakaret edecek, aşağılayacak. Sonra da siyaset adına aman nazik olalım Avrupalı bizi sevsin sözleri arasında bizleri aşağılayarak bakacak ve yeryüzünü kirleten bu insanların ne zaman yok edileceğini düşünüp, hissettirerek eller üstünde gezdirilecek. Hele Ayasofya’yı gezmesi yok mu, kabullenmek imkânsızken hiçbir şey olmamış gibi gidecek. Şerefli Türk basını ve AB yağdanlığı siyasetçilerden övgü alarak uğurlanacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.