Şakir Tuncay Uyaroğlu

Şakir Tuncay Uyaroğlu

Çift Yumurta İkizleri-2…

 

Saygı değer okuyucularım, bugünkü yazımızda; yazılışı ve söylenişi birbirine çok benzeyen, ancak anlamları farklı olan kelimeler konusuna devam edeceğiz.

bağrıkara: bir tür kuş, / bağrı kara: bağrı yanık, talihsiz

basın: basılan ürünler, matbuat, / basım: basma işi, matbaacılık

başaltı: gemilerde tayfa ve erlerin ön güverte altındaki koğuşları / baş altı: yağlı güreşte pehlivanların ayrıldığı beş derecenin ikincisi

batı, garp: bir yön / Batı, Garp: güneşin battığı yöndeki ülkeler, Kuzey Amerika ve Avrupa ülkeleri Türk modasında çoğu zaman Batı rüzgârı esiyor.

batın, -tnı: karın, kuşak / bâtın: iç, gizli, görünmeyen

Bâtın olan hiçbir işimiz yoktur, oldukça şeffaf bir müesseseyiz.

bekar: diyezli veya bemollü bir sesin eski durumunu gösteren nota / bekâr: evlenmemiş

Meğerki bekârlık sultanlık değilmiş.

Sevgili bekârlar, evlenmediğiniz sürece nüfus cüzdanınızda medenî hâliniz “bekar” (nota işareti) olarak yazılı kalacak, haberiniz olsun. (!) Şayet birileri medenî hâlinizi sorarsa, sakın “bekarım” demeyin olur mu? Ya da evlenin ve nota işareti olmaktan bir an önce kurtulun.

Kelimenin “bî-kâr”ı (kazancı olmayan) da çağrıştırdığı düşünülürse, “Bekârlık sultanlıktır.” sözü muteber bir söz değildir.

beberuhi: sevimsiz, budala, bücür erkek / Beberuhi: Karagöz oyunundaki kambur cüce

berat: belge, patent, buluş, buluş belgesi, padişah fermanı / beraat, -ti: aklanma

Konya Ticaret Odası’ndan berat aldık.

beri: daha yakın olan, -den bu yana, bu uzaklıkta bulunan / berî: kurtulmuş, azade, kirli işlere bulaşmamış, temiz

bet: çehre, yüz, sima, bereket, bolluk / bed: kötü, çirkin, fena, tuhaf

Senin yüzünden iş yerimizin beti bereketi kalmadı.

bir takım: parçaları birbirine uygun olanlardan biri, bir grup / birtakım: bazı, bir kısım, bir miktar

birebir: etkili, etkisi kesin olan, uygun, istendiği gibi / bire bir: aynı, tıpkı, ölçüsü eşit olan, yüz yüze, teke tek

Bu tatlıyı yaparken, bire bir su ve şeker kullandık.

bukle: kıvrımlı saç / kuble: küçük bir bölüm

O güzel şarkınızdan bir kuble lütfeder misiniz?

bol: geniş / bol,-lü: likör, şarap, meyve ve maden suyu karışımı alkollü içecek

cağ: Erzurum cağ kebabının çelik şişi, örgü şişi, çubuk / çağ: dönem

Daha düne kadar, Erzurum’un meşhur cağ kebabını biz de bilmiyorduk.

cam göz: gözü takma olan / camgöz: bir tür köpek balığı

cır cır: durup dinlenmeden tiz ses çıkarmak, geveze, ishal, zırıltı / cırcır: kozaların pamuğunu çekirdeğinden ayıran çıkrık, ağustos böceği, fermuar

Çizmemin cırcırı en sonunda bozuldu.

car car: çok ve yüksek sesle, gürültülü bir şekilde konuşmak / carcar: geveze, yaygaracı

cinsi sapık: sapık türü / cinsî sapık: sapık

Gün geçmiyor ki, televizyonda cinsî sapık hilkat garibeleriyle ilgili bir görüntü yayımlanmasın.

çıfıt: hileci, düzenbaz / Çıfıt: Yahudi

dahi: bile, da, de / dâhi: deha sahibi, bilge kişi, filozof

Küçük dahîlerimizi bir görmelisiniz.

Evlilik yıl dönümümüz için düzenlediğimiz programa siz dahi gelmelisiniz.

dahil, -hli: bir işe karışma, müdahale, girme, etki / dâhil: iç kısım, içeri, katılan, içinde, içeride

dana: ineğin bir yaşına kadar olan yavrusu / dânâ: deha sahibi, bilge kişi, filozof

Ömer Seyfettin’in hikâye kahramanlarından biri de Dânâ Efendi’dir.

“Dânâ” kelimesi, Farsçada “bilgili, ilim irfan sahibi kişi” demektir. Her ne kadar çok güzel bir anlamı olsa da, Ömer Seyfeddin’in hikâyelerinde ve evliyaullahtan Behlül Dânâ Hazretlerinin adında geçse de; ne olur erkek çocuğunuza “Dânâ” adını koymayın.

Siz ne kadar duyarlılık gösterseniz de, sonuç pek değişmeyecek ve çocuğunuzun adı küçükken “Dana”, büyüdüğünde ise “Dana” Bey olacaktır. Eğer, bu riski göze alıyorsanız; mesele yok, takdir sizin.

dar: ensiz (“dar” ın “a” sı kısa okunur.) / dar: ev, ağaç, yapı, yurt, ülke, direk (“dar” ın “a” sı uzun okunur.)

Darüşşafaka Lisesi’nin mezuniyet töreni muhteşem oldu.

“DAR” KELİMESİYLE BAŞLAYAN BAZI KURUM ADLARI

Darüddünya: Dünya evi, Darülitam: Aşevi, Darülaceze: Huzurevi, Darülkütüb: Kütüphane, Darülaman: Sığınılan ülke, Darülmecanin: Akıl Hastanesi, Darülbedayi: Güzel Sanatlar Okulu, Darülmesai: Enstitü, Darülbeka: Ahiret, Darülmesnevi: Mesnevihane, Darülcihan: Konservatuvar, Darülmuallimat: Kız Öğretmen Okulu, Darülelhan: Konservatuvar, Darülmuallimin: Erkek Öğretmen Okulu, Darüleytam: Yetim Okulu, Darülmülk: İstanbul, Darülfena: Dünya, Darüssaade: Saray, Darülfünun emini: Rektör, Darüssaltana: Saltanat yeri, İstanbul, Darülfünun: Üniversite, Darüsselam: Huzur yeri, İstanbul, Darülhadis: Hadis Okulu, Darüssıbyan: İlkokul, Darülharp: Harp ülkesi, Darüssıhha: Hastane, Darülhilafe: Hilafet merkezi, Darüşşafaka: Şefkat evi, Darülhuffaz: Hafız Okulu, Darüşşifa: Hastane, Darülimkân: Dünya, kâinat, Darüttahsil: Okul, Darülimtihan: Dünya, Darüttalim: İlkokul, Darülirfan: Okul, Darüttedris: Okul, Darülislam: İslam Ülkesi, Darüttıbaa: Matbaa, Darülistihzarat: Laboratuar…

delalet: önderlik, rehberlik, göstermek, anlatmak, işaret / dalalet: sapıklık, doğru yoldan ayrılma

Hemşehrilerinden birinin delaletiyle, senet sahiplerinin hepsini ayrı ayrı öğrendi.

Bu şehri gezerken bize delalet eder misin?

“Bu şehri gezerken, sapığım olur musun?” der gibi vesselam. Önce “dalalet” kelimesi nerelerde geçiyor bir hatırlayalım:

1. Fatiha Suresi’nin son ayetinde geçen “veleddâllîn” kelimesini düşünün lütfen… Rabb’imize yakarırken ne diyorduk: “Ya Rabbî, bizi yoldan çıkanlardan ve azıp sapıtanlardan eyleme. Amin…”

2. Hitabet sanatının en güzel örnekleri arasında yer alan “Gençliğe Hitabe”sinde; Atatürk, dönemin idarecilerinden bahsederken, “... gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.” diyordu.

“dalalet”, yoldan çıkma, azıp sapıtma, “delalet” ise; yol gösterme, rehberlik, eşlik etme, arkadaşlık etme demektir.

depremzade: artçı şok / depremzede: deprem mağduru

Depremzedelere anında ulaşıldı.

Aslında, “depremzade” diye bir kelime yoktur. “zade” kelimesi, bizde daha çok soy ve sülale adları ile akrabalık bildiren kelimelerde kullanılır: amcazade, dayızade, halazade, teyzezade, asilzade, bendezade, helalzade, haramzade, hemşirezade, kibarzade, kişizade, şehzade, paşazade, beyzade vb.

Bu kelime, “oğul, evlat” anlamını taşıdığına göre, “depremzade”, olsa olsa “artçı şoklar, depremin çocukları” olabilir diye düşündük.

diyanet: din işleri / dinayet: aşağılık işleri, mafya

Bu sene Diyanet İşleri Başkanlığı’nın düzenlediği programla hacca gidiyoruz.

Aslında, “dinayet” diye bir kelime yoktur. “alçaklık, bayağılık, aşağılık” anlamlarında kullanılan “denî” kökünden geldiği varsayılarak, kelimenin “mafya” anlamını taşıdığı düşünülebilir.

İçinde “din” ve “ayet” kavramları geçmesine rağmen, bu kelimenin “din” ve “ayet”le asla ilgisi bulunmamaktadır.

doğu, şark: bir yön / Doğu, Şark: güneşin doğduğu yöndeki ülkeler, Asya ve Kuzey Afrika ülkeleri

emir: buyruk, talimat, ferman / emîr: belediye başkanı, devlet başkanı

etken: etki eden şey / etkin: etkili, faal, dinamik

Bu sanatçıların çoğunun başarısında dış ülkelerde edindikleri sahne görgü ve kültürü etken olmuştur.

eyer: binek hayvanlarının sırtındaki oturmalık / eğer: şayet

eylenmek: oyalanmak, vaktini heba etmek, geç kalmak / eğlenmek: neşeli, hoşça vakit geçirmek, gezip dolaşmak

Buralarda eylendik kaldık.

fani: insan gözünün algıladığı ışık şiddeti / fâni: ölümlü, gelip geçici

Fâni dünyada yaşayıp gidiyoruz işte.

fır fır: fırıl fırıl / fırfır: büzgülü süs, farba, farbala

Masa örtümüzün fırfırları çok gösterişliydi.

fıs fıs: yavaş sesle konuşmak / fısfıs: koku veya ilaç püskürtme aracı

Fıs fıs konuşarak bütün dikkatleri üzerlerine çektiler.

gaga burun: burnu uzun ve aşağı doğru kıvrık olan kimse / gagaburun: baş bodoslaması gagayı andırır şekilde olan yelkenli

gayrı: artık, bundan böyle, bundan sonra / gayri: başka, diğer

Gayri (Gayrı) dayanamam ben bu hasrete; ya beni de götür, ya sen de gitme.

Muhteşem bir Neşet Ertaş klasiği... Mekânın cennet olsun sevgili Usta. Elbette, sen ilk kelimeyi “gayrı” şeklinde söylüyorsun. Haddimizi aşarak, -konuyla ilgili örnek verelim diye- biz yanlış yazdık.

“GAYRİ” KELİMESİYLE KURULAN BAZI TAMLAMALAR

gayriahlaki, gayrikabilitelafi, gayrimesul, gayrimütecanis, gayriakli, gayrikâfi, gayrimeşru, gayrinizami, gayriciddi, gayrikanuni, gayrimezru, gayriresmî, gayriihtiyari, gayrikıyasi, gayrimuayyen, gayrisafi, gayriilmî, gayrilayık, gayrimuhtemel, gayrisıhhi, gayriinsani,  gayrimahdut, gayrimuntazam, gayrişahsi, gayriiradi, gayrimahsus, gayrimutabık, gayrişuuri, gayrikabil, gayrimakul, gayrimümbit, gayritabii, gayrikabiliitiraz, gayrimalum, gayrimümkün, gayritürk,  gayrikabilikıyas, gayrimemnun, gayrimünasip, gayrivaki, gayrikabilişifa, gayrimenkul, gayrimüsavi, gayrivarit, gayrikabilitahmin, gayrimeskûn, gayrimüslim, gayrivazıh

grup, -bu: topluluk / gurup, -bu: gün batımı

Gurup etti güneş, dünyam karardı.

Bir grup öğrenci sınava girmemiş.

had, -ddi: sınır, kenar, uç, son, derece / hat, -ttı: çizgi, sınır çizgisi, kanal, biçim, sınır, yazı, yollar

hafriyat: kazı, kazma işi / harfiyat: harf bilimi

Yaptığımız hafriyat neticesinde, bu testiyi bulduk.

Aslında, “harfiyat “ diye bir kelime yoktur. Ancak, “harf” kökü ile “iyat” birleştiği zaman, kelimenin “harf bilimi” şeklinde bir anlam kazandığı ve bunun da divan edebiyatında kullanılan ebced hesabıyla ilgili olduğu düşünülebilir.

“hafriyat” ise, yıkım işi ve kazı demektir. Ancak hafriyatçılıkla uğraşanların önemli bir kısmının, bu kelimeyi “harfiyat” şeklinde kullanmaları dikkat çekicidir.

Daha düne gelene kadar hafriyatçıların neredeyse tamamının; levhalarında, kartvizitlerinde, iş yerlerinde, faturalarında hep “harfiyat” kelimesi geçerdi.

Bilgisayarla haşır neşir olunmaya başlayınca kelime nihayet doğru olarak kullanılır oldu. Ama yine de hafızalardaki “harfiyat” hâlâ silinemedi.

İşin daha da vahim yanı, tahsil terbiye görmüş insanların bile, bu kelimenin doğrusunun “harfiyat” olduğunu zannetmeleridir.

MERAKLISI İÇİN EBCED HESABI: Divan Edebiyatında bir tarih düşürme tekniğidir. Bu uygulamaya özellikle şiirlerde çok yer verilir. Şair, şiirde işlenen konuyu ya da şiirin temasını, şiirin son dörtlüğünde kullandığı bir kelimeyle mükemmel bir şekilde sunar. Bu kelimede, bir zamandan söz edilmektedir.

Söz gelimi, şiir İstanbul’un fethiyle ilgili ise; öyle bir kelimeye yer verilir ki, bu kelimeyi oluşturan harflerin ebced hesabına göre sayı değerleri toplanınca, ortaya –miladî, hicrî veya rumî- olarak- İstanbul’un fetih yılı çıkar.

Bu hesaplama tekniğinde sıralanan ilk dört harfin adları bir araya getirilerek hiçbir anlamı olmayan “ebced” kelimesi oluşturulmuştur.

Diğer dörtlü ve üçlü harfleri karşılayan ve anlamı olmayan kelimeler de: “hevvez”, “hutti”, “kelemen”, “sa’fes”, “karaşet”, “sehaz” ve “dazağ”dır.

Dilimizdeki 66’ya bağlamak deyimi, ebced hesabıyla bağlantılıdır, “İşi Allah’a havale etmek” anlamındadır.

Aynı veya yakın anlamlara gelen bazı değişik kelimelerin ebced karşılıklarının aynı olması manidardır:

ilim - amel: 140, ayak – kadeh: 112, tövbe – pişman: 413, Allah – hilal - divane – gönül: 66, kâkül – sevda: 71, naz – mahbub: 58, derd – hicr: 208, âlem – fâni: 141, Muhammed – aman: 92

EBCED HESABINA GÖRE HARFLERİN SAYI DEĞERLERİ

ا

ب - ڀ

ج - چ

د

5

و

ز

1

2

3

4

 

6

7

ح

ط

ى

ك

ل

م

ن

8

9

10

20

30

40

50

س

ع

ف

ص

ق

ر

ش

60

70

80

90

100

200

300

ت

ث

خ

ذ-ژ

ض

ظ

غ

400

500

600

700

800

900

1000

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.