Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Bir Vakıf Cenneti: ‘Ülkemiz’

İnsan fıtratında mevcut olan yardımlaşma duygusu, şüphesiz ki insanlık tarihi kadar eskidir. Bu duygu, dinî emir ve hükümlerle birleşince daha bir kuvvet kazanır. İslam tarihinde “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olan, malın en hayırlısı, Allah yolunda harcanan (başka bir ifade ile vakfedilen), vakfın en hayırlısı da insanların en çok duydukları ihtiyacı karşılayandır” prensibinin manasını çok iyi bilen Müslümanlar, bu yolda birbirleri ile âdeta yarış edercesine vakıf eserler kurmuşlardır.

Bir mülkün menfaatini insanlara tahsis edip, “ayn”ını Allah’ın mülkü hükmünde, temlik ve temellük etmeye  vakıf, denilir. Bu tanımın anlamı, bir malı, mülkiyetin devri sonucunu doğuran tasarruftan alıkoyup, gelirini devamlı surette ihtiyaç sahiplerine bağışlamaktır. Bu sebeple vakıf, Allah’ın mülkü olarak devri, satışı yasak olup, alış-veriş, hibe ve miras gibi tasarruflara konu olamaz. Böylece mal, vakfedenin mülkü olmaktan çıkar, Allah’a ait bir mülk olarak geliri, kullanılması toplumun emrine ve hizmetine verilir. Vakfı yapan kimse, vakfın kullanma ve işletme şartlarını yazılı veya sözlü olarak açıklar. Vakıf da o şartlara uygun olarak yönetilir, insanların faydasına sunulur.

Hiçbir maddî karşılık beklemeden, sırf Allah rızası ve sevap kazanmak için başkalarına yardım niyetiyle meydana gelen vakıflar, yüzyıllar boyu İslam ülkelerinde önemli bir görevi yerine getirmiş, sosyal ve ekonomik hayat üzerinde olumlu etkiler bırakmış hukukî ve dinî kurumlardır.

Kur’an-ı Kerim’de “vakıf” kelimesi geçmemekle beraber bu manaya gelebilecek ve buna eş anlamlı pek çok kelime vardır. İyilik yapmak, sadaka vermek ve ihsanda bulunmak gibi başkalarına yardımı teşvik eden pek çok âyetin bulunduğunu biliyoruz. İşte bu anlayıştan doğan vakıf müesseselerinin temel referans sistemi Kur’an, sünnet ve icmaya dayanmaktadır.

Kur’an’da, bir sosyal yardımlaşma türü olan sadaka ve infakla ilgili pek çok âyet vardır. Mü’minler, sürekli Allah yolunda toplumun ihtiyaç sahipleriyle bir nevi mallarını paylaşma biçimi olan infak etmeye, mallarından bir kısmını karşılık beklemeksizin ihtiyaç sahiplerine vermeye teşvik ediliyorlar. Sosyal yardımlaşmaya teşvik eden âyetlerden bazıları şöyledir:

“Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.”1

“Mallarını Allah yolunda sar fedenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir...”2

“Sevdiğiniz şeylerden sarf etmedikçe, iyiliğe erişemezsiniz. Her ne sarfederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” 3

“İyilik etmek  ve fenâlıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın.”4

Vakıf müesseselerinin kuruluşunda ilham kaynağı olan birçok hadis de bulunmaktadır. Özellikle Sahih-i Buhâri’deki “Vasâya” bâbı vakıf konusuna tahsis edilmiştir. Bu konu ile alakalı olarak şu hadis oldukça dikkat çekicidir: “ İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amelleri kesilir. Ancak, devamlı bir sadaka meydana getirenler (sadaka-i câriye), faydalı bir ilim bırakanlar ve kendisine hayır duâ edecek sâlih bir çocuk bırakanlarınki kesilmez.” (Müslim, Vasiyye 14.)  Hadis âlimleri bu rivayette geçen  “sadaka-i câriye” tabirini, vakıf ile tefsir etmişler ve sadaka devam ettiği müddetçe sadaka sahibinin amel defteri kapanmayacağını sürekli olarak sevabının devam edeceğini söylemişlerdir.

İlâhi vahiy süreci içerisinde tarihte ilk vakıf , Hz. İbrahim’e (a.s.) ait olup Halilü’r-Rahmân Evkafı adı verilen vakıflar ve bunların içinde en önemlisi Kâbe-i Muazzama’nın vakfıdır. İslam tarihinde ilk vakıf ise, Hz. Peygamberin Medine şehrinde sahip bulunduğu yedi bahçe halindeki mülkünü vasiyet yoluyla müminlerin fakirlerine vakfetmesiyle başlamıştır. Aynı şekilde “Fedek” arazisini de yolcuların yararına vakfettiğini biliyoruz.

Hz. Peygamberin ashabı da O’nun yolunda yürüyerek, mallarını, tarla ve arazilerini, hatta bu arazilerinin gelirlerini ihtiyaç sahipleri için vakfetmekle kalmamışlar çeşitli vakıflar kurmak suretiyle insanlığa hizmet etmişlerdir. Örneğin, Hz. Ömer’in Hayber arazisinden hissesine düşen değeri oldukça kıymetli olan ve Semğ adı verilen hurma bahçesi hakkında Hz. Peygambere: “Ya Rasûlallâh! Nazarımda çok kıymetli olan bir hurma bahçesine sahip oldum. Bu hususta ne buyurursanız öyle yapacağım” demesi üzerine Hz. Peygamber: “Bu hurmalığın aslını vakfet. Artık o satılmaz, hibe edilmez ve vâris olunmaz, yalnız onun mahsûlü infak edilir, yedirilir” buyurmuştu. Bunun üzerine Hz. Ömer, adı geçen mülkünü vakfeder. Allah yolunda gaza eden mücâhitler, esâretten kurtulmak isteyen köleler, misâfirler vs. gibi layık olanlar hep bundan istifade ederler. Bu rivayet,  hem vakfın ve hem de vakfiyenin delil oluşuna bir örneklik teşkil eder. Kısaca, somut olarak vakıf müessesesinin temelleri de bizzat Hz. Peygamberin hayatında atılmıştır.

Nitekim Câbir (r. a)’in, “ben muhâcir ve ensardan mal ve kudret sahibi bir kimse bilmem ki vakıf ve tasaddukta bulunmuş olmasın”  sözünden anladığımız kadarıyla sahabeden pekçok insan  vakıf müessesesinin kurulmasında ön ayak olmuşlar, bu hizmet yarışı asırlar boyu bütün bir İslam coğrafyalarında diri ve canlı tutulmuş, bugüne kadar gelebilmiştir.

Hz. Peygamber ve dört halife devrinden sonra Emevîler, Abbasiler, Selçuklular vesâir İslam hükümdarları, emirleri ve bilhassa Osmanlılar tarafından pek mühim şeyler  vakfedilmiş, büyük çapta vakıf müesseseleri meydana getirilmiştir.  Bunlar arasında, gıda, sağlık, barınma, eğitim, ibadet, ulaşım, ticaret işleri için kurulan vakıflara ek olarak, hayvanların bakımı ve tedavisi için de vakıflar kurulmuştur. Bu durumu inceleyen batılı sosyal siyasetçiler, 16. yüzyıl Türkiye’sini  ‘vakıf cenneti’  olarak nitelemişlerdir. (Bkz. Yazgan, Gelir Dağılımı Açısından Sosyal Güvenlik, İst., 1997, 15).Çok kısa aralıklarla savaşma durumunda kalan Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük bir devletin çökmeden  yüzyıllarca ayakta durmasını sağlayan en büyük kurum, vakıf teşkilatları olmuştur.

Netice olarak vakıflar, çok amaçlı kurulan hayır müesseseleridir. Bu durum İslami manada, İslam’ın, insanların sosyal güvenliğinin sağlanmasına büyük önem verdiğini gösterir. İnsanların sosyal güvenliğinin sağlanmasına yönelik başlıca vakıf türleri şunlardır: Fakirlere para veya erzak dağıtmak ve günlük yemek vermek gayeleriyle kurulmuş vakıflar. Kimsesiz çocuklara, fakir dul kadınlara elbise temin etmek, fakir kızların düğün masraflarını karşılamak, kimsesiz yolculara yardım etmek, esirleri hürriyetine kavuşturmak için kurulmuş vakıflar. Buharî okutulması amacıyla, yoldaki pisliklerin üzerini kapatmak ve pazar esnafını bir anlamda kontrol etmek için pazar yerine terazi ihdası gibi vakıflar. İnsanlara yol emniyetini sağlamak ve ihtiyaçlarını gidermek için yapılan binlerce kervansaraylar, hasta insanların tedavisi için kurulan hastaneler en önemli vakıflardandır. O halde vakıf eserlerini amaçları doğrultusunda kullanmalıyız.

------------------------

 

1-el-Bakara 2/148.

 2-el-Bakara 2/261.

 3-Âl-i İmrân 3/92.

 4-el-Mâide 5/2.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.