Bir Eski Mahalle: Araplar -1-

Araplar Ağıtı 
 
Dünyaya geldiğim mahallesin sen 
Hasretin içimde durur Araplar 
Bir rüzgarsın şimdi mazimde esen 
Kalbim o günleri vurur Araplar 
 
Ebusuud sokak numara iki 
Evler arasında, işte bizimki 
Babam bakkal bekler... dün gibi sanki 
Gönlümde yaşayan sürur Araplar 
 
Sılayı rahim der varırım bazen 
Tanıdık bulamam dolaşan, gezen 
En çok apartmanlar, içimi ezen 
Gözyaşım yüzümde kurur Araplar 
 
Eski bir dost gibi köşede gel der 
Kırılan kalbimi teselli eder 
Kapısında her şey silinir gider 
Bağrında Ak Cami, gurur Araplar 
 
Çocukluğum sende, gençliğim sende 
Âşık olduğum kız, seçtiğim sende 
Bir yudum su gibi içtiğim sende 
Hayal gibi günler mürur Araplar 
 
Ne şöhret ne nam ne ün geleceğim 
Tepeden tırnağa dün geleceğim 
Canımı verdiğim gün geleceğim 
Bir avuç toprağın korur Araplar 

 

70’li 80’li yıllar. Çocukluğum, gençliğim ve Araplar. Bambaşka bir dünya, anlatılmamış bir masal. Yamalı asfaltıyla Büyük Sinan Caddesi ve çıkmaz sokaklar. Kapı önü süpüren kadınlar, kendi uydurdukları oyuncaklarla oyun oynayan çocuklar. Köşe taşlarında oturan yaşlı adamlar, kadınlar ve bugün tarifi imkânsız olan bir tevekkülle gülen yüzler, etrafa yayılan huzur. Yokluklar, yoksulluklar, ayran aşıyla geçiştirilen öğünler, yamalı pantolonlar, rengi solmuş hırkalar, kazaklar... Ve yine de birbirine sırt veren evleri gibi sırt sırta komşuluklar, dostluklar... Akraba gibi komşular, aile gibi akrabalar ve içinde ninesi, dedesi olan, amcası, halası, dayısı, teyzesi hatta eniştesi, yengesi olan evler.  Ah o evler, o evler... Avlusunda çiçeği, kümesi, kuşu, tavuğu, horozu olan evler. Ağaçları avlu duvarından sarkan, kayısılar, erikler, armutlar, iğdeler, dutlar... Dedesinin yaptığı evde, babasıyla yaşayan ve evladiyelik eşyalarıyla, torunlarına miras bırakılan o muhteşem sade hayatlar... 

 

Dededen babaya, babadan oğula, oğuldan da toruna kalan köstekli saatler, sigara tabakaları, kol düğmeleri, tespihler... Kullanılıp atılmayan nice eşyalar, aletler edevatlar... Ve bunların çoğunu mahalleye getiren sokak satıcıları. Aynasından tarağına, bardağından tabağına, kaşığına, naylon maşrapasından, süpürgesine, küreğine kadar her şeyi bulunduran seyyar tablacılar. At arabasıyla ak toprak satan ihtiyar, eşeğiyle oklava, tahta kaşık satan amca, kenger sakız, çörek otu satan kara sakallı adam, çarşafçı kadınlar, yaymacı abiler... Arada bir uğrayan kalaycı, hallaç...  Simitçiler, dondurmacılar, horozlu şeker, dondurma satan gençler, köşe başından “seleleeer, sepetleeer diye bağırarak gelen çingene kadınlar, naylon ayakkabı, terlik satan çingene beyler... Eskiciler, sütçüler, çimenciler... Ve mahalle bakkalları, mahallenin bekçisi, bankası, ilk yardımcısı, ambulansı ve daha akla gelmeyecek işlerine koşan o mahalle bakkalları... Hakeza Berberler, sünnetçilik yapan, sarılık kesen, diş çeken berberler... 

 

Adına Arçelik dediğimiz pırpır dolmuşlar, at arabaları, faytonlar, caddeden arada bir geçen kağnılar, şavrole dediğimiz otomobiller, murat taksiler, Anadollar, Bmc, şitayir, gomer kamyonlar... Masaris, ferguson traktörler... java motorlar, mobiletler, velespitler (bisikletler)... 

Araplar... Ah Araplar, beton yığınlarının altında kalan mahallem, çocukluğum, gençliğim, ilk aşkım... Arkadaşlarım, şivlilik dağıtan kadınlar, cebinden bir avuç kara üzüm, şak çerez çıkarıp “hadi bir sübakeyi okuyuvur” diyen dedeler... Sık sık giden elektriklerin karanlığını gideren mum ışıklarında masal anlatan nineler... Ak Cami’nin köşede, trafonun yanında, tarihi çeşmenin etrafında toplanan gençler... Ramazan günleri, sahurlar, iftarlar, bayram sabahları, Ve sokaklarda uçuşan şeker kağıtları... Mantar tabancaları, kız kaçıranlar, çıtır pıtırlar...

  

Lakaplarıyla anılan Kürüzler, Dumanlar, Selimler, Vadıklar, Turşular ve daha niceleri... Köyleriyle anılan Gödeneliler, Tutuplular, Silleliler, Geneliler, Zıvarıklılar ve daha pek çokları... Meslekleriyle anılan Bakırcılar, Kalaycılar, Keçeciler, Gardiyanlar, Arabacılar vesaire... Ah o güzel insanlar, eşsiz komşular, tarifsiz adamlar, çilekeş kadınlar... 

 

Ak Cami, İğdeli Cami, Hacıbacak Cami, Babalık Kuran kursu ve Camii... Çeşmeler... Cıngırıklar... Trafolar, su depoları ve oturup düşünsem aklıma gelecek daha nice yerler... Ve başka mahallelere gidenlerin cenazelerinin de getirilip defnedildiği, içinde dolaşırken taşlarından bana seslenen komşularımın yattığı Araplar Mezarlığı... 

 

Zaman değişiyor, hayat gelişiyor diyorlar. Zamanın değiştiği doğru ama şu gelişmeyi yanlış söylüyorlar bence, teknoloji belki konfor üretiyor ama insanlığın iç huzurunu sağlayacak bir icatta bulunamıyor. Elbette geriye dönemeyiz, o Arapları tekrar imar edemeyiz artık ama insanca duygularımızı, birbirimizi sevmeyi, empati yapmayı yeniden başarabiliriz.  

 

Bu Araplar yazımın birincisiydi, kadınlarını, erkeklerini, çocuklarını ve gençlerini ayrı ayrı yazacağım inşallah. 

 

Sevgiyle kalın. 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum