“Barış”, “özür” ya da cehenneme...

“Barış”, “özür” ya da cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşenirmiş…

Nevruz’da İmralı’da müebbet hapse mahkum terör örgütü liderinin mektubu bir “muştuymuş” gibi okundu. Mesaj önce Kürtçe ardından da Türkçe okundu. Meydanlar terör örgütünün sözde bayrağı ve örgüt liderinin posterleriyle kaplanmıştı. Türk Bayrağı’nın böyle bir alanda olup olmaması aslında bu açıdan çok da önemli değildi. Çünkü orada bir Nevruz kutlaması değil, adeta terör örgütü propagandasının yapılması söz konusuydu. Gerçi o Kürtçe mesajdan orada bulunan Kürtler bile bir şey anlamamıştı. Ama olsundu, önemli olan zarf değil mazruftu. Çözümcülerin sık sık söylediği gibi şekle takılmamak gerekiyordu. Sonra Türkçe okununca mesajın ne içerdiği konusunda, mazruf konusunda fikir sahibi olunmaya başlandı. O günün akşamında ise televizyonlar, “barış, silaha veda, İmralı’dan sıcak mesajlar” çığlıkları atan eski tüfek Marksistlerle doldu taştı…

Ertesi gün çoğu Pravda haline gelen gazeteler “silaha veda” manşetleriyle çıktı. Muhtemelen böyle manşetler atılması bu sürecin başka bir parçasıydı. Belki de böyle olmamıştır da , “sen iste gazeteyi bile kapatırım” diyen anlı şanlı gazete patronları “durumdan vazife” çıkarmışlardır.

Ancak ya ben o mesajları yanlış anladım, ya da o arkadaşlar çok fazla iyimser davrandılar. Oradaki mesajda her şeyden önce silahlara veda falan yoktu. “Silahlı mücadelenin meşrulaştırıldığı ve silahlı mücadelenin başarıya ulaştığı artık siyasi mücadelenin başladığı” bir döneme işaret ediliyordu. Silahlarıyla birlikte sınır dışına çekilecek bir terör örgütünün yeni bir dönemi öngörmesi vardı. Bu yeni dönemde terör örgütü militanları silahlarıyla birlikte sınırımızda bekleyecek, herhangi bir “sözden dönme” olursa yine aynı yöntemlerle geriye döneceklerdi. Hatta Kandil’deki örgüt elebaşı Karayılan sınırdışı çıkma kararına bile uymayacaklarını gösteren şu mesajı önceki gün telsizden militanlarına bildiriyordu: "Halk savaşını en üst seviyeye çıkarmak için gerekli bütün hazırlıkları tamamlamış durumdayız. Hiçbir birim, kendi başına hareket etmeyecektir. Kış üslenmesinde olan gruplar bulundukları bölgenin koşullarına göre hareket ederek üslenmesini sürdürsün ve hiçbir birim kendi başına hareket etmesin. Bulundukları konumlarını koruyarak eylemsizlik pozisyonuna geçsin.”

Hal böyleyken nasıl olur da “Barış sağlandı”, “silahlara veda” “yeni bir Kurtuluş başladı” gibi manşetler atılıyor. Buna biz toplumu hazırlama, medya eliyle bir tür siyaset mühendisliği diyoruz. Teröristlerin sınır dışına çıkmasının “Barış” a dönük önemli bir adım olduğu yalanı da işin başka bir boyutu. Bu yalanı neredeyse bütün gazete köşelerindeki gazeteciler dile getirdiler, en orjinalini ise Avni Özgürel yazdı. Ceviz ağacı altında örgüt elebaşlarıyla röportaj yapan ve bu “süreci” hazmettirme görevi üstlenen Avni Özgürel militanların sınır dışına çıkmasının çok önemli olduğundan dem vurarak Barzani’ye de bir pay çıkarmak suretiyle bu hususta şöyle diyor “Mesut Barzani Yeter ki Türkiye’de barış olsun. Ben PKK’lıların silahlı olarak bölgemize gelmesini sorun etmem. Bunları sizin belirlediğiniz koşullarla nereye gitmeleri, nasıl muameleye tabi tutulmaları gerekiyorsa o şekilde karşılarız” demese tutar mı sanırsınız bizim evde yaptığımız hesap? İspanya, ETA militanlarını Fransa’ya gönderme pazarlığı yapmaya kalksa Paris buna nasıl bakardı? Keza İngiltere; Fransa veya İspanya’ya IRA silahlı militanlarını gönderip gönderemeyeceğini sorsa ne cevap alırdı?”

“İyi ki Barzani var” diyor Özgürel…Barzani olmasaymış, teröristleri gönderebileceğimiz, bize kucak açacak hiçbir ülke olmazmış.

Özgürel’in sınır dışı dediği yerin, yıllarca PKK’nın yuvalandığı “Kandil” olduğu herkes tarafından biliniyor. Zaten terör örgütü eylemlerini de daha çok oradan içeriye sızarak yapmıyor mu? PKK militanlarının Kandil’e elini kolunu sallayarak geçmelerinin bu sürece ne gibi katkısı olabilir? Zaten Kandil militanların en korunaklı bölgesi değil mi? Milletin aklıyla nasıl böyle alay ediliyor anlayabilmiş değilim….

İşte bu tarz saçma sapan açıklamaların olduğu, milletin aklıyla oynandığı bir sürecin “sağlıklı” olduğunu söyleyebilmek gerçekten çok zor. Bu nedenle de vatandaş bu sürece temkinli, hatta çoğu bu sürece inanmıyor.

Keşke bu ülkede hiç kan akmasa, bir ve beraber yaşama arzumuza keşke kurşun sıkılmasa. Ancak bizim buna defelarca “eylemsizlik kararı” alıp hemen ertesinde de bozan, Daha geçtiğimiz yaz, Hakkari’de Diyarbakır’da pusular kuran, onlarca vatan evladını şehit eden bir terör örgütünün sözüne ve insafına bakarak inanmamız saflık olur.

Düğün değil, bayram değil eniştem beni niye öptü?

Uluslar arası dengeler, yaşanan gelişmeler bizim her zaman temkinli davranmamız gerektiğini açıkça gösteriyor.

İsrail’in “düğün değil, bayram değil, eniştem beni niye öptü” dedirtecek şekilde bir hafta önce “özür mözür yok” derken, bir hafta sonra tam da “silahlara veda” çığlıkları atıldığı bir süreçte gerçekleşiyor olması, İsrail’in Obama gözetiminde “özür dilemesi” bizim bu soruları sormamıza yol açıyor. Yoksa “İsrail özür diledi”, “büyük başarı” sloganları altında bu yaşananları iyi analiz etmemiz gerekiyor. Mesela şeytanın avukatlığına soyunarak, bu süreç yıllardır söylenen İsrail için bir tampon bölge olacak “4 Parçalı Kürdistan”ın köşe taşlarının döşenme aşaması mı? Bu yüzden İsrail bu günü mü özellikle mi bekledi? Ya da daha doğru bir ifadeyle bu süreç İsrail, Amerika ve çözüm ortakları tarafından baştan beri planlanıyor muydu? Çünkü “bu özür olayı üzerine on gündür çalışıyorduk, İsrail’le ince bir diplomasi yürütülüyordu” şeklindeki açıklamalar aklımıza bunu getiriyor….

Ayrıca resmi açıklamalardan görüyoruz ki, özür meselesinde kimin kimden özür dilediği de başka bir tartışma boyutu. Öyle ki, başbakanlık açıklaması olarak geçen “ Türk ve Yahudi halkları arasındaki ortak tarihe dayanan ve yüzyıllardır süregelen güçlü dostluk bağlarına ve işbirliğine değer verdiğini söylenmiştir, bölgenin barış ve istikrarı için hayati stratejik öneme sahip olarak gördüğü ilişkilerin son dönemde bozulmuş olmasının üzüntü verici olduğunu ifade edilmiştir.” açıklaması çok mu çok dikkat çekicidir. Çünkü bu cümleler İsrail Başbakanı tarafından değil, bizim tarafımızdan dile getirilmiştir Böyle bir cümlenin sarf edilmesi bana daha çok karşılıklı özürleşmenin olduğu izlenimini vermiştir. Üzüntü duyması gerekenin biz olduğumuzu ben düşünmüyorum. Bu metnin ifade ettikleri doğruysa, bizden de İsrail’e bir özür gitmiş gibi görünüyor. Peki bu neyin karşılığında oldu? Irak, Suriye sonrasında hedefin İran olduğu bu yüzden de Türkiye’nin burada oynayacağı role değinenler oldukça fazla…İsrail’le buzların eritilmesinin ardında umarım bu dedikodunun gerçekleşme olasılığı yatmıyordur….Yoksa tüm İslam dünyasından özür dilesek yine kendimizi affettiremeyiz…

”barış”ın umut tablosu, ve “özür”ün büyük başarı şeklinde sunulması meselesini bu açıdan değerlendirdiğimizde sormadan edemiyoruz…

Bizi cehenneme ya da Ortadoğu’daki büyük savaşa götürecek yollar bu iyi niyet taşlarıyla mı döşeniyor?

Önceki ve Sonraki Yazılar