Asri pencerenin bedeli

“Asri pencere, kırma kapı”nın bedeli

 

İlk cemre düşecek derken her yanımız bembeyaz karla kaplandı.

Havaya düşmeden cemre kar düştü yere.

Uzun yıllardır böyle bir kış yaşanmadı. Eskiden bu şekilde kışları çok yaşardık gerçi. Kar o kadar çok yağardı ki, mahalle arkadaşlarımızla birlikte okula giderken ellerimiz buz tutar, okula vardığımızda kendimizi sınıfın ortasında yanan sobanın yanına zor atardık.  Evimiz öyle şehrin merkezinde olmadığı için iki kilometrelik yolu yürüyerek giderdik. Şimdiki öğrenciler gibi servisler de yoktu, bizi evimizin önünden alan okula bırakan. O yüzdendir ki her kış ayrı bir maceraydı okula gitmek.

Velhasıl göz gözü görmeyen tipilerde yolda kalmışlığımız çok olmuştur.

Ve ayaklarımızdaki iskarpinler sırılsıklam, ellerimiz buz kesmiş bir şekilde yine okuldan eve doğru yol aldığımız bir kış Anadolu’daki Menderes efsanesinin nasıl oluştuğuna dair bilgileri edindiğim yıl olmuştu.

İlk siyaset dersini belki de o gün almıştım.

Her zaman dinlenmek, soluklanmak, ısınmak için yolumuzun üzerindeki bir çay ocağına oturur, yaşlı hacı emmilerle sohbet ederdik.

Gerçi bizimki pek sohbet de sayılmazdı hani.

 Onlar anlatır biz dinlerdik daha çok.

O günkü konu Turgut Özal’dı.

Özal’ın Türkiye siyasetine damga vurduğu yıllardan bahsediyorum.

“Özal ileri, Özal geri”, gazetelerde,  kahvelerde başka bir şey konuşulmuyordu neredeyse. 

Hacı emmilerin konusu da aslında dolaylı yoldan da olsa Özal’ı ilgilendiriyordu.

Eve gelen renkli televizyon konuşuluyordu.

Emmilerden birisi “ gavur icadı mavur icadı amma adamlar canlı gibi yav” diyor. Ötekisi  “tövbe evime sokmak, siyah-beyazından ne hayır gördükte renklisi hayredecek” diyor, teknoloji üzerine tartışma yapıyorlardı kendilerince.

O sırada daha yaşlı olanlardan biri “bu adam, rahmetli Menderes’e ne kadar çok benziyor, sonu bari onun gibi olmasa” demişti birden bire.

Biz “sonu bari onun gibi olmasa” lafına takılmıştık aslında.

Ortaokul yıllarındaydık ve Menderes’in kim olduğu, başına neler geldiği hakkında pek bir şey bilmiyorduk. Ama başına iyi bir şey gelmediği kesindi.

 Menderes’in başına neler geldiğini merak etmiştik ve bunu kısa bir süre içinde de öğrenmiştik.

 “ Yazık oldu Menderes’e, bir köpek davasına astılar adamı, oysaki onun zamanında evimize asri pencere, kırma kapı geldi,  kara toprakla sıvalı evlerimizi beyaz kireçle badanaladık ilk kez…”  diyerek hazin hikâyeyi anlatmıştı Hacı emmi.

Eskiden pencereler köyde çok küçükmüş ve zemberekli kapılar varmış daha çok. Menderes’le birlikte insanların pencereleri genişlemiş, dünyaya daha geniş bakar olmuşlar, kapılarını da daha rahat açar olmuşlar gelişmeye…

Ve uzaklardan kara kara duran evler, beyaz badanayla parıl parıl parlamış Menderes’le..

Köyler şehre dönüşmüş, umutlar yeşermiş…

Bütün bunların Özal’la ne ilişkisi var diye düşünmeden edememiştik.

Özal da renkli televizyonu getirdi diye asılmayacaktı herhalde.

Bu konuşmadan birkaç yıl sonra Özal,  90’lı yılların başında dünya çok hızlı bir şekilde değişirken, Adriyatik’ten, Çin Seddi’ne uzanan bir Türk dünyasından bahsedilen bir dönemde hakkın rahmetine kavuşuvermişti.

Ama kendiliğinden, eceliyle ölmüştü.

İçimden “bak demek ki hacı emmi yanıldı” demiştim.

Ancak daha sonra  “Özal öldürüldü aslında” şeklinde yapılan yayınları gördükçe hep o günü hatırlar oldum. 

Son zamanlarda Hacı emminin “sonu bari onun gibi olmasın” sözleri hep kulağımda çınlıyor.

Evet, bu ülkede millet adına güzel şeyler yapanların başına gelenleri düşündükçe, içim kıpır kıpır oluyor.

Yaşadığımız son gelişmelerle bu his daha da artıyor.

Meclisten çıkan “üniversitede okuyan kız öğrencilerine başörtüsü serbestîsi”  anayasa değişikliği için bedel ödetmeye, kan dökmeye hazır olanları görünce bu his korkuya dönüşüyor.

Umarım “Asri pencere, kırma kapı”nın bedeli kadar ağır bedeller ödemek zorunda olmaz bu ülke demekten kendimi alamıyorum.

Umarım o dönemler geçmiştir, her şey milletin iradesi için ve iradesi doğrultusunda tecelli edecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar