Aşık Şemi konuşuyor -23

VERMEDİ  MABUT

 

“VERMEDİ MABUT NE YAPSIN MAHMUD”.

Bu  bir ata sözüdür... Güzel Türkçemiz içine  girmiş  yeri geldiğinde  söz gelişimi faslından konuşula gelmektedir.  Bu tür hikayelerin bir çoğu tevatür’e dayalı ise de bu cümle öyle değildir. Yakın tarihimizde yaşanmış olup Aşık Şemi külliyatı incelenirken karşımıza çıkmıştır.  Edebiyatımızda sık sık kullanıldığı gibi günlük yaşantımızda da saz arasında yeri geldiğinde kullanılmaktadır. Bazı atasözlerimizin kökü yüz yıllar öncesine uzanır ise de bu ifade öyle değildir. Yakın tarihimizle ilgilidir.

Osmanlı Saltanatının ünlü Hükümdarlarından Sultan 2. Mahmut hazretlerini tesadüfler karşımıza çıkarmış bulunuyor. Aşık Şemi külliyatını incelediğimizde gördüğümüze göre hikaye ne şekilde konuşulmuş ise o standartlar esas alınıp gerçekleri sizlere aktarmaya çalışacağız.  Konunun asla Tevatürle ilgisi yoktur. Gerçeklerin bu günlere yansıtılmış şeklidir.

 

2’nci Mahmut Han’ın Şehzadelik zamanından başlayan kadim dostlarının  birisi Aşık Şemi, diğeri  Said  efendidir.  28 temmuz 1806  de tahta çıkmış 31 sene 4  gün İmparatorluğun başında kalmış  bu müddet içinde kadim dostları ile   samimiyeti devam etmiştir. Tebdili kıyafetle dışarıya çıkan osmanlı padişahlarının başında gelir. Halk arasında dolaşıp şakalaşmayı sever, oturur sofralarında yemek bile yediği bilinmektedir. Gerektiğinde pamuk gibi yumuşak lakin devlet işlerinde kılınçtan sert  bir mizaca sahip olan Hünkarı  kısaca tanıttıktan sonra  “Vermedi Mabud, Ne Yapsın Mahmud”  şeklindeki ağzından çıkan,  Atasözü haline  gelen  altın değerindeki ifadenin  izahına geçiyoruz.

Sultan ikinci Mahmud’un  çok sevdiği bir kızı var. Güzellerin de güzeli bu kız erginlik çağına girdiği sıralarda hastalanır. Saray imkanlarında tedavilere devam edilir hastalık geçmez. Baba Padişah da olsa ancak bir babadır.  Bu yüzden çok sıkıntılıdır.  Bir Ferman yayınlar. Kızının hastalığını iyi eden hekime kim olursa olsun, hazinesine sokup üç kürek dolusu sarı lira  hediye edilecektir. Bu ödülü duyanlardan kendine güvenen bir vatandaş sarayın kapısını çalar. Kendini tanıtır gereken güvenceyi verir kırk gün içinde biiznillah kızı sağlığına kavuşturacağını taahhüt eder. Kabul edilir, müsait bir yer tahsis edilir,

Hekim başı yanında getirdiği özel ilaçları ile ot çöp ne varsa hastaya uygular,   daha kırk yarılanmadan  kız  da iyileşme başlamıştır, Kırk gün dolunca  hasta eski sağlığına kavuşur.

Sıra gelir Saray hazinesine girip üç kürek dolusu “ Sarı Liranın” hekim başına teslim etmeye. İrade buyrulur Hazinenin kapısı açılır, haznedarın refakatind.  Hekim başı elindeki kürek ile hazinenin tavanına kadar dolu sarı liraları görünce şaşırır aptallaşır ne yaptığının farkında değil  ters tuttuğu küreği  altın yığınına  saplar kaldırır. Küreğin bombeli yüzü yukarıdadır ve üstünde bir altın kalmıştır. Zavallı ayni hatayı ikinci üçüncü defa da yapar. Yanındakine yalvarır bir daha diye kabul görmez.  Padişahın huzuruna çıkarılır, durum anlatılır, Başından vurulmuşa dönen koca hünkar, devlet işlerindeki hassasiyeti vicdanında galebe çaldığından yeni bir hamleye izin vermez.

Lakin üzüntüsünün nişanı olarak ağzından dökülen şu altın cümle aynen şöyledir.

“Vermedi Mabud Ne Yapsın Mahmud”

Fakat son derece merhametli ve dürüst bir insan olan padişahın merhamet duyguları galeyan halindedir. Üç kürek altının değerinden sekiz on kat fazlası ile şahsi servetinden ihsan ve bağışta bulunarak Hekim başını memnun eder ve helallaşarak gönderir. İşte bir Atasözünün  öyküsüdür bu.

Devam edecek…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.