ANALİZ – Türkiye-Libya anlaşması: Doğu Akdeniz’de jeopolitik denklem değişiyor

ANALİZ – Türkiye-Libya anlaşması: Doğu Akdeniz’de jeopolitik denklem değişiyor

Türkiye ile Libya arasında imzalanan deniz yetki alanı sınırlandırma mutabakatı ile Yunanistan, Mısır, GKRY ve İsrail’in Türkiye aleyhine Libya ile bir yetki sınırlandırma anlaşması yapmasının önüne geçildi. Bu mutabakat muhtırası, aynı zamanda bölge ülke

İSTANBUL (AA) -İLHAN SAĞSEN- Enerji kaynaklarının keşfedilmesiyle beraber Doğu Akdeniz, sadece Akdeniz ticaret yollarının kontrolü açısından değil, aynı zamanda enerji üzerine mücadelenin de kritik bir alanı haline geldi. Enerji faktörü Doğu Akdeniz’in jeopolitik önemini değiştirmiş ve sadece kıyıdaşların değil, aynı zamanda uluslararası aktörlerin ve şirketlerin de bölgeye ilgi duymaya başlamasına neden olmuştur. Bölge üzerinde etki alanı kurmak isteyen aktörlerin sayısı arttıkça, konu Doğu Akdeniz özelinde daha da karmaşık bir hal alıyor. Bu nedenle Doğu Akdeniz ve enerji bağlantısı Kıbrıs, enerji güvenliği ve uluslararası hukuk çerçevesinde etki doğuran ve değerlendirilen bir konu halini aldı.

Kıbrıs açısından değerlendirdiğimizde, konu özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) mükerrer uzlaşmaz tutumları nedeniyle çözümsüzlüğün yeni bir halkasını oluşturuyor. Doğu Akdeniz ve enerji bağlantısını kurduğumuzda, Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye başta olmak üzere bazı bölge ülkelerinin enerji ihtiyacı, bazılarının ise pazar arayışları düşünüldüğünde, tarafların farklı dış politikalar formüle ettiği görülüyor. Başka bir ifadeyle, bölge hem enerji arz güvenliği hem de enerji ticareti açısından ve yeni bir enerji jeopolitik merkezi olması nedeniyle özel bir nitelik taşıyor. Doğu Akdeniz meselesine uluslararası hukuk açısından bakıldığında ise görülmektedir ki bölge enerji kaynaklarına ilgi duyan bölge içi ve uluslararası aktörler, en çok kaynağa sahip olma isteğinden hareketle, en çok deniz yetki alanına sahip olmak istiyorlar ve bu itibarla, ortaya farklı argümanlar koyarak çeşitli hamleler yapmaya çalışıyorlar.

Bu bağlamda, geçtiğimiz günlerde Türkiye Enerji Ekonomisi Derneği, Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ortaklığıyla “Birinci Doğu Akdeniz Uluslararası Enerji Sempozyumu” düzenlendi. Bu sempozyumda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Ekonomi ve Enerji Bakanı Hasan Taçoy Türkiye ile KKTC arasında doğalgaz boru hattının kurulmasına yönelik bir proje gündeme getirerek, boru hattının 2025’te Türkiye’den KKTC’ye doğalgaz götürebileceğini ifade etti. 2025 yılında gaz taşınmasına başlanabileceği belirtilen hattın, KKTC ve Türkiye arasındaki su hattına paralel yapılabileceği ve 80 km uzunluğunda olabileceği söyleniyor; üzerinde durulan doğalgaz boru hattının en önemli özelliği ise çift yönlü olması. Türkiye’den KKTC’ye gaz taşımanın yanı sıra, Doğu Akdeniz’de bulunacak olası doğalgazın hem Türkiye’ye hem de batılı piyasalara bu hatla aktarılabileceği hususu, bölge dinamiklerini değiştirecek bir unsur.

Aynı günlerde, Türkiye’nin Libya ile imzaladığı deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin mutabakat, Doğu Akdeniz jeopolitiğini köklü bir şekilde değiştirebilecek bir hamle olarak gündeme geldi. Hem BM hem de Türkiye tarafından tanınan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Türkiye arasında imzalanan yetki alanı belirleme mutabakatı öncesinde bölgenin durumunun özetlenmesi, bu mutabakatın bölgedeki tüm dengeleri değiştirecek bir niteliğe sahip olduğunun anlaşılması için önemlidir. Uluslararası hukuk açısından konuya bakıldığında, konu hem deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasıyla ilgilidir hem de aslında bu sınırlandırma konusundaki farklılıklardan doğan "çakışan parseller" konusudur. Bu nedenle, deniz yetki alanları sınırlandırılması konusunda tarafların argümanları önemlidir. Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip ülke olarak Türkiye temelde Uluslararası Deniz Hukuku’nun “kapalı ve yarı kapalı denizlere kıyısı olan devletler haklarını kullanırlar ama yükümlülüklerini yerine getirirken birbirleriyle iş birliği yapmak zorundadırlar” ilkesine göre hareket etmektedir. Buna göre, Doğu Akdeniz yarı kapalı bir denizdir; çünkü havzanın hiçbir yeri 400 mili bulmamaktadır. Bu nedenle, bölgede kıta sahanlığı ya da Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) belirlemesi ancak tüm kıyıdaşların hak ve çıkarlarına uygun yapılmalıdır.

Bunun dışında, Türkiye politikasını Uluslararası Adalet Divanı yargı kararlarına dayandırıyor. Yargı kararlarına göre, özellikle deniz yetki alanı sınırlandırılmasında, bir kıyıdaş devletin doğal kaynakları orantısız paylaştıran bir tutum izlemesinin hakkaniyete uygun olmadığı üzerinde duruluyor ve böyle bir sınırlandırma kabul edilmiyor. Fakat GKRY tek taraflı olarak ve KKTC’nin görüşü dahi alınmaksızın MEB ilan ediyor. Türkiye ise bu alanda Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin de hakkı olduğunu savunuyor. Türkiye’nin Kuzey Kıbrıslı Türklerin Londra ve Zürih anlaşmalarından doğan hukuki haklarının olduğunu ve GKRY’nin tek başına herhangi bir girişimde bulunamayacağını açık şekilde bildirmesine rağmen, GKRY KKTC’nin fikrini dahi almadan, ada adına davranmaya devam ederek, ortay hat belirleyip buna göre deniz yetki sınırlandırmasını gerçekleştiriyor. GKRY 2003 yılından beri MEB sınırlandırma anlaşmaları yapıyor. GKRY’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına Mısır, Lübnan ve İsrail’le MEB sınırlandırma anlaşması imzalaması da yine hukuksuz gerçekleştirilen eylemlerden bir diğeri. Ayrıca GKRY 2007 yılında ilan ettiği MEB alanını 13 parsele bölerek enerji kaynağı arama faaliyetlerine izin vermiştir. Bu durum hem bölge jeopolitiğine hem de Kıbrıs sorununa yeni bir boyut eklemiştir. Türkiye de buna karşılık olarak, 2011 yılında KKTC ile “Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması” imzalamıştır.

Yunanistan ise Doğu Akdeniz’de bulunan Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis hattını esas almış ve bu adaların da Yunanistan’ın ana karasının parçası olduğunu iddia etmiştir. Bu iddiaya göre, bu adaların da kendine ait karasuları ve MEB’i olabileceğini ileri sürerek, adalardan oluşan hat ile Anadolu arasında ortay hatta dayalı deniz yetki sınırlandırması yapmaktadır. Yunanistan bu argüman çerçevesinde bölge ülkeleri ve özellikle de GKRY ile yetki sınırlandırma anlaşması yapmak istemektedir. Fakat şu ana kadar, Türkiye’nin de tepkisi nedeniyle, böyle bir anlaşma yapmamıştır.

Öncelikle, bu adalar üzerinden MEB ilan edilebilmesi için, bu adaların kendi başlarına yeterli ya da kendini yöneten unsurlar olmaları gerekiyor. İkinci olarak, Uluslararası Adalet Divanı 1977 İngiltere-Fransa, 1984 Libya-Malta, 2009 Ukrayna-Romanya, 2012 Nikaragua-Kolombiya davaları gibi birçok davada verdiği kararda, bir devletin hakimiyetindeki adadan dolayı kazandığı yetki alanı, diğer kıyıdaş devletin haklarını ihlal edecek derecede aşırı ise, adanın kıta sahanlığı ya da MEB’inin olamayacağını belirtmiştir. Ayrıca Türkiye, yine Divan kararlarına göre -ki buna benzer çok sayıda örnek dava gösterilebilir- “coğrafyanın üstünlüğü” ya da “kapatmama” gibi ilkelerle politikasını oluşturmaktadır. Bu durum Akdeniz için de geçerli. Buna göre Yunanistan, belirlediği sözde MEB alanı ile hakkaniyet ilkesine aykırı davrandığı gibi, aynı zamanda Türkiye’nin kıyılarının önünün kapatılmasından ve açık denizlere çıkışının engellenmesinden ötürü de, söz konusu adalar üzerinden MEB belirleme hakkına sahip değildir. Ayrıca Yunanistan bu adalardan MEB belirlerken Türkiye ile bu adalar arasındaki ortay hattı esas almaktadır. Fakat Türkiye ve Yunanistan ortay hattı çekildiği zaman hattın ters tarafında kalmalarından ötürü, bahse konu adaların MEB sahibi olması mümkün değildir. Dolayısıyla bu adalar ancak karasuları kadar deniz yetki alanına sahip olabilirler. Bu çerçevede, Yunanistan’ın ve GKRY’nin uluslararası hukuka aykırı nitelikte belirlediği MEB alanları, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de dar bir alana mahkûm etmeyi amaçlamaktadır.

Buna karşılık Türkiye 18 Mart 2019 tarihinde BM’ye gönderdiği mektupta, Akdeniz’deki kıta sahanlığının sınırlarını 32 derece, 16 dakika, 18 saniye doğu meridyeniyle 28 derece batı meridyeni arasında kalan bölge olarak belirlemiştir. Ayrıca Mısır ile Türkiye deniz yetki alanının orta hattının da Türkiye’nin kıta sahanlığının sınırı olduğu belirtilmiştir.

Doğu Akdeniz’de halihazırdaki durum uluslararası hukuk açısından bu çerçevede seyretmekteyken, Türkiye ile Libya arasında imzalanan deniz yetki alanı sınırlandırma mutabakatı bölge jeopolitiğini derinden etkileyecek çok kritik bir hamledir. Bu bir yandan Türkiye’nin egemenlik hakkını hiçe sayarak sözde MEB ilan eden Yunanistan’ın bölgedeki pozisyonunu etkileyecek, diğer yandan da Türkiye ve KKTC’yi dışında tuttukları "Doğu Akdeniz Enerji Platformu" gibi girişimlerde bulunan İsrail, Mısır gibi devletlerin bu tutumu yeniden değerlendirmesini sağlayacaktır.

Bu kritik hamle, başta Yunanistan olmak üzere GKRY, İsrail ve Mısır’ın tepkisini çekti. Özellikle bu hamlenin KKTC Ekonomi ve Enerji Bakanı Taçoy’un Türkiye ve KKTC arasındaki çift yönlü doğal gaz hattı projesini duyurmasının hemen ardından gelmesi, Doğu Akdeniz’deki enerji jeopolitiği denklemini tamamen değiştirmiştir. Doğalgaz hattı projesi, enerji ticareti ve enerji güvenliği açısından politikaları yeniden düşündürecek bir hamleyken, Türkiye-Libya arasındaki bu mutabakat da bölgede uluslararası hukuk açısından kartların yeniden karılmasına neden olmuştur.

Bir ön anlaşma niteliğindeki bu mutabakat muhtırası, öncelikle Türkiye’nin deniz yetki alanının batı sınırını belirlemiş oldu. Böylece Türkiye, Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip ülke olarak, uluslararası hukuka aykırı hamlelerle kendi kıyılarına sıkıştırılamayacağını göstermiş oldu. Ayrıca bu mutabakat, Doğu Akdeniz’e kıyıdaş olan bu iki ülkenin de deniz yetki alanlarının belirlenmesi konusunda aynı şekilde düşündüklerini gösteriyor. Bunların yanı sıra, gerçekleştirilmeye çalışılan İsrail, Mısır, GKRY ve Yunanistan'ın ortak eylemlerine karşılık, Akdeniz havzasındaki denklemin, diğer kıyıdaşları yok sayarak kurulamayacağını bir kez daha göstermiştir.

Ek olarak, bu mutabakatla Yunanistan, Mısır, GKRY ve İsrail’in Türkiye aleyhine Libya ile bir yetki sınırlandırma anlaşması yapmasının da önüne geçilmiş oldu. Mutabakatın olası etkilerinden bir diğeri ise Yunanistan’ın GKRY, İsrail ve Mısır gibi Doğu Akdeniz ülkeleriyle yapmayı planladığı ve belki de yapabilmek için fırsat kolladığı deniz yetki sınırlandırma anlaşmalarının önüne geçmesi oldu. Böylece, tek taraflı eylemlerle Doğu Akdeniz’de yapılan yetki sınırlandırmalarının uluslararası hukuka aykırı olduğu ve diğer kıyıdaş devletlerin de anlaşmalarla uluslararası hukuktan doğan haklarını müdafaa edeceği, bölge ülkeleri tarafından anlaşılmış oldu.

Türkiye ve KKTC arasında yapılması gündeme gelen doğalgaz boru hattı projesinin ardından Libya ile yapılan mutabakat muhtırası, bölge ülkelerini iş birliği masasına oturmaya zorlayacak niteliktedir. Mutabakat sadece Türkiye için değil, Libya’nın deniz yetki alanları açısından da önemli bir hamleyi oluşturuyor. Türkiye ile anlaşmasının ardından Libya, şu an mevcut durumda Yunanistan’ın tek taraflı hamlesiyle kendisine bırakılan alandan daha büyük bir yetki alanına sahip olmuş oldu. Bu durum aslında sadece Libya için geçerli değil; GKRY ile Yunanistan’ın hamleleri bölgedeki başka ülkelerin deniz yetki alanlarını da azaltmıştı. Dolayısıyla bu mutabakat diğer ülkeler için de örnek teşkil etmeli ve konuya siyasi çıkarları açısından değil, uluslararası hukuk ve hakkaniyet ilkesi çerçevesinde yaklaşmaları gerekmektedir.

Sonuç olarak, (enerji kaynaklarının varlığını, yapısını ve önemini etkilediği) Doğu Akdeniz’de enerji güvenliğinin sağlanması için, öncelikle Kıbrıs’ta çözüme gidilmesi ve uluslararası hukuk ilkeleri temelinde hareket edilmesi gerekiyor. Ardından da Doğu Akdeniz'in bir havza olarak düşünülmesi, tüm kıyıdaşlarıyla beraber her aktörün çıkarlarının hesaba katılması ve bölgeye ortak bir iş birliği çerçevesinde bakılması gerekiyor. Bu minvalde, Türkiye ve KKTC’nin çeşitli platformlarda uluslararası hukukun ilkeleri bağlamında yaptığı işbirliği çağrıları dikkate alındığında, bölgede çözüm için, makrodan mikroya, yani AB’den Yunanistan ve GKRY’ye, hakkaniyet ilkesi temelinde, işbirliğine açık bir siyasi niyet göstermek zorunlu bir durumdur. Türkiye ile Libya arasındaki bu mutabakat da göstermiştir ki Türkiye Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuktan doğan haklarından ve KKTC’nin haklarının yok sayılmasına karşı mücadeleden hiçbir şekilde vazgeçmeyecektir. Ayrıca mutabakat, bölgede oldubitti siyasetiyle davranmanın gerilimden başka bir sonuç doğurmayacağını, yani bölgedeki çözümün Türkiye ve KKTC’ye yönelik ittifak arayışlarından değil işbirliğinden geçtiğini göstermiştir.

[Enerji ve enerji jeopolitiği alanında çalışmalarını sürdüren Dr. İlhan Sağsen Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :