Prof. Dr. Ali Akpınar

Prof. Dr. Ali Akpınar

Akademisyen ilahiyatçı nasıl olmalı?

Yaklaşımlar farklı olabilir, ancak bu soruya doğru cevap verebilmek için hayat anlayışımızı gözden geçirmemiz gerekir. Hayatı, dünya ve ahret bir bütün olarak değerlendireceksek, değerlendirmelerimizi de ona göre yapmak borcundayız. Hayat ne sadece dünyadır, ne de sadece ahret. Hayat dünya ve ahret bir bütündür. Elbette dünya hayatı, sonlu; ahret hayatı ise kalıcı olandır. Elbette dünyaya bırakıp gideceğimiz fani dünya kadar değer vereceğiz; ahrete de ebedî yurdumuz olarak görüp ona göre değer vereceğiz.

Akademisyenin ileriye dönük hesapları olacaktır. Ancak bu hesaplar dünya ile sınırlı kalmamalıdır. Dünyayı kapsadığı gibi, ahreti de içine almalıdır. Plan ve projelerimiz her iki dünyayı kuşatacak şekilde olmalıdır. Yalnızca bu dünyaya göre plan program yaparsak, projelerimizi tam olarak gerçekleştirsek bile, dünya ile birlikte biteriz. Projelerimizi gerçekleştirmeden ölümle, öteki âleme yolculuk da söz konusu olabilir. Bu yüzden ahreti ötelemeden, ertelemeden yapmalıyız yapacaklarımızı.

İlahiyatçı bir akademisyen, her şeyden önce işini, alanını sevmelidir ki sevdirebilsin, alanında başkalarına yararlı olabilsin. İşimize gönlümüzü vermeli, gerekenleri gönülden yerine getirmeliyiz. Biliyoruz ki sevgi yalnızca kuru bir iddia değildir. Onun ispatı gerekir. Bunun için alanımızı sevdiğimizi, alanın hakkını vererek, çocuklarımız başta olmak üzere sözümüz geçenleri alanımıza yönlendirerek ortaya koymalıyız. Bugün nice ilahiyatçılar vardır ki, ilahiyat alanını kendi çocuklarına ve yakınlarına sevdirememişlerdir. Çoğunun hayatında ise çocukları daha başka alanlara gidememişse, hiç olmazsa ilahiyat alanında okusunlar düşüncesi hâkimdir.

İlahiyatçı, hayattan ve halktan kopmamalıdır. Meşru hayatı ertelememelidir, gündeme duyarsız kalmamalıdır. Tez hazırlayacağım, imtihanlara hazırlanacağım diyerek evliliği erteleyen, misafir kabul etmeyen, akraba ziyaretlerini askıya alan, evli ise ailevî sorumluluklarını ihmal eden ilahiyatçılar görmekteyiz. Unutmayalım ki kul olarak sorumlu olduğumuz yükümlülükleri ihmal etmek, çalışmalarımızda bereketsizliğe sebep olmaktadır. Aynı şekilde zihnim dağılır diye, dünya ve ülke gündemini takip etmeyen, bir gazete yahut aktüel bir dergi okumayan, haber dinlemeyen ilahiyatçılar vardır. Aynı şekilde akademik dilim ve zihin yapım zarar görür diye halka va’z u nasihat etmekten imtina eden, halkla oturup kalkmayı kendine yakıştıramayan ilahiyatçılar vardır. Unutulmasın ki bizim en başta gelen önderlerimiz Peygamberler, hayattan kopmayan halk adamlarıdır. Onlar yeri gelince en üst düzey yöneticilerle görüşmesini, konuşmasını, tartışmasını bilmişler; yeri gelince ise sıradan dediğimiz insanlarla oturup kalkmışlar, onları ciddiye almışlar, onlarla ilgilenmişlerdir.

Hayattan ve halktan kopmayacağız derken, bütünüyle hayatın akışına kendimizi kaptıracağız, sürekli halkla hem dem olacağız demek istemiyoruz. Zira böyle bir durum ilmî çalışmalarımıza ket vuracak, yoğunlaşmamıza ve derinleşmemize engel olacaktır. Ancak burada orta yolu bulmak, rölantide çalışmak durumundayız. Aşırı gaza basmak, gereksiz sürat yapmak da yanlıştır; gazdan ayağımızı çekip yersiz hızı düşürmek de. Tezimi yazıp bitiremedim, imtihanı başaramadım diye strese girip ye’se düşmek de yanlıştır; nasıl olsa bir gün olur diyerek çalışmaları savsaklamak ve vaktinde bitirmemiz gereken işleri bitirmemek de yanlıştır. Unutulmasın ki mazeretsiz olarak bir öğrencinin bir yıl kaybetmesi, hem manen hem maddeten vebal ise, bir akademisyenin de bitirmesi gereken tezini mazeretsiz geciktirmesi vebaldir.

Belli bir unvan almak hep Allah’ın dinine hizmet etmeye ve O’nun rızasını kazanmaya vesile olarak görülmelidir. Bunun için imkân bulundukça Yüce Allah’ın dinine hizmet etmeliyiz. Eskilerin hayır sonraya bırakılmaz sözü doğrultusunda hiçbir hayrı ertelememeliyiz. Büyüyünce yaparım, emekli olunca yaparım sözleri nasıl şeytânî ve nefsânî kuruntular ise; belli payeler elde edince, belli makamlara gelince hizmet ederim düşüncesi de aynı vehimlerin sonucudur. Fırsat buldukça hizmet yapılmalıdır. Zira her zaman bizim planlarımız tutmayabilir, bugün elimize geçen hizmet fırsatları yarın bize sunulmayabilir.

İlim irfan ikilisini birlikte götürmeliyiz. İlimsiz irfan sahiplerinden şikayet ederken, ilimli irfan sahipleri olarak güzel örnekler sunmalıyız. İlmimiz irfanımız arttıkça, tevazuumuz da artmalıdır. Tıpkı, meyveleri olgunlaşan ağacın, dallarını yerlere sarkıtması gibi. Kendinden başkasını beğenmeyen, dağları ben yarattım havasında, her şeyi en iyi ben bilirim, benim bildiklerim salt doğrudur anlayışı, unvanlarımız ne olursa olsun, bizi hep küçültecektir.

İnsanı hep küçülten kibir, haset, bencillik, cimrilik, amelsizlik gibi ahlakî zaaflardan uzak olmalıyız. Tevazu ile yüceleceğimizi, diğerkamlıkla berektli payeler kazanacağımızı, cömertlikle berekete ereceğimizi, ilmi ile âmil kişiler olarak hayırla anılacağımızı asla unutmamalıyız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum