‘15 Temmuz ve Mescid-İ Aksa baskısı birbirinden bağımsız değil’

‘15 Temmuz ve Mescid-İ Aksa baskısı birbirinden bağımsız değil’

Mazlumder Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Derviş Argun, İsrail'in geçtiğimiz günlerde 3 Filistinliyi şehit etmesiyle başlayan ve sonrasında Mescid-i Aksa'da Cuma namazının kılınmasına izin vermemesi sürecini gazetemize anlattı.

İsrail’in yaptığı zulümleri değerlendiren ve sonrasında Mescid-i Aksa’ya girişleri kısıtlayan uygulamaların hafifletilmesini de anlatan Argun, “Müslümanların birlikte hareket etmesi lazım’ dedi.

mazlumder-ankara-sube-uye-ve-gonulluleriyle-b_mazlumder-12370.jpg

Filistin sorunun nedir?

Müslümanların değil dünyanın 'İsrail sorunu’ var. Uzun yıllardan bu yana uluslararası toplumun gündeminde yer alan ve çözümü için uğraşılan bir 'Filistin Sorunu'ndan bahsedilir. Filistin sorunu olarak kavramsallaştırılan bu sorun, Filistin topraklarında yaşanan çatışmaları, Yahudi göçünü, İsrail devletinin kurulması ve sonrasındaki dönemde ortaya çıkan süreci ifade eder. Bu da bize 'Filistin sorunu' olarak ifade edilen kavramın aslında bir 'İsrail sorunu' olduğunu gösteriyor. İsrail sorunu temelde Siyonizmin fikir babası Theodor Herzl'in öncülük ettiği ve 1897 yılında resmileşen Filistin topraklarında bir İsrail devleti kurulması hedefi ile başlayıp bugüne kadar uzanan sürecin adıdır. Bu yüzden bugün tartışılan sorunu 'Filistin sorunu' olarak görmek veya böylesi bir tartışmaya indirgemek en büyük yanlışlıklardan biri olarak önümüze çıkmaktadır. 15 Temmuz’da Türkiye’ye yapılmak istenenle, İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yaptıkları arasında hiçbir fark yoktur. Müslümanlar olarak Türkiyeli olarak bu tabloları iyi görmemiz ve buna göre davranmamız gerekiyor.

İslam ülkelerinin tavırları nasıl olmalı?

Müslümanların sessizliği İsrail'i cesaretlendiriyor. İsrail'in uzun yıllardan bu yana devam eden ve son bir haftada Aksa üzerinden zirveye çıkan baskılarına karşı İslam ülkelerinden ise cılız tepkiler geliyor. 1967'den bu yana Doğu Kudüs'ü işgal eden ve adım adım Aksa üzerinde denetim kurmaya çalışan İsrail'e karşı 50 yıldır geleneksel olarak devam eden 'kınama' mesajları bir kez daha Müslüman ülkeler tarafından yayınlandı. Bu 'cılız' tepkilerden fazlasının gelmemesi ise İsrail'in bölgedeki baskı ve işgalini bir adım ileri taşımasında büyük bir rol oynuyor. İslam dünyasının bu tavrını anlamak içinse yaşananlara biraz yakından bakmak gerekiyor. Filistinlilere vatanlarında özgürce yaşama imkânını sağlaması gerekiyor. Müslüman dünyasının ise bunun sağlanabilmesi için birlik içerisinde hareket ederek, gittikçe büyüyen İsrail baskılarının önlenmesi için uluslararası toplumu harekete geçirmesi gerekiyor.

image-t4ta6s0g6gzsaxjl.jpg

İsrail’in kurulması neyi değiştirdi?

İsrail'in kurulduğu günden bu yana Filistin'de yaşananlar bütün Müslüman ülkelerin gündeminde yer alıyor. Nitekim İsrail'in kurulduğu 1948 yılında Arap ülkeleri ile İsrail arasında savaş yaşanmış ve bu dönemde Kudüs, İsrail tarafından işgal edilmiştir. Benzer savaşlar 1967 ve 1973'te de yaşanmıştır. Bu dönemlerde ABD başta olmak üzere birçok Batılı ülke tarafından desteklenen İsrail, Arap ülkelerini yenilgiye uğrattığı gibi Doğu Kudüs'ü de fiili olarak işgal etti. Nitekim yaşanan savaşların sonucunda güçlü bir Arap ülkesinin olmadığı da ortaya çıktı. 1973 sonrası dönem Müslüman ülkelerin Filistin'e olan ilgisinin de zayıflamaya başladığı dönemin başlangıcı olmuştur. Nitekim bundan sonraki dönemde Arap ülkeleri ulusal çıkarlarını merkeze alan politikalar izlemeye başladı. Bu döneme kadar Filistin meselesi ile yakından ilgilenen Mısır, 1979'da Camp David Anlaşması ile İsrail'i tanıdı. Bu durum Arap ülkelerinin tepkisini çekse de gerçeği değiştirmedi.

Ürdün, Mescid-i Aksa'yı neden koruyamadı?

1967 savaşının ardından İsrail, Doğu Kudüs'ü işgal ederken, Batı Kudüs ise Ürdün'ün egemenliğinde kaldı. Ürdün'ün de o dönemden itibaren Filistin politikasının değiştiği görülüyor. 1967 işgalinden sonra Ürdün'e bağlı Mescid-i Aksa Vakfı 2000 yılına kadar Harem-i Şerifin yönetiminde tek söz sahibi oldu. Ürdün'ün Filistin ile ilgili yaklaşımı ise Kudüs ve Aksa ile sınırlı kaldı. Buna rağmen Ürdün, Kudüs'ü korumakta başarısız oldu. 2000 yılında İsrail Başbakanı Şaron'un yanındaki askerlerle birlikte Mescid-i Aksa’nın içine girmesi sonrası bölgede tansiyon artmış ve II. İntifada meydana gelmiştir. Nitekim Ürdün'ün başarısızlığı bununla da sınırlı kalmamış ve İsrail yönetimi, 2000'li yıllarda Kudüs'teki etkisini artırmaya başlamıştır.

tour-mescidiaksagetty_promo.jpg

Kudüs’ün İslam tarihini nasıl gelişti?

Miraç mekânı olan bu yere büyük bir kutsiyet izafe edip buranın ebedi kutsiyetine inanırız. İslam fetihlerinin ve İslam'ı bütün insanlığa tebliğ maksadıyla Hicaz bölgesinden çıkarak dünyaya açılmanın ilk günlerinde, ulaşılması ve fethedilmesi gereken bir mekân olarak görülen Filistin ve özellikle Beytu'l-Makdis (Kudüs), fetih hareketlerinin başlangıcında İslam toprağı hâline getirilen ilk yerlerdendir. Bu mirasa sahip çıkmak maksadıyla Kudüs, 638 yılında Hz. Ömer tarafından Bizanslıların elinden alınarak İslam devletinin topraklarına dâhil                                                                                                           edilmiştir. Hz. Ömer zamanında her gün genişleyen İslam fetihleri, Ecnâdeyn Zaferi'yle Bizans kapılarını iyice araladı. Hıristiyanların kutsal merkezi olan Kudüs'ün de içinde bulunduğu Filistin bölgesi, Suriye orduları başkumandanı Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah'ın yönetiminde fethedildi. Şehri bizzat halifeye teslim etmek isteyen Kudüslülerin talebi üzerine Hz. Ömer İbnü'l-Hattab, İslam ümmetinin halifesi olarak başkent Medine'den çıkıp Filistin'e geldi. Son derece mütevazı elbiseler içinde Kudüs'e giren Hz. Ömer, şehre İslam'ın verdiği izzet ve şerefle girdiklerini, üzerindeki yamalı elbiselerin hiçbir değeri olmadığını hâl ve davranışlarıyla anlatıyordu. Büyük halife Hz. Ömer, şehrin anahtarını Patrik Sophronios'tan bizzat teslim aldıktan sonra, burada yaşayan ve Müslüman olmayan kimselere tam bir din hürriyeti ve güven içinde yaşayacaklarına dair yazılı bir eman verdi. Bu tarihten sonra Kudüs, Haçlı işgaline kadar sürekli İslam devletlerinin hâkimiyetinde kaldı. Hz. Peygamberin 23 yıllık peygamberlik süresinde 14 yıl boyunca namazlarını Mescid-i Aksa'ya yönelerek kıldığı bu mukaddes mekânın -etrafı mübarek kılınmış mescit ve kutsal şehir Kudüs'ün- işgal altında olması bütün ümmet için bir zulümdür. Şehir, tarihte zaman zaman Haçlı veya Yahudiler tarafından işgal edilmişse de bu işgaller kısa süreli olmuş ve Müslümanlar bu beldeyi kurtarmanın yolunu bulmuştur. Haçlılar büyük ordular hâlinde Filistin'e saldırıp bir asra yakın bir müddet buraya yerleşmişler ancak onların orada ebediyen kalacaklarına hiçbir Müslüman inanmamıştır. 638 yılından 1099 yılına kadar İslam beldesi olarak kalan bu mübarek şehir, 461 yıl süreyle el-Makdis gibi çok sayıda büyük ilim ve fikir adamı yetiştirmiş, büyük bir kültür merkezi hâline gelmiştir. 1099 yılına gelindiğinde Haçlı ordularınca işgal edilmiş ve 88 yıl gibi tarihte hiç önemi olmayacak kadar kısa bir süre işgal altında kalmıştır.

Selahaddin el-Eyyubi 1187 yılında Kudüs'ü kuşattığında Beytü'l-Makdis'e beslediği sevgi sebebiyle bu mübarek beldeyi savaş felaketinden korumak istemiş, bunun için de birkaç kez çok elverişli şartlarla Haçlıları teslim olmaya davet etmiş ancak netice alamamıştır.

İsrail Sorunu nasıl ortaya çıktı?

Theodor   Herzl'in   öncülüğünde   Basel'de  toplanan   'Birinci   Siyonist Kongresi'nde alınan kararlarla Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması fikri ortaya çıktı.  Filistin'de yaşayan ailelere ait topraklarının satın alınarak yurt açılmasıyla bu süreç başladı.  Avrupa'da yaşayan Yahudilerin bu fikir çerçevesinde Filistin'e göç etmelerinin sağlanması ve devamında

Balfour Deklarasyonu ile Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulmasının vaat edilmesi birbirini takip etti. Yahudi göçmenler ile Filistinliler arasında çatışmaların yaşanması ve Filistinlilerin topraklarından çıkarılması dünya’ya ‘Yahudiler haklı’ymış gibi gösterildi.

Bundan sonraki adımlar ise Peel Komisyonu raporu ile Filistin  topraklarının  bölünmesi fikrinin önerilmesi geldi. Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen 181nolu karar ile Filistin topraklarının bölünmesinin kabul edilmesi, Filistin topraklarında bir İsrail devletinin kurulması, İsrail'in kurulduktan sonra Filistin 'de işgal ettiği toprakları genişletmesi ve günümüzde de yeni yerleşim yerleri inşa ederek bunu sürdürmesi sırasıyla birbirini izledi.

Kudüs’ün dinimizdeki yeri nedir?

Mescid-i Aksa bizim ilk kıblemizdir ve Hz. Ömer Camii ise İsra'nın gerçekleştiği bir makamdır. Her iki makam da bizim için mukaddestir.

46 yıldır süren bu işgale "hayır" demenin şimdi tam zamanıdır. Artık bütün bir islam dünyasının sesini yükseltmesinin ve tüm cihana bu işgale son verilmesi ve Kudüs'ün özgürlüğüne kavuşturulması mesajını vermesinin tam zamanıdır. Tevhit inancının önderleri olan peygamberlerin Allah'ın dinini en yoğun olarak insanlara tebliğ ettikleri kutsal bir mekân olan Kudüs, tarih boyunca birçok devlet ve milletin ilgi odağı hâline gelmiştir.

Kudüs, imar edildiği günden bu yana Şam diyarının merkezi ve başkenti olagelmiştir. Hz. İbrahim ve Hz. Lut'un Filistin bölgesine gelip yerleşmelerinden itibaren bu bölgenin tümü mübarek kabul edilmiştir. "Biz onu (İbrahim'i) ve (yeğeni) Lut'u âlemler için mübarek kıldığımız arza (yere ulaştırıp) kurtardık." (Enbiya; 71). Bereketli kılman bu bölgenin mübarek olarak kabul edilmesinin nedeni, Cenab-ı Allah'ın hikmetiyle buradan pek çok peygamberin gelip geçmesi ve burada vefat edip defnedilmesi veya meyve ve sebzelerle etrafının bereketlendirilmiş olmasından ileri gelmektedir.

Hz. Peygamber; "Ziyaretler ancak üç mekâna yapılır. Mekke'deki Mescidu'l-Haram'a, Medine'deki benim bu mescidime ve Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya." buyurmuştur. Resulullah'ın bu hadisi ile bu üç belde İslam'da kutsal ilan edilmiş ve bunların dışında kutsiyeti olan başka bir dördüncü şehirden söz edilmemiştir. Ancak Şam ve İstanbul da hadislerde zikredildiklerinden bir bakıma kutsiyetlerine işaret edilmiş beldelerdir.

İslam'ın Mekke'de ilk tebliğ edildiği günlerde bu dinin en önemli ibadetlerinden biri olan namazın Mescid-i Aksa'ya yönelerek kılınması İslam'ın ilk kıblesinin bulunduğu Kudüs şehrinin önemini açıkça gösterir. Müslümanlar bu ilk kıblenin kutsiyetini idrak ederek tarih boyunca buraya sahip çıkılması gerektiğinin bilinciyle hareket etmiş ve bu mukaddes beldeyi her zaman koruyarak tevhit inancının bayrağı altında bulunması gerektiğine inanmışlardır. Kudüs ebediyen İslam'ın ilk kıblesi olma özelliğini koruyacak ve Müslümanlar buraya sahip çıkmak zorunda olduklarını hep idrak edecek ve bu beldenin Haçlı veya Yahudiler tarafından işgal edilmesi hâlinde tarihte olduğu gibi mutlaka kurtarılması gereğine inanarak çalışacaklardır. Kudüs Yahudilerin değil, Hz. Âdem'den bu yana gelen tevhidin temsilcisi peygamberlerin mirasıdır. Bu miras nesilden nesile Allah'a itaat eden Salih kullara devredilmiş ve onlar buna sahip çıkmıştır.

 

FİLİSTİN’DE GEÇTİĞİMİZ GÜNLER YAŞANANLAR

İsrail, Mescid-i Aksa’ya girişleri metal detektörle kısıtlayarak sadece 65 yaş üstü Müslümanların buraya girebileceğini açıklamıştı. Tüm bu yaşananlar Filistinlilerin Cuma namazını kılmasını engellemiş ve Filistin'deki gerilimi bir kez daha artırmıştı. Filistin Müftüsü Muhammed Hüseyin'in çağrısı ile Cuma günü Aksa'ya gitmeye çalışan Filistinliler Müslümanların kutsal beldesinin kapılarını tutan İsrail güçleri tarafından engellendi ve yüz binlerce Müslüman Kudüs sokaklarında namaz kılmak zorunda kaldı. Son 1 haftada artan İsrail baskısı ve ihlalleri, Filistin'de yeni bir mesele değil. İsrail'in baskıcı ve işgalci politikaları bütün bölgeyi etkileyen bir sorun olarak uzun yıllardır karşımızda duruyor.

Röportaj Mehmet Ali Elmacı – Memleket