Konya'dan geldin, etlietmek yedin

Konya'dan geldin, etlietmek yedin

Çalıştığı işinden kalan günlerini dünyayı gezmeye ayıran Seymen Bozaslan, gezip gördüğü yerleri fotoğraflayıp farklı mecralarda meraklılarına anlatıyor

 Gezgin Seymen Bozaslan, bir yandan reklamcılık ve medya sektöründe çalışmalarını sürdürürken, bir yandan dünyanın ve Türkiye'nin kültürel zenginliğinin peşinde koşuyor.

Kendisini "Ne profesyonel fotoğrafçıyım ne gurme ne de profesyonel bir rehber. Dünya denen misafirhanenin tüm odalarını gezmeye çalışan biriyim." şeklinde tanımlayan Bozaslan, gittiği şehrin spor tutkusunu araştırmayı, mutfağını test etmeyi ve anılarını ölümsüzleştirecek fotoğraflar çekmeyi seviyor.

Bozaslan, gezip gördüğü yerleri fotoğraflamasının yanı sıra kişisel blogu, seyahat dergileri, gazete ekleri ve sosyal medyada meraklılarına anlatıyor.

Üniversitede "Stratejik Pazarlama ve Marka Yönetimi" eğitimi alan, yıllarca futbol hakemliği yapan gezgin, Anadolu'dan topladığı insan hikayelerini de yeni çıkan kitabında anlatıyor.

Seyahati bir tutku haline getiren ve yaklaşık 15 yıldır düzenli geziler yapan Bozaslan, gezginlik hikayesini ve gezginliğin kendisine kattıklarını AA muhabirine anlattı.

SORU: Nasıl gezgin oldunuz?

Seymen Bozaslan: "Aslında Anadolu'daki memleket çocuklarından bir örnektim. Gezginliğim anneannemle, büyüklerimle yolculuklarla başladı. Üniversiteyi bitirip ekonomik kazancı ele alınca önce Türkiye'de gezdim, daha sonra Türkiye yetmedi yan komşular, orası da yetmedi derken yurt dışında birçok yer gezme ve keşfetme imkanım oldu. Keşfetmeye başladıkça zaten devamını merak ediyor insan. Bir örnek var bir yerde okumuştum, bir dağ var, dağa gidiyorsun, dağı görüyorsun ama dağın ardında ne var onu merak ediyorsun. Onun gibi biraz da. Yaklaşık 14-15 yıldır düzenli bir şekilde geziyorum. Normalde yılda 3-5 defa gezerken son 4-5 yıldır yılda 30 seyahat yapıyorum. Bunların bir kısmı yurt dışı, bir kısmı yurt içi oluyor."

- "İnsanı tanımak, bence yerele inmek her zaman daha kıymetli geliyor bana"

SORU: Keşfetme arzusu herkeste oluşur ancak herkes yılda 30 seyahat edecek motivasyonu bulamaz. Sizi bir seyyaha döndüren bu motivasyonu nasıl buldunuz?

Seymen Bozaslan: "Önce turist oldum, yani gittiğim yerleri sadece bir rehber okuyarak gittim. Nerede yer, içebilirim diye gittiğim ve sonrasında hiç yazmadığım bir durum vardı. Sadece deneyimliyordum. Sonrasında gezmeye ve gezgin olmaya başladım. Bu sefer gittiğim yerleri gezdim, gördüm, yedim, içtim, deneyimledim ve bunları anlatmaya çalıştım insanlara. Anlatırken de bir blog sayfası açtım. Ondan sonra gazete ve dergilerde yazmaya başladım. Gezdikçe gördükçe daha çok şey keşfediyorsunuz, onları insanlara tavsiye ediyorsunuz, tavsiye ettikten sonra bu insanlar size teşekkür ediyor. Çünkü insanların elinde bir rehber oluyor artık, Seymen'in hazırladığı bir rehber var. Onlarla geziyor, bunları görüyor vesaire... Bunlardan insanların faydalanması beni motive eden bir şey oldu."

SORU: Gittiğiniz yerlerde nelere dikkat edersiniz?

Seymen Bozaslan: "Öncelikle doğasına dikkat ediyorum çünkü fotoğraf çekmeyi seviyorum. Çok profesyonel bir fotoğrafçı diyemem kendime yalnız gerçekten fotoğrafla uğraşmayı inanılmaz seviyorum. Uygun yerlerde uygun kadraj kovalamayı seviyorum diyebilirim. O yüzden öncelik doğası benim için. Yemek yemeyi seviyorum, yemek olayı güzel oluyor. Bu biraz da genlerden kaynaklı herhalde. Okul dışında tarihi noktalarını merak ediyorum ama en temel insanını merak ediyorum. Çünkü günümüzde birçok insan bir yere gittim dediği zaman nereden geldin diyorum. Konya'dan geldin, etlietmek yedin, Mevlana'yı ziyaret ettin, gezdin gördün, yedin, içtin evet sonra döndün. Ama hiç Konyalıyla konuşmamış, sohbet etmemiş. Aslında kitabın temel fikri burada ortaya çıktı çünkü insanlar yarım geziyor bence. İnsanı tanımak, bence yerele inmek her zaman daha kıymetli geliyor bana."

- "Orta Doğu'daki insan daha samimi"

SORU: Aradığınız şey ne?

Seymen Bozaslan: "Son bir-bir buçuk yıldır Almanya'nın köylerini geziyorum. Almanya'nın Avusturya sınırındaki kasabaları ve o bölgede yaşayan insanlarla konuştuğum zaman gerçek Alman temeline iniyorsunuz. Bizim Karadeniz'de silah olayı var düğünlerde vesaire... Almanya'nın bir bölgesini buldum, orada düğünlerde silah atıyorlar. Gerçekten bunlar has Alman'dır. Gerçekten büyük şehirlerde böyle insanlara rastlayamazsınız ancak kasabalara inince değişik insanlarla tanışıyoruz."

SORU: Tanıştığınız en ilginç insan, karşılaştığınız en ilginç şey neredeydi?

Seymen Bozaslan: "Orta Doğu'daki insan daha samimi geliyor bana da... Doğa anlamında en güzel gezi bence İzlanda. O civar inanılmaz bir yer, defalarca gitsem sıkılmam. Çünkü bir yandan siyah kumlar, bir yandan 10 bin şelale var. İki ucu 400 kilometre olan bir ada. Yani İstanbul-Ankara arasında 10 bin şelale olduğunu düşünün. Doğası anlamında beni inanılmaz etkiliyor. Sürekli gökkuşağı görüyorsun ve sıkılıyorsun artık. Kültür anlamında İran beni çok etkiliyor, 5 bin yıllık bir geçmişi var zaten. Orada çok enteresan deneyimler yaşadım. Onun dışında Gürcistan ve Azerbaycan tarafı aynı şekilde. Buralarda insanlarla birebir çok rahat sohbet edebiliyorsunuz. O yüzden buradaki insanlar çok daha kıymetli oluyor."

SORU: Kaç ülkeye gittiniz, kaç şehir gördünüz ?

Seymen Bozaslan: "54 ülke dolaştım. Bazı yerlere 4-5 defa gittiğim oldu, toplam 250'den fazla şehir görmüş olabilirim. Türkiye'de de 81 ilin hepsini gezdim diyemem ama hepsinin il sınırında bulundum, çoğu yerini de görmüşümdür."

- "Minimal yaşamayı öğrendim"

SORU: Gezmek size ne öğretti ya da sizde neyi değiştirdi?

Seymen Bozaslan: "Ön yargıyı kırdı bir kere. Sokakta gördüğünüz insanın ya da köyde yaşayan bir insanın gerçekten tek bir standardı olmadığını öğrendim. İnanılmaz insanlar, inanılmaz cevherler çıkabiliyor. Faydası oldu. Onun dışında minimal yaşamayı öğrendim. Çok küçük çantayla 15 gün geçirebiliyorum. Kendimi programlamayı öğrendim. Sürekli planlı bir şekilde yaşıyorum. Yıl bazında 30 seyahat yapıyorken bunların 20'si ocak ayında belli neredeyse. Ocak ayından aralık ayına kadar birçok seyahati önceden planlıyorum ve ona göre hareket ediyorum. Bunlar bana birçok şey kattı diyebilirim. Artık mızmızlanmıyorum, o önemli. Çünkü zor şartlarda geziyorsun, bazen çok pahalı lüks bir yerde geziyorsun, bazen çok soğuk bir yerde geziyorsun."

SORU: Bütçenizi nasıl ayarlıyorsunuz?

Seymen Bozaslan: "Minimal yaşamın avantajı o oluyor, bir yere gittiğin zaman önceliklerin değişiyor. Kapalı lüks bir yerde yemek yemek yerine o bütçeyle bir yere ulaşımını sağlayıp orada bir yer görüp fotoğraflamak daha çok hoşuma gidiyor. Döndüğüm zaman orada yediğim yemeğin tadını unutabiliyorum ama o fotoğraf benimle kalıyor. Bunun dışında destek veren sponsorlarım var. 2-3 yıldır çalıştığım insanlar var, bu da bana bazı şeyleri kolaylaştırıyor. Ulaşımımı kolaylaştırıyor ya da konaklamamı kolaylaştırıyor. Bazı şeyleri kafamdan sildiğim zaman da daha rahat bir gezi yapabiliyorum ve gezeceğim göreceğim yerleri daha rahat konsantre çalışabiliyorum.

Sürekli uygun biletleri, uygun otelleri kovalıyorsun, hesap kitap yapıyorsun tabii. Zaten kimseye sponsorluk gökten gelmiyor. Sponsorlar için biz de bir şeyler yapıyoruz, ben onlara içerik sağlıyorum onlar da bana destek veriyor."

- 11 senelik bir futbol hakemliği geçmişi

SORU: Aynı zamanda farklı bir işte çalışıyorsunuz. Ne iş yapıyorsunuz?

Seymen Bozaslan: "Bir yandan hayatı kaçırmak istemiyorum, 14 yıldır kurumsal hayatta çalışıyorum ve son 11 senedir aynı yerde çalışıyorum. Bunun dışında 2004-2015 arasında 11 senelik dönemde futbol hakemliği geçmişim oldu. Aslında gezmeme de biraz bu katkı sağladı diyebilirim. Çünkü zaten çantayı alıp çıkıyordum, maçlara gidiyordum. Ondan sonra artık o çantanın içinden hakem formalarını çıkartıp gezeceğim yerleri çekeceğim kamera, ekipman, drone koymaya başladım. Yani 14 yıldır aktif bir şekilde çalışıyorum. Medyada reklam sektöründeyim. Beyaz yakalılardanım diyebiliriz."

SORU: O zaman bu "gezgin"liği, plazalardan kaçma eylemi olarak düşünebilir miyiz?

Seymen Bozarlan: "Kesinlikle öyle. Bir kapalı kutunun içerisindeniz ve hafta sonu iki gün izinli olmak size bir kıymet geliyor. Hafta sonu çalışmamak çok büyük bir avantaj, ben gezi planlarımı bununla sağladım. Hafta sonu iki günün dışında pazartesi ve salı da izin aldığınız zaman orada size 4 günlük bir alan çıkıyor. O 4 günde seyahat edebiliyorsunuz. 20 gün yıllık iznim var, resmi tatiller, bayramlar derken yılın üçte birini gezebileceğiniz bir ortam çıkıyor aslında. Ben de bunu değerlendiriyorum. Yılın üçte ikisi çalışıyorum, üçte biri seyahat ediyorum diyebilirim. Çalıştığım üçte ikide de seyahat rehberleri falan hazırlıyorum, kitap yazıyorum."

- İnsan hikayeleri için 30 bin kilometre yol

SORU: "İçinden Yol Geçen Hayatlar" kitabında Anadolu'dan 71 insanın hikayesini anlatıyorsunuz. İnsan hikayeleri yazmaya nasıl ve ne zaman karar verdiniz?

Seymen Bozaslan: "Bir buçuk yıl önce fikir aşamasında başladım. Son 7 ayda da gaza bastım diyebilirim. Başka bir kitap yazabilirdim aslında. Daha önce gazete ve dergilerde yazdığım şeyler genelde şehir rehberleri niteliğindeydi. Ama insan tanımanın daha farklı olduğunu düşünerek klişe bir işten farklı bir şeyler yapmak istedim. Gezmek, insanlarla iletişime geçmek ve onlardan bir şeyler öğrenip hayatında uygulamaktır. Bu fikirle ortaya çıktı. En başta 20 insanı buldum tesadüflerle, seyahat ederken denk geldim. Daha sonrasında bu fikir ortaya çıkınca bu algıda seyahat etmeye başladım. Gittiğim yerlerde artık muhtarlarla, valiliklerle, görüşmeye başladım. Onlardan yönlendirme aldım. Totalde 120 insanla görüştüm, 71 kişiyi kitaba girmeye ikna ettim. Her birinin fotoğraflarını çektik, yaklaşık 30 bin kilometre yol yaptık bunun için. Hatta rota olarak belirtirsem İstanbul'dan Artvin'e kadar, oradan Hakkari, Şırnak, Gaziantep, Mardin, Şanlıurfa ve Ege'de seyahati tamamladım. Bu şekilde 71 insanın hikayesini temmuz ayında bitirdim."

- "Yılda da en az 100-150 günü otelde geçiriyorum"

SORU: Sizi en çok etkileyen, en ilginç hikaye hangisiydi?

Seymen Bozaslan: "Hepsi çok farklı, hepsinden çok şey öğrendim ama Gaziantep'te Mehmet Tekerlek isminde bir amca var. Kendisi Gaziantep'in yoksul haritasını çıkarmış. Bir restorana gidiyor 1970'li yıllarda. O gün son müşteri olarak gittiği restoranda yediği yemeklerin atıldığını görüyor. 'O yemekleri niye atıyorsun, o kadar fakir fukara var, onlara versen daha iyi olmaz mı?' diyor ve o gün o kişiden yemekleri alıyor. Ertesi gün tekrar alıyor, tekrar, tekrar derken esnaf kendi arasında 'Fazla yemekleriniz varsa Mehmet Amca'ya verin.' demeye başlıyor. Mehmet Amca yemekleri tespit ettiği fakirlerin evlerinin önüne, onları hiçbir şekilde haberdar etmeden gece yarılarında bırakıyor. Tabii bunu yaparken de hep şık, fötr şapkası var, takım elbiseli ve kendini göstermeden bu yardımları yapıyor. Bu şekilde yıllarca 'Robin Hood' gibi yardım ediyor. Hatta bir posta kutusundan yoksulların faturalarını alıyor, bir piyango bileti demeti gibi yaparak durumu iyi olanlara seçtirip bu faturaları ödemelerini istiyor. İnsanlar farkında olmadan faturaları ödeniyor aslında. Yıllarca böyle gidiyor. Daha sonra esnaf daha da destekliyor. 'Artık dağıtım yapman için bir minibüs alalım sana.' diyorlar. Para toplanıp minibüs alıyorlar. O da minibüsün arka tarafına 'Topla dağıt, dinsin ağıt' yazıyor ve bu şekilde 35 yıldır Gaziantep'in yoksullarına yardımcı oluyor. Muazzam bir hikaye, ondan çok şey öğrendim gerçekten.

Bunun gibi ilginç hayat hikayelerinin olduğu 71 insanı topladım. Daha da bulabilirim, Türkiye gerçekten çok zengin. Ben bir yerde artık durdum, belki ikinci kitabı düşünürsek orada devamı gelebilir. Bir şekilde zengin bir mozaik oldu benim için.

Ben buradayım, diyen bir sürü güzellik var Anadolu'da, onlarla iletişime geçtim sadece. Başka bir şey yok aslında. Yılda 20 bin kilometre sadece kara yolu yolculuğu yapıyorum, yaklaşık 100 saati de uçakta geçiriyorum. 30'dan fazla seyahat ediyorum zaten, yılda da en az 100-150 günü evimden uzakta bir otelde geçiriyorum."

Dünya kültürel zenginliğinin peşinde bir

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :