İlber Ortaylı’yla “devlet” açılımı

'Türk Devleti'nin Tarihi Temelleri' konulu konferansın konuşmacısı ünlü tarihçi İlber Ortaylı.

Ortaylı konferansta yine her zamanki üslubuyla konuşuyor.

Orhun yazıtlarından, Fransız edebiyatına, Enderun’dan Cumhuriyet elitlerine, açılımdan, Ermeni soykırımı tartışmalarına kadar pek çok konuda ilginç ayrıntılara değiniyor, dinleyicilerin ufkunu açıyor…

Konuşmasında Türkiye’nin olmazsa olmazlarına dikkat çekiyor.

İlk başta Türklerin en önemli meziyetinin devlet kurmak ve örgütlenmek olduğunu söylüyor ve  bunu da “asker” eliyle yaptığını belirtiyor Ortaylı. Bu tezine de  ilginç bir örnek veriyor: “Mesela sadrazamların öyle muazzam evleri yoktur, Topkapı Sarayı’nda yirmi kişiyi geçmeyecek sofalar vardır, ancak asker söz konusu olduğunda koskocaman bir Selimiye kışlasıyla karşılaşırız,” diyor.

Bütün teknolojik yeniliklerin ordu tarafından gerçekleştirildiğine dikkat çekiyor.

Ortaylı’ya göre Ordu millet olmak Türk devletinin en bariz göstergesi ve en büyük gücü de çok iyi yetiştirilen Türk askeri.    

Buradan günlük siyasete de gönderme yaparak “demilitarist” yaklaşımların Batı kaynaklı olduğunu, Batının son dönemde asker yetiştiremediğini ve kendinde olmayan bir şeyin başkasında da olmasını da istemediğini söylüyor Ortaylı.

Bunun için siyasetçilere, “ordunun bütçesini meclisten geçerken denetleyebilirsiniz, ama ordunun küçülmesine izin veremezsiniz” diyor ve bunun bir hayat memat meselesi olduğunu söylüyor.

Bir şey daha çok önemli Hoca’ya göre.

Tarım ve köylüler.

İlber Hoca,  Türkiye’nin dışa bağımlılığının önemli sebeplerini sıralarken, kötü  tarım politikası, buna bağlı olarak köylü nüfusun giderek azalması, köyün üretim yeri olmaktan çıkmasına vurgu yapıyor.  

Avrupa Birliği meselesine de farklı bir bakış açısı getiriyor.

Üçte ikisi yaşlı olan bir toplulukla iktisadi ve siyasi aklı olan hiçbir ülkenin işbirliğine gitmeyeceğini söylüyor.

“Açılım” meselesine de değiniyor konuşmasının ilerleyen bölümlerinde.

Kürt açılımının ciddiyetten uzak olduğunu belirten Ortaylı, “Git gitmez, dur durmaz. Fransa olabilirdik. Bütçemizi 20 yıldır götüren, adını koymakta şey var, iç çatışmanın içindeyiz. Bu tip bir açılım ve uzlaşma söz konusu olamaz. Eğitim vereyim diyor. Peki vereyim 3 bin tane okul açalım. Hanginiz Kürtçe okutacak orda. Hollanda'dan Prof. Martin'i mi getireceğim size Kırmançi lehçesini öğretsin diye. Yani bunlar boş laflardır. Benim karşımda Avusturya Macaristan milliyetçiliği yok. O orda olmuş böyle. Türkiye'de bu işlere dikkat edilmesi gerekiyor. Ciddi olunması gerekiyor. Ciddiyetin olmadığı bir yerde ortaya çıkan bunalımın hakikati karşılayamayacağı çok açık. Şarkı söylemek kadar kolay değildir bu sloganları atmak. Politikaların arasında çok ciddi gayret çalışma ve idrak bulunması gerekiyor. Bunların olmadığı yerde birtakım meseleleri halledemezsiniz. Daha evvel Ermeniler'den bu tarafa dönenler oldu. Ermeni meselesini yabancılar idrak etti bizimkiler hala anlamış değiller.  Çünkü araştırıyorlar ve hakikati görüyorlar yabancılar. Bizim millet görmüyor hakikati. Tuhaf çünkü okumuyor. Okumadan siyaset yapılmaz. Bunlar tehlikeli siyasetler. Belediyeciliğe falan benzemez. Yani teferruatı bileceksiniz. Teferruat çok önemlidir. Hakikaten hukukçu olacaksınız." Diyerek açılım konusunda ciddi bir çalışmanın olmadığına değiniyor.

Türkiye’nin önemle üzerinde durması gereken bir konu da “eğitim” diyor Hoca.

  "Eğitim kurumlarımıza dikkat edelim. Üniversite tabii ki açacaksın, ama Hakkari'nin dağına değil, Kastamonu'nun dağına değil. İcabında Ankara'ya 20 üniversite kurarsın. Doğudan gelen çocuklar o şehrin kültürünü görür. Her yere gidip üniversite kurulur mu ya. Bu bir ahlaksızlıktır. Bunu anlattık. Evvela bakkal çakkal çocukları kandırıyor. Ondan sonra oradaki ev sahipleri kazıklıyor çocukları. Ondan sonra her şehirde vardır onlardan bir sürü altında arabası olan pis herifler genç kızları kovalıyor. Bunu söylediğim zaman bizde olmaz öyle şeyler diyor. Yok ya dedim. Üniversite okuyan adam kültür görecek. Dağın başına çocuk yollanır mı üniversite okutuyorum diye. Bir sürü barlar açılmış Çanakkale'de. Böyle bir kepazelik tasavvur edemiyorum. Bunun hizmetle filan alakası yok. Bu aşağı yukarı 40 yıldan beri bütün Türkiye hükümetlerinin ortak kusurudur. Bizim en kıymetli varlıklarımız olan genç beyinlerimizi bu şekilde telef etmeye kimsenin hakkı yoktur." Diyerek çarpık bir eğitim anlayışımız olduğuna da vurgu yapıyor.

İlber Ortaylı Türkiye’nin dış politika konusunda iyi bir sınav verdiğini söylüyor.

Ancak özellikle nüfus politikasına dikkat çekerek, nüfus artış hızının gittikçe düşmesinin iyi olmadığını belirtiyor. Oysaki devletlerin dün olduğu gibi bugün de en önemli gücü nüfustur diyor ve gerekirse Uygur Türkleri’nin Çin tarafından yutulmasına izin verilmeden Türkiye’ye getirilmesini savunarak:  “Çünkü Uygur Türkleri hem çalışkandır hem de entelektüeldir, çok büyük katkıları olur. Türkiye bütün toplulukları kendi içine kabul etmiş bir ülkedir…  Ayrıca Türk devlet geleneğinde idarecilik soydan değil liyakatten geçer. O yüzden en büyük devlet adamlarından biri olan Sokullu, papazlık okulundan yetişen büyük bir Müslüman devlet adamıdır.”  Diyor.

Ayrıca Türk devlet geleneğinde din ve devlet işlerinin hiçbir dönemde ayrılmadığının altını çiziyor Ortaylı.

Ortaylı’ya göre “Devlet her zaman dini kontrol etmiştir, din unsurları da devletin içinde yer almıştır her zaman. Cemaatler, tarikatlar her zaman devlet kontrolünde olmuştur. Bu Osmanlı’da da böyle olmuştur, diğer Türk devletlerinde de. Bu aslında bütün dünyada böyledir, Vatikan devletin devlette Vatikan’ın pek çok zaman işine karışmıştır…İç içe girmiştir. O yüzden devlet ve din işlerinin ayrılması safsatadan ibarettir.”

Evet,  ünlü tarihçinin verdiği “Türk Devleti’nin Tarihi Temelleri” konferansının en çarpıcı konuları bunlardı.

İlber Ortaylı konferansı, içeriği açısından son günlerde yaşadığımız “ Kürt açılımı”, “Alevi açılımı” gibi açılımların dışında bir açılıma da ön ayak olabilecek nitelikteydi.

Görünen o ki bu konferans, uzun zamandır orasından burasından çekiştirilerek adeta iğdiş edilen,  “devlet” e dair “habis düşüncelerin” yeniden sorgulanmasına sebebiyet verecek nitelikte olup, “devlet merkezli ve devlet öncelikli” yeni bir açılım tartışmasının fitilini ateşleyebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar