Vicdanın körelmesi…

 

Türkiye’de son yıllarda gerçek manada toplumsal vicdanı içinde hisseden entelektüele, düşünce üreten adama rastlamak zorlaşıyor.

Bu kanaatimin en önemli sebebi şüphesiz ki yaşanan tartışmaların çoğunun günlük politikalar üzerinden yapılıyor olması.

Düşüncesi sağlam, kalemi sağlam, ufku geniş diye bildiğimiz insanlar da bile bunu görmeye başladık.

İdeolojik, felsefik, edebi tartışmaların yerini günlük siyasi polemikler almaya başladı.

Öyle “derin düşünce”lere, sistematik düşünme biçimlerine kimsenin itibarı yok. Aslında sorun da biraz burada başlıyor.

Şimdiki yazarların, entelektüel diye orada burada gezinenlerin derdi yalnızca ve yalnızca “itibarlı” olmak.

Bu peşinden koşulan itibar öyle üslup sahibi, birikimiyle kendisine şapka çıkaracağımız kişiler tarafından verilen bir itibar da değil. Sosyal medyada, muhtelif muteber (!) gazete ve televizyonlarda boy göstermen bu itibar için yeterli olabiliyor.

Bir kitabının alışveriş merkezlerinde yüzbinler satmış olması da itibar için kafi.

Bu kitap üzerine tartışanların edebiyat çevrelerinden olup olmadığı da mühim değil.

Herhangi bir açık oturumda körler sağırlar birbirini ağırlar şeklinde geçen, eş dost tarafından tanıtımı yapılan bir bestseller kitabının olması yeterli.

Onun içinde ne yazdığını da aslında kimse tartışmıyor, çünkü kitabı tartışacak kadar okuyan bir kesim de söz konusu değil.

Bir iki tane “sağlam” lugat parçalarsan ve bunlar belli başlı gazetelerdeki köşe yazarları tarafından tanıtılırsa oldun “büyük yazar”.

Kendi dünyandaki hastalıklı düşüncelerini, bunalımlarını topluma mal edip, bunalıp bun satarsın, bir iki defa da “anlaşılmaz”lık triplerine girersin, birkaç yerde de toplumun “bam teli” diyebileceğimiz değerlerine hakaret edersin oldun mu büyük yazar.

Bu büyüklük tarzı önceleri sol çevrelere aitti.

Onların yazdıklarını bu toplum hiç anlamıyordu ve anlaşılmadıkları için de büyük yazarlar kervanına kolayca katılabiliyorlardı.

Şimdi aynı şey sağ çevrelerde gelişmeye başladı.

Toplumun büyük dertlerini, büyük umutlarını ve büyük umutsuzluklarını kaleme alan adamlardan ziyade, kendi psişik duygularını ele alan adamlar egemen olmaya başladı.

Belki biz buna son dönemde yaşanan iktidar odaklı bir değişim de diyebiliriz.

Seksenli yıllarda yazılan çizilen şeylerin yanına bile uğrayamayacak sığlıkta yazılar çıkmasının sebebi belki de bu olabilir diye düşünüyorum.

Topluma artık iddialı sözler söylemeye ve toplumun vicdanı olmaya gerek yok çünkü iktidar bizden (!) şeklinde bir algı da oluşmuş olabilir.

Çünkü son zamanlarda bütün sağcı entelektüeller aynı zamanda danışmalık yaparak, bürokrasi de görev alarak devletin bir kurumunda hizmet veriyor.

“Toplumun derdini anlatmak için vakit bu vakit değil, vicdan ve eleştiri muhalefetken geçerliydi” diye düşünebilirler de.

Toplumun sorunlarıyla ilgilenmek, aynı zamanda toplumun sorunlarının olduğuna şehadet etmek demektir ki, sorunu çözecek makamlara yönelik bir ithamı da barındırır bu entelektüel tavır.

Bunun için tüm dünyadaki sorunları, aksaklıkları anlatabiliriz ancak kendi toplumumuzun gerçek sorunlarını anlatacak yazıları yazmayı bir süreliğine erteleyelim diyen ve kendilerini buna rağmen hala entelektüel sayan bir kesimin varlığı acı bir gerçek.

Oysa ki 80’lerde 90’larda bu adamlar ülkenin vicdanı olmak iddiasıyla yola çıktılar ve çok mühim meselelere parmak bastılar.

O günün vicdanlı muhalif adamları bugünün iktidarı….

Sorun muhalefet sorunu değil, sorun muhalefetin iktidara gelerek vicdanının körleşmesi, söyleyecek sözü varsa bile artık söyleyemez hale gelmesidir. Çünkü iktidarlar çoğu defe vicdanları köreltir…

Önceki ve Sonraki Yazılar