Türkler, Brüksel Önlerinde

Günlerdir tartışılan 3 Ekim müzakere tarihi geldi çattı. Heyacan doruk noktasında. Tartışmalar izlenir, yazılanlara bakılır ve dahi bazı Avrupalı bilim ve devlet adamlarının açıklamaları göz önüne alınırsa, 3 Ekim hakikaten sadece Türkiye için değil Avrupa Birliği ve tüm insanlık için önem arzetmektedir. 3 Ekim fenomeni artık sadece Türkiye ile sınırlı kalmamaktadır. Olay sadece müzakerelere başlama ile sınırlı değildir. Nasıl 17 Aralık zirvesi Türkiye dışında milyonları yakından, ama çok yakından ilgilendirdiyse; 3 Ekim tarihide aynı titizlikle ve hassasiyetle takip edilecektir. Türkiye için müzakerelere başlamak Türkiye’nin etrafını ve bölgeyi yakıdan ilgilendirmektedir. Zira 3 Ekim olayına Türkiye’nin kazanacakları ve Avrupa Birliği’nin kaybedecekleri ya da Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne verecekleri ve alacakları olarak bakmak gerekir. Bazı görüşlere göre “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne verecekleri, alacaklarından daha fazladır. Türkiye’nin AB üyeliği ile kazanan sadece Türkiye olmayacak, ondan daha fazlasını Avrupa kazanacak.” Yine aynı görüş şöyle devam ediyor: “Türkiye’nin geleceği hiçbir ülkenin ya da ittifakın/birliğin ipoteği altında değildir. Ancak bugün dünyada bir küreselleşme dalgası var ve her ülke ve güç bundan etkileniyor. Eğer “herkes birbirine muhtaç hale geliyor” diyeceksek, Türkiye AB’ye ne kadar muhtaç ise, AB de en az o kadar Türkiye’ye muhtaçtır.”Evet doğru hatırlanırsa bu satırlarda zaman zaman Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri bir kazan-kazan (win-win) meselesi olduğunu söylemiştik. Oyun kurallarına göre oynanırsa bu ilişkilerden her iki tarafta kazanacak demiştik. Türkiye zaten geçtiğimiz yıllarda hep kazandı. Gwyne Dyer’e göre: “Türkiye, AB’nin üyelik standartlarını karşılamak için kendisini güçlü bir bağla bağladı ve bu durum, on yıl öncesiyle kıyaslandığında şimdi daha demokratik bir ülkede ve eşit şartlarda yaşayan Türkler için iyi bir gelişmeydi. Ve altı ay önce Türkiye, AB’nin en güçlü ülkeleri olan Almanya, Fransa ve İngiltere’yi bu pazarlıkta yanında tuttuğunu, bu ülkelerin içten bir şekilde üyeliğini desteklediğini hissediyordu. Ancak bu tablonun hemen ardından, Fransız ve Hollandalı seçmenler Mayıs ve Haziran aylarında önerilen AB Anayasası’nı reddetti ve tüm manzara birden bire solmaya başladı.”Türkiye Avrupa Birliği yolunda bir demokratikleşme sınavı vermiştir. Ve bu sınavdan başarıyla çıkmıştır. Her ne kadar Türkiye’nin demokratikleşmesi AB üyeliğine bağlı hale gelmiş olsada.Peki Türkiye’nin AB üyeliği sayesinde Avrupa’nın kazanımları ne olacak? Sorusuna bazı Türk aydınlarınca verilen cevap ise oldukca manidardır. Bu konuda ortak görüş genel hatlarıyla şöyledir: “Bunların ilki stratejik önemle ilgilidir. Avrupa’nın uluslararası bir aktör olması, Türkiye’nin AB üyeliğine bağlıdır. Türkiye’nin Orta Asya, Balkanlar, Ortadoğu başta olmak üzere Türk dünyasında ve İslam coğrafyası toplumlarında var olan şuuraltı müktesebatı, gelecekte belirleyici bir rol oynayacaktır. Avrupa Birliği, Türkiye’yi kazanırsa ancak gerçek mânâda bir güç olabilir.” Devamla “dini anlama, yorumlama ve yaşama açısından Türkiye’deki Müslümanlık İslam’ın gülen yüzünü, hoşgörüyü temsil ediyor. Küreselleşme ile birlikte yayılan terör dalgası, ancak medeniyetlerarası diyalog ile önlenebilir. Türkiye’yi dışlayan, üyeliğini reddeden bir Avrupa, Batı dünyasının temsilcisi olarak bütün bir İslam dünyasına tavır koymuş olur. Türkiye’yi kazanan bir Avrupa ise kapılarını ve gönlünü Doğu’ya, hatta Uzakdoğu’ya açmış olur. Yeni milenyumda medeniyetler buluşmasının merkezi Avrupa olur. İhtiyarlayan, sönükleşen, donuklaşan Avrupa, Türkiye aşısı ile kan bulur, can bulur, hayat bulur. Avrupa’nın hayal edemediği hamlenin metafizik gerilimi Türkiye’nin üyeliğinde saklıdır.” Aynı konuda batılı yazarların görüşleri de ilginçtir. Örneğin, İtalya’nın önde gelen gazetesi Corriere della Sera, Türkiye’nin tam üyeliğinin AB’yi siyasi, ekonomik ve ahlaki bir süper güç haline getireceğini belirken aynı gazetede Gianni Rotta tarafından kaleme alınan “Türkiye ile Süper Avrupa” başlıklı yazıda, AB ülkelerinin kendi iç sorunlarıyla boğuşarak Ankara ile müzakereleri savsaklamalarının büyük bir hata olacağı vurgulamaktadır. Devamla “Önümüzdeki yıllarda terörizmle savaş ve kültürler arası sürtüşmeler konusunda, en hassas sınırda harika bir kale tesis edilmiş olacak. Bu, AB’yi köhnemiş, yaşlanmış etik yoksunu bir oluşum gibi betimleyen ABD’liler dahil olmak üzere, en acımasız eleştirmenleri, fiiliyatta yalancı çıkaracaktır. Uygarlıklar çatışmasından korkanlara karşı, laikleşmiş Müslüman bir üyeye sahip Avrupa’nın, hem Batı’da hem Doğu’da hayranlık oluşturacak, farklı bir birlikte yaşama modeli sunması mümkün” diyor.İsterseniz satırlarımızı yazının başlığı ile bitirelim. “Türkler Brüksel Önlerinde” başlığı Alman Focus Dergisi’nin 3 Ekim müzakerelerini anlatmak için atmış olduğu bir başlık. Eşi, benzeri görülmemiş bir müzakere süreci bu 3 Ekim. Görelim, bakalım 3 Ekim’de Brüksel nelere sahne olacak. Dışişleri bakanımızın dediği gibi “Tam üyelik dışında herhangi bir şey önerilir ve yeni şartlar konulursa, arkamızı dönüp gideriz” mi diyeceğiz yoksa tarihin yeni bir başlangıcına mı şahit olacağız? 3 Ekim’de Brüksel’deki buluşmak üzere…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.