Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Sınıf Ayrımcılığı ve İslam

İnsanı büyüklük taslamaya sürükleyen sebepler arasında, kendisini ‘seçkinci’ görmeye dayalı sınıf ayrımcılığı gelir. İslam öncesi cahiliye döneminde bazı kabileler kendilerini diğerlerinden seçkinci/üstün görür ve bu zihniyetlerini hac ve umre ibadetlerine yansıtırlardı. Örneğin cahiliye döneminde hac görevi Arafat’tan başlatılır ve bu başlatma vazifesi Sûfelilere ait olurdu. Özellikle Kureyş ve ona tabi olan Beni Amr, Sakif ve Huzaalılar kendilerini Mekke’nin asilzadeleri olarak görür, bu sebeple diğer kabilelerle birlikte Arafat’ta vakfe yapmaz,  yürüyerek Müzdelife’ye giderlerdi. Bunun gerekçesini de şöyle açıklarlardı: “Biz İbrahim çocuklarıyız. Harem ehliyiz. Beytin sahibiyiz. Mekke’liyiz. Arap kabilelerinin hiçbiri, bizim bulunduğumuz onur ve asalete sahip değillerdir. Bu sebeple bizim halkla birlikte Arafat’ta vakfe yapmamız, sonra halk ile birlikte Müzdelife’ye gelmemiz değer ve rütbemizi düşürür.” İslam geldiği zaman dindarlık bağlamında bu ayrımcılığa:  “İnsanların vakfe edip döndükleri (Arafat’ta) gibi (hep birlikte) vakfe edip dönünüz. Allah’tan mağfiret dileyin. Allah bağışlar ve merhamet eder” (2/Bakara 199) âyetiyle ve Hz. Peygamber de: “Hac, Arafat’tır” buyurmak suretiyle son verecek, böylece sınıf ayrımcılığını temel alan cahili gelenek düzeltilmiş olacaktır.

 Bir başka açıdan, özellikle cahiliye zihniyetinde varlıklı olmak,  seçkinci olmanın ve kendisini Allah’tan müstağni görmenin bir göstergesi sayılırdı. Bu duygu onlarda dünyevîleşmeyi artırmış, Allah’a rağmen yaşamanın kapılarını açmıştır.  Kehf Suresi’nin 32’den 43. âyete kadar geçen âyetler grubunda bu durum çok güzel tasvir edilir. Allah’ın yerine serveti koyan, sahip olduğu servetin kendilerinde ebedilik düşüncesi meydana getireceği düşüncesine kapılan bu kesim, hem yaşam biçimleriyle ve hem de sözleriyle; kıyameti, ölüm ötesi hayatı ve nübüvveti inkâr etmişlerdir.

Bir başka örnek de Hz. Peygambere karşı, cahiliye zihniyeti tarafından reva görülmüştür.  Nitekim İslam’ın Mekke döneminde bir avuç iktidar seçkini,  yeni daveti sevimsiz göstermek için başta Hz. Peygamber olmak üzere ona inananlar hakkında olmadık yalanlar uydurarak karşı koymuşlar, bütün toplum kesimlerini direnişe çağırmışlardır (38/Sa’d 6-7).

Sonuç olarak İslam daveti,  toplumu, siyasi nüfuz ve hâkimiyetin baskısından kurtararak sosyal adaleti tüm toplum kesimlerine hakkaniyet ölçüsünde yaymayı temel ilke edindi.   Birinin diğerine renk, servet ve makam açısından değil, sadece ve sadece Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyıp taşımadığından dolayı değer kazanabileceğini ortaya koydu. Bu bağlamda insanı değerli kılan,  Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşımak ve düzgün amellerde bulunmaktır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.