Tesettür ve Başörtüsü

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Kur’an nâzil olmadan önce câhiliye Arap toplumunda inanç ve ibadet hayatı vardı. Çok tanrılı ulûhiyet anlayışına, peygamber, melek ve kader inancına paralel olarak; namaz, oruç, hac, tavaf, telbiye, vakfe, kurban vb. gibi ibadetler de sözkonusu idi. Kur’an tamamen dinden bağımsız bir topluma değil, dinle irtibatlı bir topluma inmiştir. İşte Kur’an inişiyle birlikte, orijinalliğinden saptırılan inanç ve ibadetler konusunda bir tadilat ve restorasyona gitmiştir. Bunlardan birisi de tesettür ve başörtüsü meselesidir.  İnsanlık tarihi boyunca giyinme bir ihtiyaç olarak görülmüştür. Çünkü giyinme güdüsü, insan doğasının bir gereğidir. Kılık ve kıyafetin şeklini ve biçimini belirlemede yaşanılan ülke ve bölgenin iklim şartları etkili olduğu gibi, toplumların inanç, örf ve gelenekleri de etkili olmuştur.

İslam öncesi cahiliye Arap telakkisinde kadının saçı çok değerli, övünülecek bir nesne olarak görüldüğü için başına bir felaket gelmedikçe -kocasının veya bir yakınının ölümü gibi- asla tıraş edilmezdi. Câhiliye örf ve geleneklerine göre kadın, kocası veya çok değerli bir yakını vefat ettiği zaman üzüntüsünü ortaya çıkarmak ve fedâkarlığın zirvesinde olduğunu kanıtlamak adına saçlarını el-hâlika adı verilen kadın kuaförlere tıraş ettirir, sıfırlar; başına toprak saçar, kül dökerdi. Meşhur şaire Hansâ bir şiirinde biraz da kadınların saçlarını tıraş ettirmelerini eleştirerek şöyle der: “Ben iki nalinden ve başı tıraş etmekten, sabretmeyi daha hayırlı gördüm.” Dolayısıyla câhiliyede gereksiz yere kadının başını tıraş ettirmesi, uğursuzluk alâmetlerinden sayılırdı. Ölüm, savaş gibi olağanüstü hallerde asil bir kadın saçlarını keser, ayağından iki nalinini de çıkararak kafasına vururdu. Aynı zamanda bu durum,  kadının başına gelen bir felaketin de ilanı demekti. Yine kabileler savaşta düşmana karşı direnişi sürdürmek ve zafere ulaşmak istediklerinde savaşçıların cesaret ve kavga gücünü artırmak için toplum nezdinde yüksek itibarlı kadınlar, saçlarını tıraş ettirirlerdi.

Arapça’da örtmek manasına gelen “hamr” sözcüğü, insanın beş azasının yer aldığı başıyla/kafasıyla ilgili bir kavram olarak kullanılmıştır. Bu sebeple aklı/beyni bürüyüp örttüğü için şaraba hamr denilmiştir. (Bkz. Bakara 2/219;Maide 5/90-91; Muhammed 45/15;Yusuf 12/36, 41). Kur’an’da geçen ve aynı kökten türeyen “humur” sözcüğü, ‘başörtüsü’ anlamına da gelir. Âyette bizzat “humurihinne” kelimesi kullanılmıştır. (bkz. Nûr 24/31). Câhiliye Arap toplumunda kâhinler/medyumlar kehânette bulundukları sırada başlarını bir örtü ile örttükleri için kendilerine zü’l-hımâr (örtü sahibi) denilirdi. Eğer hatırlarsak, Peygamberimize ilk vahiy geldiği zaman hemen evine dönmüş ve eşi Hz. Hatice’ye “beni örtünüz, beni örtünüz” demiştir. Kur’an’da her biri bir sure adı olan ‘Müzzemmil’ ve “Müddessir” kelimeleri de örtü ile ilişkili olup, örtüye bürünmek anlamlarına gelir. Bundan dolayı Mekke’li bir takım putperestler, kâhinlerin başları örtülü olmasından dolayı bir mukayeseye giderek Hz. Peygamber’i de kâhin olarak nitelendirmişlerdi.

Kur’an’da, mümine kadınların ilk câhiliye kadınları gibi açılıp-saçılmama uyarısında bulunan âyette geçen teberruc kavramının yorumunda da câhiliye kadınlarının başörtüsü kullandığı anlaşılmaktadır. (Bkz. Ahzap, 33/33).  İslam’ın erken dönemlerinin ünlü Kur’an yorumcusu Mukâtıl’a (ö. 150/767) göre teberruc sözcüğünün anlamı, kadının örtüyü başına alıp bağlamadan onu bırakması, gerdanlık, küpe gibi takıların yerlerini, boyun ve boğazını açık bulundurması anlamına gelmektedir. Demek ki câhiliye kadınları da başörtüsü kullanıyordu. Fakat onlar bu örtüyü, kimi zaman enselerine bağlar, bazen arkalarına bırakır; yakaları önden açılır, ziynetleri (takıları ve bu takıların takıldığı yerleri) görünürdü. Yani, onlar halaylık yaparlardı. Taç, küpe, gerdanlık, bilezik gibi takıların takıldığı ziynet/süs yerleri açık kalırdı. Elbette câhiliye devrinde örtülü kadınlar olduğu gibi örtüsüz kadınlar da vardı. İslam geldikten sonra, nasıl ki itikat ve ibadet konularında bazı düzeltmelere gitmişse, tesettür ve başörtüsü konusunda da bir düzeltmeye gitmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla zaten kimi câhiliye kadınları başlarını örtüyordu, ama Kur’an ziynet, yani, takıların takıldığı süs yerlerinin örtülmesini istemekle birlikte başın da örtülmesini tekrar teyit etmiş oldu. Tesettür ve başörtüsü meselesi tartışılırken mutlaka,  usul olarak Kur’an başta olmak üzere; Hz. Peygamberin nebevî sünneti, icma ve tarihsel tecrübe dikkate alınmalıdır. Elbette, Ehl-i sünnet itikadına göre nasıl ki bir kimse, namazın, orucun, zekatın, haccın farziyetini inkar etmediği sürece Müslüman kabul edilirse, başörtüsünün varlığına inandığı halde yerine getirmeyen kimse de müslümandır, asla tekfir edilemez. Kaldı ki, başörtüsüyle ilgili hususların geçtiği Nur Sûresi’ni bir bütün olarak değerlendirdiğimiz zaman hemen bu surenin ilk âyetinde kesin farzlardan bahsedildiğini görürüz. Bu da bize bir fikir vermelidir.

 

Yorum Yap
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.