ŞAİR SAVTÎ..

Seyit Küçükbezirci

“ŞAİR SAVTΔYİ, YANİ, MUSTAFA ATAMAN’I ANARKEN

   Bir ay kadar önce, hiç yoktan, aklıma Mustafa Ataman düştü. 2000 yılında, eski sokaklarda dolana dolana Yalçın Dikilitaş’la .irlikte evine gitmiştik. Bir resim çektirmiştik: bir sedirin üstüne dizilerek. Yalnız yaşıyordu; çocukları hürmette de, ev işlerinde de kusur etmiyorlardı. Direndi; “Çayı ben pişirecem size” diye. Yalçın’la on kez “Olmaz” dedikse de dinlemedi. Üstelemedik; huyunu elli yıldır bilirdik; Nuh der, Peygamber demezdi. Bize ikram edeceği çayın son çayı olduğunu, kalbine mi “dammıştı”?

   Bir daha göremedik; O, 17 Kasım 2001 de “amel defteri”ni dürüp Hacıfettah’a gitmişti.

   O resmi arıyordum. Bakmadığım dolap, raf, albüm, kitaplık kalmamıştı. Yorgun ve bezgin, umudumu kesmişken bir kitabın içinde buldum. Mehmet Ali Uz’un1997 yılında yayınladığı “75. Basın Yılında Mustafa Ataman” kitabının içine koymuşumu.

“SAVTΔYİ HATIRLAMAK MI İSTİYORDU; ACABA?

   Mustafa Ataman’ın gazeteciliğini bilirim, yazarlığını bilirim. Onun yayzı labirentlerine girdiği yıllarla benim girdiğim yıllar aşağı yukarı birbirine yakın. Ataman ellili yaşlarında, ben onaltılarda. O, ateşin yaktığını, suyun boğduğunu, taşın sert olduğunu biliyor; “Ben”, bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır sanıyorum.

   Daha başlarken dedim ya; bir ay kadar önce, hiç yoktan, aklıma Mustafa Ataman’ın “şairliği” düştü.

   1960’dan 2000’e kadar onca gazetede yollarımız kesişmişti. O’nun bazen “Kozanoğlu” bazen “Ataman” olarak yüzlerce yazısını okumuştum. Ama, şairliğinden haberim yoku. Bunca uçarılığıma, bunca hercâiliğime rağmen bana toz kondurmazdı; “Seyidim” demeden söze girmezdi. Ama, “şairliği”ni hiç belli etmemişti.

   Ataman’a bunca yakın olmama rağmen, O’nun şiirindeki “mahlas”ını bilmiyordum; şiirlerini topluca okumamıştım. “Mahlas”ı “SAVTΔymiş. Mehmet Ali Uz’un Ataman onuruna yayınladığı kitaptan öğrendim yedi şiirini orada gördüm.

   Hayret bir şey. “Savtî”, yani Ataman, karakterini şiirlerine de yansıtmış. Minnetsizliğini, tevekkülünü, başkaldırısını, hicvini mısralara dökmüş; şaşıya “şehlâ” dememiş.

   Şiirlerini özümseyince, niçin “Savtî”yi “mahlas” olarak aldığını anlar gibi oldum. “Savtî”; ses demekti, bağırmak demekti, hatta çığlık demekti. Şiirlerinin bir kısmını size de sunacağım. O zaman daha iyi anlayacaksınız Ataman’ın “Savtî”liğini, yani “sesi”ni.

HAYRET BİR ŞEY. LÂİLAHE İLLALLAH; BU NASIL BİR TASADÜF?

   Bir ay kadar önce Ataman’ı, Ataman’ın şairliğini yazmak durdurulmaz bir istek haline doğmuştu; bende.

   Bu pazartesi yazayım, şu pazartesi yazayım derken; hep bir başka yazı öne geçti. Tedirgindim, Ataman şiirini geciktirmekten. “Yeter gâri Siyid, otur yaz yazıyı, cumartesi” dedim kendikendime. Resmimizi, şiirlerinin içindeki kitabı bulmuştum; yazmalıydım.

   Cumartesi saat 10. Yani, bu yazı için Optima’nın başındayım. Birden aklıma geldi; “Acaba Mustafa Ataman’ın ölüm tarihi neydi? İnternetten bulurum nasıl olsa, deyip başladım. Sonra aklıma geldi “Konya Ansiklopedisi”ne bakmak. Nasıl olsa 1. Cilt, A harfinde vardı.

   “Mustafa Ataman” maddesini Mehmet Ali Uz yazmış. Gözlerime inanamadım; Ataman’ın vefat tarihi 17 Kasım 2001.

   Sarsıldım, gidip yüzüm yıkadım. Ataman 17 Kasımdaa “sır” olmuştu; bugün, Onu yazdığım tarih yine 17 Kasım.

   Hayret bir şey.

   “Tesadüf”mü dediniz? Lâilâhe İllallah. “Tesadüf”se bu nasıl bir tesadüf?

MUSTAFA ATAMAN İÇİN ŞAHİTLİK EDEBİLECEĞİM ŞEYLER

   1997 de “75.Basın Yılında Mustafa Ataman” kitabında Mehmet Ali Uz: “Haksızlığa katiyen tahamül edemez; adeta isyan eden “Seriü’l-infial” dediğimiz mizaca sahiptir. Son derece alıngan ve ince ruhludur. Çok çabuk sinirlenir, ama kızgınlığı fazla sürmez. Doğru düşünür, doğru bildiğinden de asla şaşmaz” diyor. Hasan Özönder de; “O hiç kirlenmemiş bir kalem. O, yazdığını hiçbir zaman yalamamış, daha doğrusu, yalamak zorunda kalmamış bir kalem sahibi. Mert olduğu için fert kalmaktan korkmamış, çekinmemiş bir ehl-i kalem, O” diye tanımlıyor, Ataman’ı.

   Benim de söyleyeceğim çok şey var; Mustafa Ataman hakkında.

   1960-2000; bu ne demektir bilir misiniz? Bu, tam KIRK YIL demektir. Mustafa Ataman, benim, yazarlığımın kırk yılında da bulunmuş bir kişilik.

   Bu odunun eğrisine bile bile razı olmayan “Adam gibi adam”la binbir badirenin içinden geçerken bırakın birbirimizi kırmayı; birbirimize sesimizi bile yükseltmedik. Ben saygıda, O sevgide kusur etmedi.

   Kişiliğini satır başları ile, bir tutam da olsa, vermek istiyorum:

   Sinirliydi; “bozuk düzen” davranışlara, yalakalığa, bukalemunluğa; sureti Hakkan görünerek hayır bulup yıkanlara, yetim hakkını cebellezi edenlere karşı sinirliydi.

   Onurluydu; dişinin etini sorup, kasaba minnet etmezdi.

   “Kul hakkı”na karşı çok titizdi. Ama, Onun hakkını, katakullilerle çok yiyen oldu.

   Odunun eğrisini bile sevmezdi; delikanlı duruşluydu. “Bozkırlı karakteri”nin ete kemiğe bürünmüşüydü.

   Konya folkloruna da önemli hizmetler etti. “Hayırlı bir Konya çocuğu”, rahmetli İhsan Hınçer’in “Türk Folklor Araştırmaları” dergisinde onlarca derlemesi araştırmacıları bekliyor.

   “Milliyetçilik”ten ne anlıyorsanız, Ataman bir “milliyetçi”ydi.

   1908 yılında doğdu; 93 yıllık uzun bir ömrü 17 Kasım 2001’de noktalandı.

ALİ ATAMAN’A BİR AÇIK “MESAJ”

   Ali Ataman, Mustafa Ataman’ın oğlu. Konya Ticaret Lisesi’nden arkadaşım. Ticaret Lisesi’nde duvar gazetemiz “Sesimiz”de; ayda bir yayınladığımız Yeni Konya eki “Ticaret Lisesi’nde Umutlar” sayfasında çok yazdı çizdi. Konya üstüne folklor derlemeleri de yayınlandı. Çoktandır da görmedim Ali Ataman’ı

   Mehmet Ali Uz’un “75. Basın Yılında Mustafa Ataman” kitabından, Ataman’ın şiirlerini “Daldan Dala” adı ile kitaplaştırdığını öğrendim. Ama, onbeş yıldır da yayınlanmadı.

   Şimdi mesajımı yazayım:

   “Sevgili Kardeşim Ali Ataman;

   Mustafa Ataman’ın evrakı arasında böyle bir kitap olması lazım. Eğer kaybolmamışsa bunu yayınlamak sana düşer. Selamlar: eski arkadaşım”.

MUSTAFA ATAMAN’DAN ŞİİRLER:

VARMA YANINA

Cahilin yanını varıp sokulma

Mecbur olur isen fazla oturma

Konuşup beyhude kendini yorma

Kulağına girmez, kelâm beğenmmez.

 

Eli boş, gönlü hoş gezer dolaşır

Olur olmaz yerde söze karışır

Haddini bilmemden bir de yarışır

Burdu Kafdağı’nda adam beğenmez.

 

Bağazına düşkün yemeyi sever

Daveti kaçırmaz icabet eder

Etrafına bakmaz doyasıya yer

Ve lakin arada taam beğenmez

 

Abdestini alır camiye gider

Namazını kılar ve dua eder

Oturup bir müddet vaaz da dinler

Bazı vaiz, bazı imam beğenmez

 

Ne okur, ne sorar, bilir geçinir

Hata kabul etmez birden gücenir

Şurada burada vakit geçirir

(Savtiya), tuhaftır selam beğenmez.

 

KISMET

İlme sarıl, sanat öğren, boş durma

Tacir ol, çiftçi ol. Azmini kırma

Kadere razı ol. Ümitsiz olma

“Kısmet ise gelir Hint’ten Yemen’den

Kısmet değil ise, ne gelir elden?”

 

Görürsün birisi daha karlıdır

Hem senden rahattır, hem az çalışır

Huda’nın taktiri, kim ne karışır

“Kısmet ise gelir Hint’ten Yemen’den

Kısmet değil ise, ne gelir elden?”

 

Yeter ki işimiz meşru olmalı

İçine pislikler karışmamalı

Ma’rifet, darlıkta huzur bulmalı

“Kısmet ise gelir Hint’ten Yemen’den

Kısmet değil ise, ne gelir elden?”

 

İnsana yakışmaz yan gelip yatmak

Azmedip, durmadan lazım çalışmak

Mümkün mü kadere küsmek darılmak

“Kısmet ise gelir Hint’ten Yemen’den

Kısmet değil ise, ne gelir elden?”

 

Bilmeyiz herşeyde vardır bi hikmet

İnsana yakışan devamlı hizmet

“Savtî” der ki: Kula eyleme minnet

“Kısmet ise gelir Hint’ten Yemen’den

Kısmet değil ise, ne gelir elden?”

 

GEÇTİ ZAMAN

Hep değişti komşular, gelmez oldu akraba

Görürlerse bir yerde derler ancak merhaba

Peşpeşe düşüp gitti bütün eski ahibba

“Ben gurbette değilim, gurbet benim  içimde”.

 

Bir zamanlar gençlikte ben de esip yağmıştım

O günler öyle kalır pek değişmez sanmıştım

Geldi başa akibet ağır ağır yaşlandım.

“Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına”.

 

Fer azaldı gözlerde, kulaklar ağırlaştı

Dizde takat kalmadı yıkınlar uzaklaştı

Mevla bilir, sanırım artık ecel yaklaştı,

“Ey ufuklar diyorum yolculuk var yarına”.

 

Yıllar beni yıprattı bir köşeye çekildim

Misafirlik bitiyor gel deyince giderim

Gece gündüz  hazırım şimdi emir beklerim

“Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime”.

 

Çoğu gaflet içinde geçti uzun bir hayat

Safa sürüp ve gülmek kısmet değilmiş hayhat

(Savtî) kimseden değil HAK’tan ister istihdam

“Geçti Bor’un Pazarı sür eşeği Niğde’ye”.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.