Müslümanlar Arasında Birleştirici Dil Kullanmak

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Bugün tarihte olmayan bir kavgayı Müslümanlar kendi içlerinde yaşıyorlar. Yaşadığımız dönem miladi 12.yüzyıla çok benzemektedir. İslam dünyası o gün büyük bir bölünmüşlük dönemi yaşıyordu. Kimliklerin inşası, “ümmet” bilinci üzerinden değil, “mezhep” ve “felsefî inanç” üzerinden yapılıyordu. Bugün de etnik köken ve mezhep üzerinden yapılmaktadır. O günün kelam âlimlerinin yazdığı eserlerin isimleri bile, bu noktada “birleştirici” anlamlar ifade ediyordu. Buna “Kitabu’t-tevhîd”, “el-İbâne an Usûli’d-diyâne”, “Usûlü’d-dîn”, “Sevâdu’l-a’zâm”, “el-İktisâd fi’l-i’tikâd”, “el-Akîdetü’n-nizâmiyye” gibi kitap isimleri örnek olarak gösterilebilir. Çünkü sağlam bir inanç, kişinin hayatına anlam katan, kişiliğini oluşturan ve geleceğine yön veren, istikamet kazandıran en önemli bir faktördür. İnançta bir istikamet olmazsa, ne ibadette, ne siyasette, ne ailede, ne ticarette ve ne de uluslararası ilişkilerde olur.

Günümüz İslam dünyasının kahir ekseriyetinde cahillik, yoksulluk ve derin ihtilaflar hala varlığını devam ettirmektedir. Bu sorunların izdivacından sefalet ve erdemsizlikler ortaya çıkmaktadır. Bundan da yararlanmak isteyen çevreler vardır. Özellikle farklı mezhep ve etnik kökenler üzerinden yola çıkarak Müslümanlar arasında ayrılıkların derinleşmesi için çabalar sarf edilmektedir. Hâlbuki Müslümanlar arasında asgari müşterekler değil, birlikteliği sağlayacak ve her türlü çatışmayı ortadan kaldıracak şekilde azami müşterekler vardır. İtidali temel alan Sünni bakış açısında, hiçbir Müslüman kendi dini yorumunu mutlak yorummuş gibi görüp diğer yorumları “öteki” ya da din dışı göremez. Yapılması gereken aklı doğru bir şekilde kullanmak, nasların ruhunu iyi anlamak ve itikatta orta bir yolu tercih eden bir bakış açısına sahip olmaktır.

İslam’ın doğuşu, istidlâli aklın da doğuşudur. Kur’an-ı Kerim’de sürekli akla ve tecrübeye, insan biliminin kaynakları olan tabiat ve tarihe atıflarda bulunulur. Fikir hürriyetinin kefili olan İslam, daima aklın konumunu yüceltmiş, insanı eşya üzerinde aklî çıkarımlarda bulunmaya çağırmıştır. İnsan âfak (dünya) ve enfüs (benlik) gibi bilgi kaynaklarından yararlanarak Mutlak Hakikat’in bilgisine erişebilir. Zira bu hayatta olgusal işaretleri göremeyen, gelecek hayatın gerçeklerine karşı kör kalacaktır. Ayrıca geleneksel Ehl-i sünnet kelamında aklî düşüncenin önemi üzerinde ısrarla durulmuştur. Bu hiçbir zaman, ne dine karşı aklın yüceliğini ve ne de akla karşı dinin yüceliğini dile getirmedir. Aksine, her ikisi de kendi alanlarında değerlidir. Esas olan arada bulunan sınırların ihlal edilmemesidir. Örneğin, din, ne sadece duygu ve ne de sadece soyut bir düşüncedir. Din, insan bütünlüğünün topyekûn bir ifadesidir. Dinin takdir edilmesinde aklın yeri ve önemi küçültülmemelidir. Dinî tecrübe, duygu ve akıl yanı ağır basan bir tecrübedir. Dolayısıyla İslam dünyasının içine düştüğü fikrî krizin aşılmasında içtihadî aklın devreye sokulması gerekir. Bu konuda tarihi örnekleri yine kendi geleneksel kelam mirasımızda bulabiliriz. Özellikle Sünni rey ekolü, nasları hikmet temelinde yorumlayan bir ekol sistematiğine sahiptir. Hikmet ve hüküm merkezli bir dini yaklaşımla geleceğimizi yeniden kurabilir ve nesillerimize umut dolu bir hayatın kapılarını açabiliriz. Bugün böyle bir metodolojiye şiddetle ihtiyacımız vardır.

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.