Muhammed İkbal’de Tecdîd Düşüncesi-2

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Son iki yüzyılda İslam dünyasının siyasî, askerî, iktisadi, teknik, kültürel ve düşünce alanında Batı karşısında zayıf düşmesi, hiç şüphesiz, Müslüman aydınları  bilgi referans sistemlerimiz üzerinde yeniden düşünmeye sevketti. Naklin getirdiklerini savunmada aklı kullanmayı amaç edinen zihniyetlerin bir ekol olarak tarih sahnesinden çekilmesinden sonra Müslüman dünya bir akıl tutulması yaşadı. Akılcı bir kelam ekolü olan Mâtürîdîlik de hak ettiği ilgiyi yeterince göremedi. Bunun sebeplerini sadece Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin eserlerinin muğlâklığına bağlamak doğru değildir.

Diğer yandan, İslam âleminin eğitim havzalarında ve Müslüman bilincinde eskiyi tekrarlamaya dayalı ve düşünmeden şerhlere, haşiyelere ve ta’liklere kapanma, âtıl aklı adeta güçlendirdi. Özellikle Eş’arî ve selefi çevrelerde akıl karşıtlığı yapmak övgüye layık görülürken, eleştirel akla sahip olmak kınanma ve ‘öteki’ muamelesi görmeye yol açıcı bir zihniyete kapı açtı. Bütün bu içteki olumsuz çabalara rağmen İslam âlemini içine düştüğü derin ve dogmatik uykudan uyandıracak, yeniden sahih İslamî yapılanmalara işlerlik kazandıracak yeni zihnî oluşumlar, değişik bölge ve coğrafyalarda seslerini yükselttiler.  İşte biz bu yazıda İslam dünyasında özellikle dinî düşüncede yenileşme ve dinî aklın eleştirisi gibi konularda özel çabalar içerisine giren Mevlânâ Celâleddin er-Rûmî’nin hayranı filozof Muhammed İkbal’in akla yüklediği anlam ve dinî düşünceyi yeniden yorumlama bağlamındaki görüşlerini tahlil etmeye devam edeceğiz.

M. İkbal, İslâmiyet’te aklî temelleri araştırmanın bizzat Hz. Peygamber tarafından başlatılmış olduğu, görüşündedir. İkbal, İslam’ın doğuşunun istidlâli aklın doğuşu olduğunu söylemeye bir engelin olmadığını görür. Ona göre, Kur’an-ı Kerim’de sürekli akla ve tecrübeye, insan biliminin kaynakları olan tabiat ve tarihe atıflarda bulunulur. Fikir hürriyetinin kefili olan İslam, daima aklın konumunu yüceltmiş, insanı eşya üzerinde aklî çıkarımlarda bulunmaya çağırmıştır. İnsan âfak (dünya) ve enfüs (benlik) gibi bilgi kaynaklarından yararlanarak Mutlak Hakikat’in bilgisine erişebilir. Zira, bu hayatta olgusal işaretleri göremeyen, gelecek hayatın gerçeklerine karşı kör kalacaktır.

M. İkbal, dinde aklî nazarın önemi üzerinde ısrarla durmuştur. Bu hiçbir zaman, ne dine karşı felsefenin yüceliğini ve ne de felsefeye karşı dinin yüceliğini dile getirmedir. Aksine, o, her ikisini kendi alanlarında değerli bulmakla birlikte, yine de aradaki farkın ya da sınırın göz ardı edilmemesi kanaatindedir. Örneğin, din, ne sadece duygu ve ne de sadece soyut bir düşüncedir. Din, insan bütünlüğünün topyekûn bir ifadesidir. Dinin takdir edilmesinde felsefenin (akıl) yeri ve önemi asla küçültülmemelidir. Dinî tecrübe, duygu ve akıl yanı ağır basan bir tecrübedir.

İkbal modern akıl ile İslamî akıl arasında mukayeseler yapar. Müellife göre, Yunan felsefesi, işlevsel aklın ufuklarını genişletmesine rağmen, genellikle Müslümanların Kur’an ile ilgili görüşlerini karartmıştır. Örneğin, Sokrat (m.ö. 384–322) bütün dikkatini sadece insanların dünyasına çevirerek, tabiatı ve tanrıyı ihmal etmiştir. Ona göre araştırma bitki, böcek ve yıldızlar üzerinde değil, yalnız insan çevresinde yoğunlaşmalıydı. Bu ufacık bir arının bile ilahi ilhamdan yararlandığını belirten ve okuyucuları sürekli olarak rüzgârların değişimi, gündüzün geceye dönüşümü, bulut ve yıldızlarla dolu gökyüzü ile sonsuz fezada yüzmekte olan gezegenleri gözlemeye çağıran Kur’an’ın ruhuna tamamıyla ters düşen bir olgudur.

İkbal’e göre, Müslüman aklı, bu sınırlı âlemde nefsini esir etmez. Sınırlı olan Müslüman aklı, sınırsıza geçer ve varlık âleminden Hakk’a intikal eder. Burada İkbal, Kur’anî bir delil olarak: “Şüphesiz ki en son gidiş ancak Rabbinedir” (en-Necm 53/42) ayetine atıfta bulunur. Bu ayet, Kur’an’ın en derin fikirlerini içermektedir. En son gidiş (münteha) yıldızlara doğru değil, sonsuz bir evrensel hayat ve maneviyata yönelik olmalıdır. Yunan aklı, fiziki alanla sınırlıdır. İslam aklı ise, bakışlarını sonsuza çevirir.

İkbal, İslam dünyasının içine düştüğü fikrî krizin aşılmasında, ictihadi aklın devreye sokulmasını önerir. Bu konuda tarihi örnekleri yine kendi geleneksel mirasımızda bulabileceğimizi ifade ederek, meselelerin çözümünde, İslam’da nasları hikmet temelinde yorumlayan ilk eleştirici ve hür fikirli akıl sahibi diye nitelendirdiği Hz. Ömer’i örnek gösterir. Böylece o, modern akılcılık ve liberal bir yaklaşımla, geçmişi tamamen reddetmek yerine gelenekten yararlanarak, geleceği kurmanın mümkün olduğunu vurgular.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.