Mevlana’da “üzüm” metaforu

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Yaşadığımız dünyada maddi alanda olabildiğince bir yükseliş, insanî ve ahlaki değerler alanında hızlı bir düşüş yaşanmaktadır. Adeta insan denilen varlık, bir sıkışmışlık, sufi diliyle kabz hali yaşıyor. Maneviyat alanındaki yoksulluğun dibe vurması, özellikle Batı toplumlarında yaşayan varlıklı kesimlerin aşkın Olan’dan kopuk tamamen insan ürünü yeni paganist dini hareketlere yönelmelerini beraberinde getiriyor. Doğu kökenli,  yoga ve değişik kült merasimleri çok yıldızlı otellerin modern salonlarında ve de pahalı ödemeler karşılığında faaliyet alanlarını alabildiğince genişletiyor. Ekmel vahye dayanmayan bu oluşum ve reçeteler, sorunları çözmek yerine daha çok karmaşıklaştırıyor. Modern kültürün özünde yer alan kutsalla ilişkiyi kesme temeline dayalı  “pozitivist” bakış açısı ve yaşam tarzı, insanın metafizik kaynaklı sorunlarını çözmeye yetmiyor.

 

Bu durum çağımız insanında bunalımı derinleştiriyor. Bu sebeple önyargılardan arınmış insanlar, bir arayış içerisine giriyor. Tam da bu noktada Mevlana’nın farklılıkları varlık âlemindeki renkli vitraylar gibi görme dili, modern insanın gönül dünyasında ısıtıcı bir rol oynuyor. Çünkü Mevlana’nın mesajının özünde ayırma değil, birleştirme; nefret değil, insanı sevme; dışlamacılık değil hoşgörü; düşmanlık değil,  merhamet; farklılıkları bir çatışma unsuru değil, birlikte yaşama zenginliği olarak görme ahlakı vardır.

 

Yaşadığımız yüzyılda ahlaki ve insani alanda düşüşü simgeleyen göçüklerin altında kalan insanlık, sessizce dünyaya yardım çağrısında bulunuyor. Bu noktada Mevlâna, dünyanın küresel sorunlarına çözüm önerileri konusunda yapılan yardım çağrılarına yüzyıllar ötesinden el uzatıyor. Bu konuda onun “üzüm metaforu” büyük önem taşıyor.

 

Mevlâna’nın anlattığına göre,  adamın birisi dört kişiye bir dirhem verir. Dirhemi alanlardan İran’lı ben bu parayı ‘engûr’a vereceğim, Arap olan ‘inep’ alacağım, Türk ise, ben ‘üzüm’ isterim, Rum da ben de ‘istafil’ isterim, diyor. Aralarında anlaşamayan bu insanların her biri aslında aynı şeyi istemektedirler. Mana dilini bilmedikleri için kavgaya tutuşmuşlardır. Farsça, Türkçe, Rumca, Arapça gibi farklı etnik kökene bağlı insanlar, farklı kelimelerle aynı şeyi ifade ettiklerini bilmiyorlar.Birbirlerini anlamadıkları için çatışma içerisine giriyorlar. Burada salt ekonomik durum da sorunu çözmeye yetmiyor. Bunların ne istediğini anlayan beşinci kişi, pazardan getirdiği üzümü ortalarına koyunca, hepsinin istediği şeyin aynı olduğu ortaya çıkıyor.

 

İşte Mevlana felsefesinde ‘üzüm metaforu” evrensel manevi değerleri temsil ediyor. O,  yüzyıllar ötesinden çağımız insanına “inep, üzüm, engur, istafil gibi dil farklılıklarını bir kenara bırak, gönle dön, buluşacak, anlaşacak, sakinleşeceksiniz” demek istiyor. O halde, gönülde birlik olmadan dilde birlik olmaz.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.