İnanç ve Toplum

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah, yeryüzünü maddi-manevi anlamda imar etme ve yönetme ehliyetiyle insanı ‘halîfe’ makamına getirirken,1 ruhlar âleminde verdikleri söze sadık kalmalarını2 hatırlatıcı peygamberler göndermiştir.3  Kur’an’dan öğrendiğimize göre peygamberlerin toplumlarına yönelik davetlerinin ilk mesajını Allah’ın birliğine iman ve O’nu tenzih ilkesi oluşturur.4  Bu ilahî öğretiden açıkça anlaşılıyor ki, Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar gelen bütün elçiler toplumlarını hep aynı akâid esaslarına çağırmışlardır.

İşte İslam’ın inanç esaslarını oluşturan “akâid”, düğümlemek manasındaki ‘akd’ kökünden türemiş bulunan ‘akîde’ kelimesinin çoğuludur. İslam’da zorunlu olarak inanılan şey demektir. Akîde; delile dayalı, vakıaya uygun gönülden kesin tasdik olup, aynı kökten türetilen ve iman ile eş anlamlı olarak kullanılan “itikâd” ise, düğüm atmışçasına bağlanmak bir şeye gönülden inanmak ve bir şeyi gönülden benimsemek gibi anlamlara gelir.

İslam’da dinin temellerini oluşturan akîde sistemi,  insanla-Allah arasındaki bağı kurmamızı sağlar.  Bu kuvvetli bağ, insanı Allah karşısında sorumlu bir varlık haline getirir ve hayatını hangi amaç doğrultusunda yaşayacağını gösterir.  Mecazi anlamda İslam Dini’ni bir binaya benzetecek olursak akâid esasları bu binânın temellerini, şer’î hükümler ise, bu binânın katlarını ve çatısını oluşturur. Dolayısıyla insanın fiilleriyle ilgili olan şer’î hükümleri (emirler-yasaklar gibi) tasdik etmek akâidin bir gereğidir. Bu bağlamda inanç esaslarıyla şer’î hükümler arasında kopmaz bir bağ vardır. Şunu unutmamak gerekir ki, Allah katında şer’î hükümlerin kabul edilmesi, akîdenin sağlam oluşuyla doğrudan ilişkilidir. Çünkü akâidin temelini tevhid inancı oluşturur. Tevhid inancını; Yaratan’la yaratılan varlık arasındaki sınırı idrak etmektir, şeklinde tanımlamak mümkündür. Eğer bu ayırt edici farklılık iyi kavranmazsa; tevhitle şirk, imanla küfür, hakla batıl, islamla cahiliyye birbirine karıştırılabilir. Gerçek anlamda iman edip de imanlarını şirke karıştırmayanlar Yaratan’la yaratılan arasındaki mutlak mesafeyi koruyan kimselerdir.

İslam’da inanç esaslarının dayandığı kaynak, doğrudan Kur’an ve mütevatir hadislerdir. Gerek Kur’an’da ve gerekse mütevatir hadislerde iman esasları açık ve net olarak ortaya konmuştur. Bu iki nakli delilin verdiği haberler kesin olduğu için kabul edilmesi imanı, inkâr edilmesi ise küfrü gerektirir. Kesinlik ifade etmediği için âhâd haberler itikatta delil olmaz, ancak amelle ilgili konularda delil olur. Eğer âhâd haberlerin metni Kur’an’a, akla ve tarihsel olgulara aykırı düşmüyorsa, itikâdi hükümleri açıklama ve desteklemede kullanılabilir.  İtikâdî meseleler zamana, mekâna ve kişilere göre değişiklik kabul etmez. Bütün zamanlar için geçerlidir. Bu açıdan Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e aleyhimusselam’a  kadar bütün peygamberler toplumlarını aynı inanç esaslarına iman etmeye çağırmışlardır. Çünkü akide,  hayat, kâinat, dünya hayatının öncesi ve sonrası hakkında ve hayatın öncesi ve sonrası ile olan alakası hakkında bütünsel bir düşünce tarzıdır. Bu bakış açısı her akide için geçerli olduğu gibi İslam akidesi için de geçerlidir.

Dipnotlar

1-Bkz. el-Bakara 2/30.

2-Bkz. el-A’raf 7/172–73.

3-Bkz. en-Nisâ 4/164; Fâtır 35/24.

4-Bkz. el-A’râf 7/59,65,73,85; Hud 11/.61,84.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.