“Gizli şair” bir “Basın Duayeni”ni anarken

Seyit Küçükbezirci

Ne zaman İbrahim Sur aklıma düşerse; ne zaman İbrahim Sur’u düşünsem Yunus Emre, yüzyıllar ötesinden şu şiirle seslenir:

   Bu dünyada bir nesneye

   Yanar içim, göynür özüm

   Yiğit iken ölenlere

   Gök ekeni biçmiş gibi

   İbrahim’in 56 yaşında ölümü de “Gök ekeni biçmiş gibi” oldu.

KİMİSİNE DOKUZ YIL DOKSAN YILDAN FAZLA GELİR

   Ayrılığı ölümle tartmışlar; “ölümü”ü ayrılıkla tartmışlar; ikisi de ağır gelmiş birbirinden. “Eski Konyalılar” yokluk için “taştan katı, ölümden kötü” derler. “ayrılık” da ölümden kötü. Ateş düştüğü yeri yakar.

   Reyhan Sur; yani, çocuklarıyla birlikte İbrahim Sur’un “Her şeyi” Reyhan Sur, “Sis ve Ateş” şiirlerinin girişinde şöyle diyor: “İbrahim” için.

   “İcazet alıp bilgi dünyadan

   “eyvallah” dedi

   Reyhani/yazıyla “hüvel baki”

   Yazdılar taş olan kemiklerine

   Dönüp bir de bana “sabır” dediler!

   Şafakta sis

   Gecede ateş oldu hasreti…”

   Yunus Emre, dört mısra ile “genç ölümü”nü nasıl bin sayfa yazıdan daha yalın anlatmışsa; Reyhan da İbrahim’in “Eyvallah” deyişini, “hasreti’nin şafakta sis, gecede ateş oluşunu yedi mısrası da aynı ustalıkla anlatır.

   İbrahim Sur, bir kurban bayramı öncesi, “Yarın Bayram” başlıklı yazısını yarım bırakıp çıkmıştı İstanbul caddesine; “eyvallah” diyerek. 2006 yılının 28 aralığından 2015 yılının 28 aralığına kadar dokuz yıl geçmiş. Bir de Reyhan’a, bir de Aslı’ya, Mehmet’e, Onur’a, sormalı. Dokuz yıl mı, doksan yıl mı?

   Zülfü Livaneli’nin söylediği türküde olduğu gibi, “Sur Ailesi” için, İbrahim Sur’un, “Bu dağlarda sesi durur, Gökyüzünde yası durur.”

 

BİR BABA, İBRAHİM DÂHİL ÜÇKARDEŞ, GERÇEKTEN “SUR” GİBİYDİ

   “Konya Basın Tarihi”e not düşmek için yazıyorum. “Baba Sur” gerçekten “baba”ydı; gerçekten “mürettip” ti; yaşamı boyunca milyonlarca harfi tek tek bir araya getirip yazı yazarak Faruk’un, Abdullah’ın, İbrahim’in ekmeğini kazanan “adam gibi adam”dı.

   Önce Faruk Sur, yazıya sevdalandı; “ Surlar’ın ilk gazetecisi oldu. Delikanlı emeğini sebil etti Konya basınına. Sonra şair, sonra öğretmen, sonra “İnsan Hakları” savunucusu oldu.

   Abdullah, “ mürekkep sevdasına tutulan” üçüncü Sur. 1960’lı yıllarda “başa güreşen” iki günlük gazetenin karşı karşıya yönetmeleriydik. Daha iyi gazetecilik için kıyasıya yarıştaydık; o, saygıda, biz sevgide hiç kusur etmedik.

   İbrahim, “Dördüncü Sur” olarak daha on altılı yaşlarda, “düçar oldu” gazetecilik sevdasına. Bir “Baba”  ve üç kardeş, Konya basınında, sanki “dört çarpı dört Bayrak” koşuyorlardı. Ama hep “insan” kalarak…

   Ve. Evet, vee… 1996’dan 2006’ ya kadar, tamam kırk yıl; bir yazı “maratonu.” Yeni Konya, Yeni Meram, Konya Postası, Anadolu’da Manşet. Dernekler, televizyonlar, İletişim Fakültesi. İbrahim Sur’un, “ özel ve tüzel” kimde hakkı yokki. Konya’nın son kırk yılında kişi olsun, gazete olsun, kurum olsun; İbrahim Sur’la “helaleşmeli”ydi; İbrahim gideli altı yıl oldu, bu hesaplaşma “divana” kaldı.

   Bir baba, üç kardeş: Faruk, Abdullah, İbrahim; bence, şahitlik ederim ki; gerçekten, soyadlarının adamı oldular. “Sur” gibi gelip geçtiler.

   Yeni Konya’nın, İbrahim Sur için, ölümünden hemen sonra yayınladığı “Yarın Bayram” adlı kitapta Anmeg Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Özer şöyle yazar: “Bir gazeteci nasıl olur diye sorsalardı ‘İbrahim Sur gibi olmalı’ derdim.”

 

“ŞAİR İBRAHİM SUR”; BİR SAKLI ŞAİR

   “Kader”mi, “tecelli” mi, hiç bilmiyorum; iktisatçı/ ticaretçi olmuşken yazı denizine düşmüştüm. Hikmetinden sual olunmaz. Nasıl bir şanssa, Cumhuriyet’in tekmil yazın/basın kuşaklarını içlerinden, tanıdam. 1960’dan o yana kırk yıl; 1960’dan bu yana elli yıl. Bir “Araplarlı” gibi yemin etmek gerekirse İbrahim Sur, iyi gazeteciliğine, adamlığına, Cumhuriyetciliğine gövdemi basabileceğim biri.

   Ama, bu yönünü saklamış; hem benden, hem herkesten. İnanır mısınız, İbrahim Sur’un “şairliği”ni, hem iyi şairliğini O gidince öğrenebildim. Yazı üstüne, şiir üstüne belki bin saat konuşmuşuz; ama kendi şiirini “ kendine”, bir de Reyhan’a saklamış. Acılarını, kırılmalarını, savrulmalarını anlatmazdı ki. Kendi içinde patlayan yanar dağlara benzetirdim, İbrahim’i.

   Düşünün hele bir. Herkesin zerre kadar bir şey için birbirinin boğazına sarıldığı bir dünyada; hatırın, minnet ve şükranın şınanay olduğu bir devirde, beni, kırk yılda hiç üzmeyen, hiç kırmayayan biri. Anlıyor musunuz, İbrahim’i?

   Bir gün; “Biliyor musun Agabey? Benim kuşağımın idolüsün. Seninle aynı gazetede yazar olarak yazmayı düşlemiştim hep, gençliğimde” demişti. Başkası söyleseydi boşverirdim. İbrahim Sur’un, eminim, çoğu “gizli” şiirlerini Reyhan Sur bir araya toplamış, yayına hazırlamış.

   “Şair İbrahim Sur”la, “Sis ve Ateş Şiirleri”yle bir aydır birlikteyim. İbrahim Sur’un, eminim, çoğu “gizli” şiirlerini Reyhan Sur bir araya toplamış, yayına hazırlamış,

   “İyi bir gazeteci” hükmünde dostun düşmanın “hemfikir” olduğu İbrahim Sur’un şairliği koyu gölgelerde kalsaydı, giderek yitip gitseydi; çok yazık olacaktı. Sonrası da var. Eğer, Reyhan bunu yapmasaydı, şiirimizin de bir yanı eksik kalacaktı. Şimdi iş, “İbrahim Sur Şiiri”ni değerlendirecek sanat adımlarına kalıyor.

   İbrahim’i olduğu kadar Reyhan’ın da “onurlu yaşam savaşı’nın “görgü tanığıyım”. Reyhan’ın “İbrahim’i”ne, yavrularını detek için hasis televizyon sütütyolarında, öğretmen vekillilerinde neler çektiğini bilirim.

   Ama, şu İbrahim Sur’un şiirlerini, “Sis ve Ateş” halinde toplaması, ayrılığın altıncı yılında “İbrahim Sur” imzası ile sunması var ya. “Hakikatlı Eş” diye işte buna denir.

   Sağol Reyhan; İbrahim’i “Konya edebiyat tarih”ine armağan ettin.

 

MÂLUM OLUR İNŞALLAH. ŞİİRLERİNLE ANIYORUM SENİ

   Mevlana Celaleddin; naylar, kümlerle uğurlanmasını istemişti. Kimselere söylemezdin, ama, şiirlerinle anılmak mı isterdin, İbrahim?

   “Sis ve Ateş”in içinde dünya kadar şiir var. Altmışlardan fazla. İşte bir tutamı. Seni “anlamayanlara”  anlamaları dileğiyle...

BAHAR YORGUNU

Bahar korkutur beni

Hep bu mevsimde artar kalp ağrılarım

Hep bu mevsimdi yürüdü sonsuzluğa

Can dostlarım

HİÇ ÖLMEDİK

Kah Bedrettin

Kah Pir Sultan

Ne yorgunluk var/ ne yenilmek

İçimde göğerip durdukça isyan

KIRGINIM

Sitemim sana değil, yaşama gülüm

Yürekte silinmez kırgınlığım var

Bir sabah çalarsa kapımı ölüm

Gülerek giderim yorgunluğum var

Özlemler kuşattı dört bir yanımı

Zamansız gidişler yaktı canımı

Kimseler duymadı can feryadımı

Cesaret tükendi yılgınlığım var

Tekmeler sırtıma şamar enseye

İhanet okunu bastım sineye

Gücenip küsmeden her bir kimseye

Asla bitmeyecek dargınlığım var

ÖZLEM

İlle babam

Babamı istiyorum

Bu bayram

En küçüğü değil miyim bu ailenin

İlle de babamı isterim

Başına kurulmalı bayram sofrasının

Yanında anam olmalı

Ve ablam

Ve abim

Bu bayram babamı isterim

Dedemden vazgeçtim çoktan

Mantar tabancaları

Ve balonlardan

En küçüğüyüm bu ailenin

Şımarmama izin verin

Bu bayram

İlle de babamı isterim

   Bu şiire dikkat edin. “İlle de” babasını istiyor. Ve 2006 yılının 28 aralığında, bir bayram arifesinde, yazısı yarım bırakıp çıkıyor, babasına doğru.

   Biraz önce sunduğum “Kırgınım” şiirine de dikkat edin. Bestelenmeye ne kadar uygun. Timur Alpsakarya, Celalettin Kara ilgilenmeli mutlaka.

   İbrahim Sur’a özlem; yüzlerce Fatiha…

Memleket 31 Aralık 2012 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.