“Geçip giderken” okumak ve düşünmek isteyenlere bir çift sözüm var

Seyit Küçükbezirci

 

Aynen böyle… “Doğuyor ömrüme bir altmış dokuz yaş güneşi…”Cenap Şahabettin’in yirmi sekiz yaş güneşi, bende, şimdi altmış dokuz yaş güneşi…

            Aynen şöyle… Cahit Sıtkı gibi…”Ne doğan güne hükmüm geçer/ Ne halden anlayan bulunur / Ah aklımdan ölümüm geçer.”

            Ve şu durum da var: “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden / Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak / Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…”

                                            ***

“İNSAN BU YAŞA GELİNCE ANLARMIŞ”

            Yaşlanınca insan, yakın geçmişi hatırlamakta zor toparlıyor kendini; ama uzak geçmiş, çocukluk, gençlik en ince ayrıntılarına kadar gün gün, ay ay hatırlanıyor. Her yaşlı, günün ansızın gelen bir saatinde; gecenin en olmaz saatinde kırk/elli yıl öncenin yaşantısını “otuz iki kısım-tekmili birden” filmler gibi seyreder zihninde…

            “Ateşin yaktığı, suyun boğduğu, taşın sert olduğu inkâr edilemez bir gerçeklikle yaşanmıştır, geçen yetmiş küsur yılda”

Cahit Sıtkı gibi söze girelim…“Mademki vakit akşam…”

                                           ***

1950’LERİN KONYA’SINDAN SATIR BAŞLARI

            İçme suları mahalle çeşmelerinden doldurulur; evinde çeşmesi olan parmakla gösterilir…

            Kenar mahallelerin pek çok evinde elektrik yok. Araplar’ın da Sedirler’in de, Uluırmak’ın da… Olan evlerde de “ölgün bir elektrik” akşamları birkaç saat yanar… Kadınlar, akşamları sokak lambalarının altına toplanıp söyleşirler; dereden tepeden…

            Mahallede “radyolu evler” herkesçe bilinir. Haber saatlerine “ajans” denir; dinlemek için radyolu komşu evlere gidilir…

            “Gara dakım evler”de telefon bulunmaz… Telefon ancak, “alafranga evler” de bulunur. Ben ilk kez 17 yaşımda konuştum telefonda… Ünlü halk türküleri sanatçısı Ahmet Gazi Ayhan, derlediğim Konya türküleri üstüne benimle konuşmak istemiş… Konuşmak için telefonu olan yere koşup gittim; konuştuk; ama ne sorduğunu, ne dediğimi heyecandan az sonra hatırlayamadım…

            Buzdolabı, çamaşır makinesi, ancak “zengin tüccar” ve “Kalantor memur” evlerinde… Bizde “tel dolap” bile lüks; yemekler “izbe”de, “Basdırık selesi” altında…

            Yemekler ocakta pişirilir, hali vakti yerinde olanların “pompalı gaz ocağı” var. Ben, ilk “milangaz” ocağını, İplikçi Camii yanında, Konya’ya göre “müşterisiz mallar”ın satıcısı “Kişioğlu Ticaret/Fazıl Kişioğlu”dan almıştım. Öğünmek gibi olmasın; “milangaz”, “Ova Köyleri”ne bizim evden yayılmıştı.

            Çamaşır dediğin “kül kaynatarak” yıkanır; deterjan bilinmez, “Tokuç”la döve döve…

            Muz, çilek bilinmez; rokayı, bezelyeyi duyan olmamış… Alâaddin Caddesi’nde bir “Şaşkın Bakkal” muz getirmişti de gele/geçe bir hafta seyretmiştik…

            Doktora nadir gidilirdi… Ölenler ya “tatarca”dan; ya, “satlıcan”dan ölürdü… Kalp ölümlerini, kanser ölümlerini bilmezdik. “Kepeği bitti, öldü”; ne gelir elden der geçerlerdi. “Cuma” günü, “Üç aylar”da, Ramazan’da, kandillerde ölenlere imrenirdi yaşlılar… “Allah böyle ölümleri bize de nasip etsin” derlerdi.

                             ***

1960’LARIN KONYA’SINDAN SATIR BAŞLARI

            Buraya kadar yaptığım bir “durum tespiti”… “Esas oğlan” gibi, asıl yıllar benim için 1960’da başladı. O yılların “idealist” oluşturucu bütün yazarlarını okumuştum…

            Şuradan sonrası kendi “serüvenim”…

            Evet, o yılların “toplumcu aydınlar”ının bütün kitaplarını okumuştum. Köyleri, köylüleri; çaresiz “küçük adamları” Mahmut Makal’dan, Talip Apaydın’dan, Sunullah Arısoy’dan, Fakir Baykurt’tan, Orhan Kemal’den, Yaşar Kemal’den, Kemal Tahir’den öğrenmiştim… Onlar gibi Konya’yı, Konya köylerini yazma peşindeydim.

“DURUMDAN VAZİFE”çıkartmıştım. Bir taraftan deli gibi okurken, bir taraftan da “ekmek” getirecek işler düşünüyordum. Daha çok kendime değil de Konya’ya ekmek getirecek işler…

Müze Caddesi’nde benden başka uğrayanı olmadığını zannettiğim veteriner Necmi Karadede bir “Çiftlik Dergisi” hediye etti. Tavukçuluğun “yokluk”tan kurtuluş olduğuna inandım. Hara’dan 300 kızılkahve cins nevhemşir civciv alıp Sarıcalar’a gittim. O yılların Konya’sında tavuk denildiğinde on/yirmi tavuk anlaşılırdı. Üç ay sonra caddelerde parmakla göstermeye başladılar. “Bu çocuğun 300 tavuğu var” diye. Adım “deli”ye çıkmıştı; “Eski köye yeni adet getirmek”le suçlanıyordum. 1968’de 285 kişi toplanıp, başta Mehmet Özkürkçüler; “tavukçuluk kursu” açtırdık. Diplomalarını alan 285 kişi füze gibi “tavukçuluk” işine denkleştirebildikleri üç/beş lirayla girdi… Geçenlerde bir yazıda, Konya’da, sadece bir işletmede bir milyon tavuk olduğu söyleniyordu…

Akarsudan nasibini almayan Konya merkez ovasında köylüler yarı aç/yarı tok…  Birkaç yılda bir “ekin” biter; O da çaresiz insanlara “Rıza pazarlığı” yapan “Kürt işi” tüccarlarının kasasına gider…

1966’da  “Toprak ve Su Kooperatifleri”nin ilklerinden biri “Sarıcalar”ı kurduk beş kişi… “Deve”yi kendimize arma seçtik; ilk kuyular kazılmaya başlandı… Konya’nın burnunun dibinde, Bozdağ eteklerinde, “Bu gaçıklar tosbağıyı sulayacak bir su çıkarsınlar bileklerimizi keseriz” çığlıkları arasında saniyede 60 litre su veren “derin kuyu”lar açıldı.

“Kooperatif”in “K” sinden faydalanarak; Kooperatifin “K”sine mumu yapıştırarak “komünizm”le özdeşlik kuranlar paçaları sıvadı. Öyle sözlü yayınlar yaptılar ki, ailelerimiz bile kuşkulandı, babalarımız yüzümüze bakmaz oldu.

İlk “sun’i yağmurlama” tesisleri 1970’de devreye girdi. Eli kara, dili karalar; “Allah’ın rahmetine ihtiyacı olmayanlar… Rahmeti ancak Allah yağdırır… Bunlar “sun’i yağmur peşindeki inançsızlar” çarklarını çevirmeye başladılar… Öyle acılar çektirdiler ki… Ama şimdi, “yağmurlama”sı olmayan köylü yok.

                           ***

“İLKLER”İN PEŞİNDE SEĞİRDE SEĞİRDE ON YIL”

Köylük yerde “İLK KÖYLÜ GAZETESİ” çıkartmalar...

Üç top teksiz kâğıdı, bir emanet teksir makinesi ile 1300 yayın organına köylerdeki kalkınma girişimlerini ulaştıran “Türkiye Kooperatifler Haber Ajansı” kurmalar.

Mehmet Özkürkçüler ve arkadaşları ile “Faizsiz Banka” kurma çabaları…

“Kooperatifçilik Bankası” ve “Kooperatif Halleri”kurma girişimleri…

Türkiye’nin “İLK EĞİTİM KOOPERATİFİ”ni kurmalar; “Özel Selçuk Koleji”ni devralmalar…

“Konya’da da maden vardır” inancından hareketle, Selçuklular’ın çini ham maddelerini bulmalar; mermer ocaklarını açmalar…

Güzellik ve zenginlik namına başka şehirlerde ne varsa; başka ülkelerde ne varsa Konya’da da olmalı ilkesiyle “Fisebilillah” her girişime katkıda bulunmaya çalışmalar…

                         ***

KONYA BU HALE GELDİ AMA BAZILARI NELER ÇEKTİ

Eskisini bilmem, çünkü yaşamadım… 1950’li yıllara, 1960’lı yıllara, bu şehirde her yeniliğe karşı çıkan bir kafa da vardı. O kafalar çok şükür şimdi Musalla’da, Üçler’de… Onlar hakkında, isim vererek ağır şeyler söylemek yakışmaz… Ama “Divan”da Hak isteyeceğiz, elbette…

                         ***

BİR “İHTİLÂL” İKİ “DARBE”; PEK ÇOK “MUHTIRA”

Benim kuşağım bir “ihtilâl”, iki “darbe”, pek çok “muhtıra” arasında, aynen “çekiçle örs arasında” gibi bir şeyler yapmaya çalıştı.

Size, şahsen benim bin hikâyemden birkaçının altını çizdim… “Ağır ağır çıktım bu merdivenleri, eteklerimde güneş rengi bir yığın yaprak”; ama ağlayarak değil gülerek semaya bakarak…

“Bir çift söz”e gelince… Kul hakkına girmeden, “miri malı”nı çalmadan doğru bildiğiniz her şeyi yapın… Bizden geçmek üzere… Sıra sizde…

 

Yorum Yap
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.