“Eski zaman adamları”ndan yeni zamanlara

Seyit Küçükbezirci

“Benim doğduğum köyleri

Akşamları eşkiyalar basardı,

Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem

Konuş biraz”

Cahit Kulebi kendi köylerini anlatır, bu dizelerle. “Benim Köylerim”de anlatılmalıydı yüz yılda unutulmaz dizelerle, satırlarla.

İçimden uttu, garipsedim, Cahit Kulebi’nin mısralarını okurken.

“Benim çocukluğum”da “eşkiyalar” basmazdı ama, “eşkin atlar”ın hikâyeleri; canavarları yere vur vura, kemiklerini “kül ufak” eden köpeklerin hikâyeleri; Alaman mavzerleri,“yağlı kurşunlar” meşhur “at hırsızları”nın öyküleri geceler boyu anlatılırdı.

BABAMA GÖRE ZENGİNLİĞİN ÖLÇÜLERİ

Babam, “Hacıveliler’in Böyük Veli Efendi”nin oğlu. “Yösüf Ağa” derlerdi. Mürekkep yalamış Mollalar’a göre “Yösif” nüfus idaresine göre “Yusuf” .

            Koyunların dışında, “dam gibi” çoban köpeklerinin dışında,“binit atları”nın dışında hiçbir şeye değer vermezdi. Nalçacı’nın bir yanı senin olsa, kıymeti yoktu. Ağa mısın? Sürüyle koyunun, on/on beş köpeğin, birkaç “binit atı”n olacak. Bunlar yoksa; sen, fasafisosun. “Koyun, geri kalanı oyun” derdi.

BİR AT SÜRÜSÜNE BİR HEYBE YAŞ PASTA

            “Boz Dağ”ın güney yamaçlarında, “Türkmen Bozkırı”nın hemen başladığı eteklerde, tipi bu aylarda yüzümüze kamçı gibi vururken, “kır eşeğimiz”le “Kürt Dede”ye azık götürürdük.

            “Fato Hala” kim, Kürt Dede” Raco kim? Kimse bilmezdi hikâyelerini. Birbirlerini çok severler, Raco’nun evde olduğu nadir zamanlarda, kedi/köpek gibi aralıksız didişirlerdi. Ben hep Fato Hala’nın yanındayım. Bilinmeyen bir yerlerde bana benzeyen bir çocuğunu yitirmiş, beni O’nun yerine koymuş.

            Bir gün hastalanmışım. Raco, “Halikanlı Çölleri”ndeki “at sürüleri”nin peşine gidecek; hazırlıklar içinde. O z aman Cihanbeyli çöllerinde koyun sürüsü gibi at sürüleri dolaşır. At sürüleri, “At hırsızları”nın gündüz hayalinde, gece düşünde.

Raco, yemenilerini ayağına çekti mi, at gibi yürürmüş. Başı devamlı “poşu” sarılı. “Kâkil”i önden görünsün diye dışta bırakılır. İtinâ ile yapılmış “at hırsızı traşı.”

O zamanlarda kimin at, kimin eşek, kimin “kırı traşı” olduğu bakar bakmaz anlaşılır. “At hırsızları”köylünün yanında saygıdeğerken, “eşek hırsızları” hikâye.

Neyse uzatmayalım. Raco, at hırsızlığına çıkarken, Fato süslenir. “Ülen Raco, ne halt erersen et; ama çabuk gel. Çocuk hasta. Gelirken yaş pasta getir. Canı bir şey yemek istemiyor.”

Raco’nun ağalığı altında, namlı üç at hırsızı, Halikanlı Çölü’nden bir sürüyü gece karanlığında çalarlar. Boz Dağlar’a doğru sürmeye başlarlar.

Raco, Fato’nun “Çocuk hasta, yaş pasta getir” sözünü hatırlar. Parsı yoktur. At hırsızı arkadaşlarını yanına çağırır. Sürüdeki hisseni bir yağız at, bir de at hırsızlarının cebinden ne çıkarsa o paraya satar. Yağızı koğa koğa Konya’ya gelir. Bütün parayı, Alâaddin Caddesi’ndeki pastanenin tezgâhına atar. “Bu para kadar şu ata yaş pasta yükleyin, çocuk hasta” der. Üç pastanenin pastası toplanır, heybelerle Yağız’a yüklenir; Raco bir ev parası için “Üsdü kalsın” der.

Bizim köylüler arasında adım “Sarı Siyit” ; Kürt çobanlar arasında adım “Hacı Siyid” olan ben, bir sürü atın parasına yaş pasta yemişim. Parmakla gösterirlerdi; “Bu çocuk bir sürü at parasına bir topak pasta yidi” diye.

ATIN KALKAN DÖŞLÜSÜ, ÇEKİÇ BAŞLISI, GÜZELİN DAL BOYLUSU

            “Atın höyük sağrı, kalkan döşlüsü

            Kalem kulaklısı, çekiç başlısı

            Güzelin dal boylu, samur saçlısı

            Severim kır atı, bir de güzeli”

            Türkemenlerin “kavga şairi” Dadaloğlu. Uzaktan uzaktan “hısımımız” olduğu söylenir.

Konya steplerinde “kır at”ın türlü türlüsü vardı. Bakla Kır, Demir Kır.

            Sarıcalar’da atlar şöyle değerlendirilirdi. “ALMA ALI, SAT YAĞIZI, BESLE KIRI, BİN DORUYA.” “Uzak Asya Bozkırları”ndan beri at bâbında, yaşanan sayısız deneyim, değerlendirmenin, kristalize edilmiş bir sonucu.

            Dedem “Hacıveliler’in Böyük Veli Efendi” at sevdalısıydı.  Veli Efendi’nin “al atı” üstüne efesane gibi söylemler altmış yılda halâ unutulmadı.

            Sarıcalar’da iyi “binit atları” bizdeydi. Babam da, ben de kardeşlerim de meraklıydık. Yirmi seninin bütün yazları at üstünde geçti. 15 Eylül 1957 yılında, “Konya Valisi Sayın Cemil Keleşoğlu”nun Himayesinde” yapılan at yarışlarına, atım ”Küheylan”da katıldı.

             Üç çeşit eğerle de ata bindim. Halısı Sille’de dokunmuş “Osmanlı Eğeri” ile; Kafkasya’dan gelmiş, savatları gümüş kaplı, kuş tüyü minderli “Çerkez Eğeri” ile; İngiliz deri “Süvari Kaltağı” ile.

“Konya Folkloru” içinde seçkin bir yeri olan “At külütürü”müzün maalesef zerzeresi bile derlenmedi. Neyi derledik, neyi değerlendirdik ki.

            Halkımızın inanışına göre at, koyun “melâike”dir. Atın eti normal zamanda yenmez. Ama, açlıkta, savaşta sağ yanı helâldir.

            Atları sularken ıslık çalmalı, arada bir nefeslenmesi için başı sudan çekilmeli.

            Atlar terliyken sulanmaz. Koşturulan atlardan inilince hemen ahıra alınmaz; terleri kuruyuncaya kadar gezdirilir.

            Atlar ahıra “Bismillah” çekilerek bağlanmalı. “Bismillah” çekilmeden ahıra bağlanman atlar sabaha kadar cinler biner, atı kan ter içinde bırakır.

“Rahvan at” uzun yolculuklarda “makbuldür” İyi bir “rahvan atı” üstünde giderken kahve içsen dökülmemeli.

Binicisinin dışında birisi ata binerse, binicisi ertesi gün hemben fark eder; atın yürüyüşü bozulmuştur.

BİZ İYİ YAŞADIK SAYILIRIZ; AMA, YA ŞİMDİKİ ÇOCUKLAR, GENÇLER?

            “Eski zaman Konya’sı”nda biz çocukluğumuzda, gençliğimizde iyi yaşadık sanırım.

Evlerin yarısında radyo, elektrik yoktu; ama, gönlümüze göre oynadık, okuduk. Köpek de taşladık, uzun eşek de oynadık; bilye boncuk oynayacağız diye ellerimiz tosbağı eline döndü. Mevsimlerine göre oynadık sokaklarda. Uçurtma ayı, çelik/çomak ayı, Bilye/boncuk ayı başka başkaydı. Bütün arsalar bizimdi; her mahallenin bir futbol takımı vardı; maçlardan sonra ister yen, ister yenil; “mahalle savaşları” çıkardı. Konya bir “velesbit cenneti”ydi. “Kurşun atsan adama değmez” Konya caddeleri bisiklet yarışlarına ayrılmıştı, sanki.

            Futbol, voleybol, basketbol; pinpon, bilardo. Motor yarışları. Her şey oyundan ibaret. Her şeyin tadını çıkara çıkara yaşamak.

Ama, şimdiki çocuklar, gençler?

            Daha ilk okulda başlıyorlar, amansız bir yarışa. Okullar, gece yarılarına kadar dershaneler, kurslar. On bir yıllık baş döndüren hızlı bir yarış. Üniversiteye girebilmek için. Nereyi tutturacağı meçhul; fakülteyi bitirince iş bulup bulamayacağı meçhul. Stres, gerilim içinde en azanıdan on beş yıl. Depresyonlar, uyumsuzluklar, hayal kırıklıkları.

            Çocukluklarını yaşamak, gençliklerini yaşamak, maddi ve mânevi varlıklarını öyle hırpalıyor ki.

            Yanlış olana, bazen, “doğru” diye dört elle sarılınır. Şimdiki yapılan işte budur. Böyle giderse bugünkü genç kuşaklar “Of gençliğim, eyvah” diyecekler.  

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.