Aranan adam

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Adam, âdem’den gelir. Burada cinsiyet bakımından değil, insan olma bakımından -kadın ya da erkek fark etmez- adamdan söz edeceğiz. Bu anlamda adam(lar), yeterlilik bakımından iki çeşittir. Bunlardan birisi aranan adam, bir diğeri de arayan adam tiplemesidir.

Aranan adam tabirinden suçlu değil; bilgi, yetenek, uzmanlık ve sosyal girişimciliğini birlikte harmanlamış yetişkin kimseyi kastediyoruz. Gerçekten de alanının insanıdır, profesyonel yani.  Bundan dolayı, herkes ona ulaşmaya, yaptığı faaliyetleri onunla meşrulaştırmaya çalışır.

 Aranan adam, sadece bir alanda değil; sosyal, siyasal, sanat, edebiyat, din,  iktisat, hukuk, eğitim vb. gibi hayatın birçok alanın birinde kendisini yetiştirmiş ve kanıtlamış kariyer sahibi bir kimse olabilir. Bu saydığımız hususlara ek olarak bu tür kimselerde bir de sosyal iletişim kurma yönleri de kuvvetlidir. O, bir tür iletişimci özne olarak ulaşmak istediği yere bileğinin gücüyle ulaşabilir. Temayüz ettiği için keşfedilmesi de kolaydır.

Aranan adamların önünde birçok aşılması gereken handikaplar vardır. Bu handikaplar kendisi tarafından değil, kıskanç insanlar tarafından kurulmuştur.

Hz. Mevlana’nın bir sözü var: “Nice insanlar gördüm üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm içinde insan yok.” İşte, işlerini görüntü ile idare eden nâadamların sillesini yememek için âdem olanların da dikkatli olması gerekir.

Yaşadığımız toplumda,  gerek kendi insanımız ve gerekse bütün bir insanlık için gerek değerler alanında ve gerekse uzmanlık alanında üretken olanların önüne kurulan barikatlarla gelecekleri çok kolay bir şekilde karartılabiliyor. Bundan dolayı, bir cemiyette “işlerin uzmanına” verildiği, hukukun üstünlüğüne dayalı bir düzen varsa, belki o zaman aranan adamlar gerçekten hak ettiği yerlere gelebilirler.

Bizim geleneğimizde, “görev istenmez, verilir” anlayışı vardı. Bu söz, kendi medeniyet atmosferinde bir anlam ifade ediyordu. Yaşadığımız modern zamanlarda ise, sahte aranan adamlar, hakiki aranması gereken ehil kimselerin önüne barikatlar kurduğu için, öyle bir köşede görev verilir beklemeleri artık bir anlam ifade etmemektedir.  

Bir diğeri de arayan adam tiplemesidir.

Arayan adam, gerçekten alanının uzmanı, yeterlilik yönüyle mükemmel olabilir. Onun da bir eksiği vardır. O da sosyal girişimcilik yönü olmadığı için kendisini tam olarak ifade edememenin kurbanı olmuştur.

Çağımız bir imaj çağı ve bir tanıtım çağıdır da.  Vahşi kapitalizmin oluşturduğu “pazar” zihniyeti,  maalesef sadece ‘mal’ mübadelelerinde geçerli değildir. İnsan ‘ekonomik bir varlık’ haline dönüştürüldüğü için bir pazarlama çağından da söz etmek gerekiyor.

Öyle bir cemiyette yaşıyoruz ki, neredeyse, bütün değerlerin ipliği pazara çıkarılmıştır.  “Pazarlamacılık” beraberinde “reklâmcılığı” da getirmektedir. Dolayısıyla yaşadığımız yüzyıl değerler bakımından farklı moda sokmuştur insanı.

Rahmetli Kadınhan’lı Salih Hocamın ifadesiyle,  “dâru’l-acâyıp” fıkhının geçerli olduğu bir toplumsal vasatta, acaba “arayan adam” aradığına nasıl ulaşabilir? Aslında “arayan adam” kendisi aramasını bilmeyen bir adamdır. Kim o adamı işaret edecektir? Benliğin, çıkarcılığın, müstekbirliğin, yararcılığın, bana ne adamcılığın, adam kayırmacılığın, torpilin, rüşvetin kurumlaştığı bir dünyada “aranan adam”ları kim, ben değil, gerçek anlamda sen bu koltuğa oturabilecek adamsın diyecektir?

Bizim tasavvuf geleneğimiz de güzel bir deyiş vardır: “Aramakla bulunmaz, ama bulanlar hep arayanlardır” diye.  Aslında çelişkili gibi görülen bu söz, “aramanın” sürdürülür bir faaliyet olduğuna dikkatlerimizi çekmesi bakımından önemlidir.

 O halde, gerçekten kendisini bir alanın uzmanı görenler, biraz cesaretli olmalıdırlar, artık. Nâadamların kıyıya itme politikaları karşısında, mütevazılıği bir kenara bırakmalı, eğer bu millete hizmet etmek istiyorsa, sosyal girişimciliğini de devreye sokarak hizmet kervanına koşulmalıdır.

Mütevazılık, bir erdem olarak, olgun insanların yanında haddini bilme ahlakıdır. Müstekbirliğin, erdemsizliğin, adamperesliğin, makamperesliğin, kısaca  her türlü cehaletin koyulaştığı ve kurumlaştığı bir toplumda ise korkaklık; pısırıklık ve emanetten kaçmaktır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.