Seda Sayan modeli türbanlılar
Mini eteklileri var. Genç olanların makyajları, resmen Seda Sayan gibi! Bu ne ya?!'
Üniversitedeki başörtülüler kadar sokaktaki türbanlılar da, medyanın gündeminden düşmüyor. Sözde mini etekli türbanlılar gören yazar, kafayı bunlara takmış...
Mehveş Evin-Akşam
Seda Sayan modeli türbanlı
İnanmayacaksın ama artık resmen mini etek giyen türbanlı kızlar görüyorum! Genç olanların makyajları, resmen Seda Sayan gibi... Bu ne ya?!
Yıllardır rehberlik yapan, sadece İstanbul’u değil, Türkiye’yi karış karış gezen bir kız arkadaşımın gözlemi bu. Masamızda ‘Daha iyi ya! Ortaya çıkan bu karma şey, bana heyecan veriyor. O kızları çok seksi buluyorum!’ diyen erkekler de var elbette...
Ama rehber arkadaşım, gittikçe ‘kapanan’ Türk kadını hakkında turistlerin sorduğu sorulardan ve önyargılardan bıkmış, usanmış. Oysa 80’lerde, üniversitede türban yasağına karşı eylemlere katılmıştı. Peki değişen ne?
Dostumun feveranı, Fazıl Say’ın romantik çıkışından çok daha gerçekçi. Nedeni basit: Yeni nesil tesettürlü kadınların, iddia ettiklerinin aksine, arzu nesnesi olmaktan çıkmadıklarını ve sahici olmadıklarını düşünüyor...
Bir zamanlar, sonradan görmeliğin simgeleri oksijen sarısı saçlar, cafcaflı renklerdi. Şimdiyse aynı cafcaflı renkler ve desenler, baştaki örtüye taşındı. Gösteriş ve süslenme merakı bastırılamadı, bastırılamıyor. Hem namuslu olacaksın hem de modern dünyaya sırt çevirmeyeceksin... Gerçekten zor iş!
KALİTESİZLİKTEN KORKUN
Her iki kadın tipini buluşturan ikon şahsiyetin Seda Sayan olması, ilk etapta ironik gelebilir. Ama unutmayın ki Kadırgalı, doğduğu yerden kolay gelmedi bugünlere... Bu yüzden Sayan’ı model alıp kendince yorumlayan ‘kapalı’ kızlara hiç kızamıyorum, çünkü yırtmaya çalışıyorlar. Yırtmaya çalıştıkları şey, her şeyden önce yoksulluk.
Hemen celallenmeyin öyle, genelleme yapmıyorum! Zaten en büyük sorunumuz, kategorize etme hastalığı değil mi? Türbana karşı çıkan ‘Kemalist, döpiyesli laikçi’ oluyor, türbana destek veren ‘AKP’ci, gerici ya da 2’nci Cumhuriyetçi’likle damgalanıyor!
Tam da bu noktada Neşe Düzel’in Prof. Cemil Oktay’la yaptığı, bayram nedeniyle güme giden harikulade bir röportajdan alıntı yapmadan olmaz. (Taraf, 17 Aralık 2007):
‘Muhafazakârlığın artışı, aynı zamanda o toplumda modernitenin de artışı anlamına gelir. Eğer Türkiye’de muhafazakârlaşma arttıysa, bu modernitenin çok hızlandığını gösterir.’
‘Modernleşirken bazı muhafazakâr değerleri kullanıyor ve kitlelere benimsetiyorsunuz. Yeniyle geleneği birleştiriyorsunuz. Sonuçta daha çok tabu yıkılıyor, birey daha çok ortaya çıkıyor, baskı azalıyor.’
‘Bugün Türkiye’de insanlar dine sığınıyor. Çünkü yaygın bir yoksunluk duygusu var. Kişinin beklentileri çok yüksek, yaşamın ona verdikleri ise çok düşük. Bu, birey bazında müthiş bir travma demektir. Modernleşmenin yarattığı travma bu.’
‘Her tepeye bayrak dikmekle, oturulan mekana hoparlör takıp ezan okumak, içeriği farklı olsa da aynı kalıplar. Bu, muhafazakârlık değildir. Bu, sembolleri sığlaştırmak, çıtayı sürekli aşağıya çekmektir. Türkiye’de endişelenmemiz gereken ne mahalle baskısıdır, ne de türbandır. Endişelenmemiz gereken sosyal olgu, kalitesizliktir, avam değerlerdir!’
Siyaset bilimci Prof. Oktay’ın söyledikleri, ister ‘o taraf’ olsun, ister ‘bu taraf’, pek çok kişiyi rahatsız etmiştir. Hoca bir teşbih patlatsaydı, göklere çıkarılabilir ve günlerce konuşulabilirdi... Bu röportaj, başka bir gazetede yayınlansaydı acaba ne olurdu diye düşünmeden edemiyor insan...
