Prof. Dr. Ali Akpınar

Prof. Dr. Ali Akpınar

Sahabe olsaydık!

Hepimiz isteriz, sahabe döneminde yaşamış olmayı. Kim istemez ki, o kutlu dönemde yaşayıp Hz. Peygambere ashab olmayı?! O döneme özlem duyarız, o dönemin insanı olmayı dileriz hep. Hatta şairlerimiz daha ileri giderek, o döneme özlemlerini, o peygamberin kılıcının kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım diye dile getirir.

Peki, hiç düşündük mü, o zamanda yaşamış olsaydık nasıl olurduk ve neler yapardık?

Bu soruya cevap olarak çoğumuzun aklından şunlar geçer:

Hz. Peygambere çok yakın olurdum, ona komşu olurdum, sürekli onu izler ve onu dinlerdim. Onun söylediklerini harfiyen yerine getirir, onun yolunda malımla canımla çalışırdım, onun emirlerinden asla dışarı çıkmazdım…

Peki, bu özlemini çektiğimiz şeyleri yapabilmek bugün bizler için imkansız mı? Elbette imkansız değil. Çünkü Onun sözleri, O’nun izleri kaynaklarımızda mevcut. Onun güzelim sözlerini derleyen İmam Tirmizî, kitabının başına şu cümleleri koymuştur: Kimin evinde benim kitabım varsa ve o okunursa, bilsin ki o kimsenin evinde konuşan bir peygamber var demektir! Buna göre, elimizin altında duran Kitab ve Sünnet mecmuaları ve onların içerikleri, bizleri Peygamberi izlemeye çağırıp duruyor.

Gerçekten de Peygamberi canımızdan, malımızdan çok sevmek bugün bizler için de söz konusu ve mümkündür. Onu can kulağıyla dinlemek, Onu özlemek ve izlemek bugün bizler için de söz konusu.

Bir kere şunu söyleyelim ki, kimin hangi zaman yaratılacağına ve hangi şartlarda sınava tabi tutulacağına Sınavın Sahibi Yüce Yaratıcı karar vermektedir. Bizlere düşen ise, tabi tutulduğumuz sınavın hakkını vermek. Yaşadığımız zaman ve ortam şartlarını mazeret olarak ileri sürmeden, içerisinde yaşadığımız zaman ve mekânın hakkını vermek.

Şunu da unutmamalıyız ki, Saadet Çağında yaşamış olmak, ille de seçkin sahabîlerin arasında olmakla sonuçlanmıyor. Nitekim o dönemde yaşadıkları halde, Altın Çağın sahibi Hz. Peygamberle çağdaş oldukları, onu gördükleri, onu duydukları halde, ona layık ashap olamayan nice insan olmuştur. Demek ki, Onun kutlu zamanında ve Onun kutlu Medine’sinde yaşamış olmak, kurtuluş için yemiyor. Önemli olan hangi zaman ve hangi mekânda olursak olalım, O’nun olabilmek, O’nu özleyip O’na gönül kulağını verebilmek, O’nu can kulağıyla dinleyip, O’nun izinde gidebilmektir.

O halde Peygamber özlemimizde samimi isek, O’nun ahlakı olan Kur’ân’ı anlayarak okumalı; Onun sözlerini derleyen hadis kaynaklarını okumalıyız. Tıpkı O’nun döneminde yaşıyormuşçasına, O’nu gözlerimizle görüyormuşçasına ve O’nu Medine minberinden dinliyormuşçasına.

Evet, dikkatli bakarsak, gözlerimiz O’nun Kur’ân sayfalarında görebilecek; kulaklarımız O’nun sözlerini hadis kaynaklarından duyabilecektir.

Evet, O hala 40 yaşında ve ümmetinin başındadır. Kırk yaşında peygamber olarak görevlendirildiği gündeki gibi, mesajı ter ü taze duruyor. Gönül kulağı açık olanlara Benî Kubeys dağından, Akabe tepelerinden, Uhud eteklerinden, Onun sedaları geliyor, Seniyye tepelerinden O geliyor O, hem de hepimize doğru. Ama bu sadalara kulak vermek, O/na kucak açmak Ebubekir olmaya, Hatice olmaya, Ali olmaya, Zeyd olmaya, Ebû Eyyub olmaya namzet olanlara müyesser olacaktır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.