Popülizm ve Cehalet Terörü

Bir tarafta insanları boş avuntulara günübirlik zevklere sürükleyen ve bundan sermaye elde eden popülist kültür; öbür taraftan “üç asırlık mağlubiyetin mağduriyetin mazlumiyetin…”  getirdiği cehaletin virane bir köşkü gibi karşımızda duran bir neslin kalıntıları ve arada yön tayin etmeye çalışan lakin nereye gittiğini dahi bilmeyen bir körebe oyunu içerisinde dönüp duran nesl-i cedîd…

İnternetinden, batılıların “aptal kutusu” diye tabir ettiği televizyonuna varana kadar getirdiği yararın yanında götürdüğü pek çok değerlerle insanları amaçsızlığın, materyalizmin kucağına iten,  öğrettiği hayalleri bile getirdikleri kadar sanal ve yapmacık olan popülizm, bugün çıkış noktası olan ülkelerin bilim ve fikir adamları tarafından bile çağın en mühim hastalığı şeklinde tarif edilirken her “yeni” diye önüne konulanı “ağzı açık ayran delisi” gibi kabullenen, düşünmekten, okumaktan, kritiğe tabi tutmaktan aciz; uzun bir dönem cahil kalmış/kaldırılmış, günlük hesapların ve boş kahvehane dedikodularının(veya şimdi siz buna 20-26 yaş arası üniversite ve dersane gençliği için cafe dedikodusu da diyebilirsiniz.) peşinde ömür tüketen, eğlenceyi günlük yaşam tarzı zanneden insanımızın halini gören aydınlarımız eğitimcilerimiz maalesef bilinçli bir önlem alma hususunda yetersiz kalmaktadır. Bugün bu mesele bir devlet politikası haline getirilecek kadar ehemmiyetlidir. Öyle ki bu mesele  yıllarca ülkemizin başına bela olan terör meselesinden sonra ehemmiyet bakımından ikinci sıraya oturtulmalıdır. Zira özellikle aileyi yıkma amaçlı aşağı yukarı bir asırlık politikanın dozajı bugün artma noktasına gelmiştir. Bu, bugünün değil dünden hazırlanan hesapların neticesidir. Dizisinden haber programına varana kadar ülkemizin maddi ve manevi birtakım değerlerini yıpratmaya yönelik, kavram kargaşası yaratma amaçlı, spekülatif gündemlerle, olumsuz olayları nazara vererek bu yolla toplumsal infial yaratan ve bu infialin derecesini  “bu yanlıştır” derken yanlışı ağızları ballandıra ballandıra anlatan adeta el altından bu olumsuzluklara gizli davetiye çıkaran yayın kuruluşları, “demokrasi yokuşu”nda olan ülkemizin kanunları çerçevesinde masum gözükseler de demokrasiyi kullanarak; bir insan hakkı olan, inandığı ve kabullendiği değerler çerçevesinde  aile kurma, çocuk yetiştirme, gibi bazı sosyal oluşumları yıpratmak ve bu oluşumlara gizliden(şimdi açıktan) muhalif faaliyet yapma  yönünden temiz vicdanlarda hiç masum değillerdir. Tabi bu arz ettiğimiz manzara madalyonun bir yüzü…

Öbür yüzü ise tamamı ile bize bakıyor. Yukarıda arz edilen organize ve görünüşte zararsız ama gerek toplumsal ve gerekse ferdi planda yaptığı maddeden daha kötü manevi tahribatla tehlikesi ortada olan bir harekete karşı, dirençli bir toplum ancak sağlam bir kültürel temelle meydana getirilir. Sağlam bir kültürel temelin yolu sağlam bir eğitim ve okuma programı ile olur. Özellikle ortaokul çağlarından itibaren çocuklarımıza başlangıç itibari ile bütün doğu ve batı klasikleri tanıtılmalı, yayınevleri tarafından bu eserler kapakları daha cazip olacak şekilde yeniden basılmalıdır. Bu eğitimi almamış anne ve babalar bu eserlerin tanınması ve okunması noktasında öğretmen- veli işbirliği ile meselenin üzerine büyük bir ciddiyetle eğilmelidir. Bununla birlikte, popülizmin bir ayağı olmayan hakiki anlamda yerli ve bu ülkenin kaynakları tarından finanse edilen prodüksiyon şirketlerinin de işbirliği ile klasiklerimiz yeniden ekranlara taşınılmalıdır. Ayrıca samimi anlamda din eğitimi, çocuğun üniversiteyi bitireceği zamana kadar takip edilmeli veya ettirilmelidir. Millet olarak köklü bir geçmişe ve birikime sahibiz öncelikle nesiller bu birikimden haberdar edilmeli sonra da bu birikimler referans alınarak ileriye dönük yeni şeyler ortaya konulmalıdır. Ama biz bunları ifade ederken maalesef  hala bir yerlerde aklı evvel pek çok ebeveyn “okuma kafanı bozarsın”, “okuyup ne yapacaksın, okursan da kısa yoldan meslek edineceğin bir iş olsun…” , sözlerini  adeta ayet ve hadis gibi dillerinden düşürmüyorlar. Hadi ciddi anlamda geçim sıkıntısı çeken aileleri bir parça anlamak mümkün ama; ne yazıktır ki bu hezeyan en varlıklı ailelerde de var, hatta kimilerinde daha ileri safhada… Ancak gelen yangın büyüyerek gelmektedir. Hamaset meraklısı değilim, ama millet ideali, yaşama ve yaşatma sevdası, ve insan sevgisi, düşünce ve duygusuna işlenmeyen bencil yetişen evlatlar önce kendi babalarını yer. Yahut da Cüneyt Ülsever’in diziye aktarılan bir romanında dediği gibi “babalar evlatlarını gömmemeli.”

Şimdi beni âhiret  inancı olan okuyucularım ibret namına bir kere daha nefsimle beraber dinlesinler. Ahiret inancı olmayan okuyucularım ise bir an için “ya varsa” diye dinlesinler. Bununla birlikte ahiret inancı olduğu halde cami köşelerinde veya şadırvan etrafında, gelecek nesle hakkıyla bir şey vermediği gibi şimdi de onlara bakıp her şey kötüye gidiyor bu dünya artık düzelmez manasında “yevmül beter” sözünü tesbih yerine çeken yaşlı amcalar muhatabımız değildir.

Madem gelen bu dünyada ebedi kalıcı değiliz ve “madem kabir kapısı kapanmıyor…” ne zaman ecelin geleceği de belli değil, gençlik hemen uykuyla uyanıklık arasında gelip gidiyor. Bir an için öldüğümüzü düşünelim. Ve bize şu soruyu sorsunlar:

Ahlaksızlık alıp başını gittiği bir dönemde, insanların şirazeden çıkıp birbirini kestiği bir dönemde, evde arkadaşları ile partili eğlence vermek için parayı temin etmek adına anne doğrayan bir evladın haberi sana geldiğinde sen fert olarak ne yapıyordun? Okula gönderildin hem kendine hem insanlığa faydalı olmak adına. Harçlık konuldu cebine nerelere harcadın, Hani şimdi nerede birlikte “piyasa” yaptığın arkadaşların ve ilh…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.