Osmanlı'da rüşvetçi memurun cezası neydi?

Osmanlı'da rüşvetçi memurun cezası neydi?

Osmanlı dönemindeki bürokrasi nasıl işliyordu? Erhan Afyoncu'nun yazısı.

Tapu Dairesi Osmanlı zamanında en önemli devlet dairesiydi ve görevini yerine getirmek için hayatını vermiş olan Server Dede, Defter-i Hakani memurlarının evliyasıydı.Rüşvet alan memur utancından Server Dede'nin mezarının önünden geçemezdiHerkesin evliyası olduğu gibi memurların da evliyası vardı. İstanbul'da Sultanahmet Meydanı'nda bugün Tapu-Kadastro Müdürlüğü'nün bahçesinde bulunan Server Dede'nin mezarı bir zamanlar Osmanlı memurlarının işe başlarken ilk uğradıkları yerdi.

 

BÜROKRASİ KIRTASİYECİLİK DEĞİLDİ

 

Osmanlı İmparatorluğu'nda bürokrasisinin karşılığı 'Kalemiyye' idi ve kırtasiyecilik manasına gelmezdi. Memur sayısı fazla olmadığı ve devlet daireleri de çok saygın kurumlar olduğu için memurluğa imrenilerek bakılırdı. Osmanlı döneminde memuriyet herkesin girebileceği bir meslek değildi. Memurluk babadan oğula geçerdi. Ayrıca memurluk Türklerin elinde bulunan ve devşirme kökenli kişilere çok az rastlanılan bir meslekti. Osmanlı İmparatorluğu'nda bürokrasi üç ana ayak üzerinde dururdu.

 

Divân-ı Hümâyûn, Defterdarlık ve Defterhâne-i Âmire, bir diğer ismiyle Defter-i Hakani. Divân-ı Hümâyûn devletin yönetildiği ana birimdi. Defterdarlık mali işlere bakardı. Defterhane-i Âmire ise devlet arazileri ve buralardan maaşını temin eden askerler olan timarlı sipahilerin kayıtlarını tutan, bunlarla ilgili günlük işlemleri gerçekleştiren, 19. yüzyılda ise tapu ile ilgili konularda çalışan en önemli devlet kurumlarından birisiydi. İmparatorluğun topraktan alınan vergileri ve ordusunun kayıtlarını tuttuğu için bu büroda yapılan işlemlere aşırı hassasiyet gösterilirdi.

 

Defterhane'nin kayıtlarında yapılacak bir düzeltme sanki bir dini tören havasında gerçekleşirdi. Devlet yönetimi ile ilgili kitaplarda Defterhane'nin evrak ve defterlerine büyük dikkat gösterilmesi ilk ele alınan konulardandır. Defterhâne-i Âmire'nin başında bulunan kişiye 'Defter Emini' adı verilirdi ve Osmanlı İmparatorluğu'ndaki en büyük altı bürokratlıktan birisiydi.

 

MEMUR EVLİYASI

 

Defterhane uzun müddet Topkapı Sarayı'nda görev yapmıştı. 18. yüzyılda ise Topkapı Sarayı'ndan Sultanahmet'teki yeni binasına geçmişti. İstanbul'da Sultanahmet Meydanı'nda bulunan ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında Defterhane olarak hizmet veren İstanbul Tapu-Kadastro Genel Müdürlüğü'nün arkasında, incir ağacının altında 1748 tarihli enteresan bir mezar vardır.

 

Mezarın baş tarafındaki kitabede buradan yatan kişinin "Ser verip sır vermeyen Server Dede " olduğu "davasına ve sırrına sahip çıkıp bu uğurda öldüğü ve bu yüzden Defter-i Hakani'ye gömüldüğü" yazılıdır. Vazifesi uğrunda can verip memurların evliyası olan Server Dede'nin çok ilginç bir hikâyesi vardır. Görevine çok bağlı bir defter emini, yani Defterhane'nin amiri olan Server Efendi, Defterhane kayıtlarının muhafazasına ve herhangi bir suiistimale meydan vermemek için dışarı çıkarılmamasına çok dikkat eden bir bürokrattı.

 

Bir gün iki kasaba arasında bir meranın paylaşılamaması yüzünden çıkan ve çatışma ihtimali gösteren ihtilafın akşamın geç vaktinde saraya aksetmesi üzerine, dönemin padişahı Birinci Mahmud ilgili defteri istetti. Fakat hiç ummadığı bir cevap ile karşılaştı. Server Efendi: "Fatih hazretlerinin bir kanunnâmesiyle Defterhâne'den gece vakti defter çıkarılması men edilmiştir. Hünkârım beni af buyursunlar. Gece vaktinde defteri dışarı çıkartamam" diye cevap vermişti. Belki de kendisinin bir sınava tabi tutulduğunu sanıyordu.

 

Padişah olumsuz cevap gelince, gazaba gelerek bu küstah defter emininin idamını emretti. Sabahleyin huzura kabul edilen sadrazam, defter emininin hareketinde haklı olduğunu söyleyince, padişah emrinin yerine getirilmemesi için yeni bir fermân gönderdi. Ancak iş işten geçmişti. Bunun üzerine padişah bu görev kurbanı defter emininin, Defterhane'ye gömülmesini emretti.

 

MEZARDAN KORKARLARDI

 

O günden sonra bu mezar Defterhane'de görev yapan memurlar için kutsal bir yer oldu. Efsaneleşti ve memurların evliyası oldu. Göreve yeni başlayanlara bu mezar ziyaret ettirilerek, yapacakları işin önemi anlatıldı. Memurlar o mezardan korkarlar, rüşvet aldıklarında çekinerek ve yüzlerini yere eğerek "Server Dede'nin" mezarının önünden geçerlerdi.

 

Server Dede efsanesi Osmanlı arşiv belgelerine bile yansımıştı. Usulsüz iş yapıp rüşvet alan memurlara hitaben padişahın yazdığı 18. yüzyıl sonlarına ait bir emirde "Defterhane memurlarının önemli miktarlarda gelirleri olduğu halde, iş sahiplerine 'ser vermek olur sırrı açığa vurmak olmaz' diye ölümü göze alan ve bürolarının bahçesinde gömülü olan Server Dede'nin hilafına rüşvet aldıklarından bahsedilerek, dedelerinin görev sadakatinden utanmaları gerektiği ve cezalandırılacakları" söyleniyordu.

 

SÜRGÜN VE ÖLÜM

 

"Son Kale, Çanakkale" filminden tanıdığımız Ahmet Okur, geçtiğimiz günlerde karşımıza "Sürgün ve Ölüm, Bir Göç Hikâyesi" isimli yeni ve çok önemli bir belgeselle çıktı. Murat Bardakçı'nın deyimiyle Tevfik Fikret'in çocukları son yıllarda sık sık Türkiye'den ayrılan Ermeni ve Rumlar için ağıtlar yakıyor, onlardan kalan kültürü yaşatmak için çalışıyor, gayrimüslimler varken nasıl renkli bir toplum olduğumuzu anlatıp duruyorlar. Ancak bir Yunanlı'dan veya Sırp'tan Türkler varken biz şöyle renkli bir toplumduk, gitmeleri iyi olmadı dediklerini duydunuz mu?

 

Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 25-30'u dedelerinin kökeni itibarıyla Balkanlar'dan, Kafkaslar'dan, Arap ülkelerinden, Kırım'dan ve Orta Asya'dan gelen muhacir Türklerdir. Özellikle Rumeli'den gelen göçmenlerin sayısı oldukça fazladır. Ancak Türkiye'ye yapılan göçlerle ilgili önemli akademik çalışmalar yapılmışsa da, bu konuda yazılan roman ve çekilen film sayısı yok denecek kadar azdır.

 

Hangi milletten, hangi dinden olursa olsun bir insanın doğduğu toprakları terk etmesi kadar acı bir durum olamaz. Ancak atalarımızın göçleri çok daha acıdır. 1683'te Viyana bozgunundan sonra başlayan göç günümüze kadar durmadan devam etti. Özellikle 1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşı ve Balkan savaşlarından sonra Rumelili Türkler bir sel gibi Türkiye'ye aktı. Ancak hepsi gelemedi.

 

Milyonlarca Türk ya şehit edildi veya yollarda öldü. Son iki asırda yaklaşık 5 milyon muhacir Türkiye'ye gelirken, 4 milyondan fazla Türk ise katledildi. Ahmet Okur, Zeytinburnu Belediyesi'nin yapımcılığını üstlendiği "Sürgün ve Ölüm, Bir Göç Hikâyesi" isimli yeni belgeselinde atalarımızın çektiği bu acıları anlatıyor.

 

Dört yıl uğraşarak bu belgeseli çeken yönetmen Ahmet Okur'u, her fırsatta kültürel faaliyetleri destekleyen Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın'ı, yıllardan beri bu belgesel için koşturan filmin danışmanlarından Dr. Ali Satan'ı ve belgesele emeği geçen herkesi kutluyoruz. Dokuz bölüm olarak çekilen bu belgeseli yayınlayacak olan televizyon kanalı tarihe geçecektir.

 

Erhan Afyoncu - Bugün