Mevlânâ kimdir?

O, 1207’de Belh’te dünyaya gelen, 17 Aralık 1273’te Konya’da dünyadan ayrılan ve bu ayrılışı “sevgiliye kavuşma” saydığı için “ölüm gecesi”ne “düğün gecesi” anlamına gelmek üzere “şeb-i arus” denen bir velîdir. Velî, yani Allah dostu. Velî, yani keramet ehli bir ermiş.

 

Fakat aradan geçen 732 yıl, “şeb-i arus”un “şeb-i arus” olduğunu bize öğretememiş olmalı ki, hâlâ “şeb-i aruz” diyenlere ve yanlış yazanlara rastlanıyor. Bu yanlışın son örneğini Barem dergisinde görüp üzüldüm.

 

Âlimler sultanı’ unvanıyla anılan Bahaeddin’in oğlunun asıl adı Muhammed Celâleddin idi. Fakat “efendimiz” anlamına gelen ve başka pek çok kimse için de kullanılmış olan “Mevlânâ” sıfatı, âdeta onunla özdeşleşmiş durumda. Tıpkı, edebiyat tarihinde yüzlerce mesnevî varken ve mesnevî bir tür adıyken, bugün “Mesnevî” denince öncelikle ve özellikle onun dev eserinin akla gelmesi gibi.

 

Mevlânâ’ya “Rûmî” de deniyor; bir zamanlar diyar-ı Rum denen bu topraklarda yaşadığı, eseri ve şöhreti burada vücut bulup buradan yayıldığı için. Özellikle batılı edebiyat ve düşünce çevrelerinde “Rûmî (Roumi)” adı daha çok kullanılıyor. Bazı Afganistanlılar’ın “Rûmî”yi yanlış bulduklarını gördüm. Onlara göre Mevlânâ, “Rûmî” değil, “Belhî”dir. Bu duruma bakarak bazı Konyalılar “Keşke Sadreddin değil de / yahud Sadreddin gibi, Celâleddin de ‘Konevî’ olaydı!” diyebilirler.

 

Bazılarına göre Mevlânâ Celâleddin Rûmî, şeriat ölçülerine sımsıkı bağlı bir ehl-i sünnet âlimidir. İsmine izafeten kurulmuş olan Mevlevîlik tarikati de, bu tarikat içinde yer alan musikî ve semâ gibi şeriat hükümleriyle bağdaşması imkânsız uygulamalar da, dine sonradan sokulmuş bid’atlere benzerler.

 

Bid’atlerin nasıl Peygamber Efendimiz ile ilgisi yoksa, musikî ve semaın da Mevlânâ ile ilgisi yoktur!

 

Kimilerine göre Mevlânâ, hümanist bir Türk düşünürü ve şairidir; yedi yüzyıldır insanları sevgiye, barışa, hoşgörüye, inanışlar ve dinler üstü bir kardeşliğe çağırmakta; “Gel, ne olursan ol, gel!” diye ünlemektedir. Dolayısıyla ona “Aşk peygamberi” dense yeridir!

 

Bazılarının gözünde Mevlâna, eserlerini Farsça yazdığı için bu toprakların Türkleşmesini, Türkçe’nin bir edebiyat dili olarak gelişmesini sekteye uğratmış, aristokrat ruhlu bir şairdir. Bu vasfıyla o Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş Velî’nin tam karşısında yer alır. Nitekim onun adına bağlı olarak gelişen Mevlevîlik de, yoksul halk yığınlarının değil, seçkin şehirlilerin itibar ettiği bir tarikat olmuş ve her zaman mümkün olduğunca iktidara ve iktidar sahiplerine yakın durmuştur. 

 

Kimilerine göre Mevlânâ ve Mevlevîlik, İslâm dinini dar ve katı bir inanç, ibadet ve hukuk düzeni olarak anlaşılmaktan kurtarıp geniş ve esnek bir aşk, ahlâk ve sanat zemini olmasını sağlamıştır. Böylece ortaya yüzlerce sanatkâr, binlerce eser çıkmıştır. Mevlevî dergâhları; yüzyıllar boyunca şiir, müzik, hat, tezhip, ebru gibi sanatların öğretilip uygulandığı sanat ve irfan mektepleri olmuştur.

 

Bazıları için Mevlânâ, Konya turizmine katkıda bulunan kültürel ve turistik bir figürdür!

 

Son günlerde yeniden alevlendirilen ve Prof. Dr. Mikâil Bayram’ın bazı araştırmalarından kaynaklanan tartışmalar (!), ülkemizde “bilgi”, “gerçek” ve “yorum” gibi olguların “önyargı” ile yüzleşebilecek olgunluktan çok uzak olduğunu gösterdi. Sanki, Kur’ân-ı Kerim’de Musa ile Hızır aleyhisselâmların macerası anlatılmamış, sanki İslâm tarihinde meselâ Cemel Vak’ası olmamış!

 

Mevlânâ kim mi? İnsanlara söyleyecek sözü olan ve söyleyen biri; sözün yetmediği yerde sese, ney sesine kulak vermemizi isteyen bir dost. Onu önyargılarınla dinlersen, sadece aradığını bulursun. Önyargılarından kurtularak dinlemeyi başarabilirsen, neyi araman gerektiğini de öğrenir ve işte onu, O’nu bulursun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.