Doç. Dr. Murat Kayacan

Doç. Dr. Murat Kayacan

Kur’an’da “tutun/alın/giyin” emirleri

 

Bu yazıda huzu emrinin yer aldığı altı ayet, nüzul sırasına göre ele alınacaktır. Bağlamları gereği bu emir, Türkçe’ye çevirilirken, bir ayette “(elbiselerinizi) giyin”, üç ayette “(kuvvetle) tutun” ve iki ayette “(tedbirinizi) alın” şeklinde karşılıklar tercih edilmiştir.

Cahiliye döneminde müşriklerden bir kısmı, Kâbe’yi tavaf ibadetini elbisesiz gerçekleştiriyordu. Bu sapkın takva anlayışını Kur’an ortadan kaldırdı: “Ey Adem oğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin, yiyin, için fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (Araf, 7: 31). Ayette ibadet sırasında iyi ve temiz elbise giymenin teşviki de söz konusudur. Ancak iyi elbise giymek, Müslümanı aşırı harcamalara neden olacak nitelikte olmamalıdır. Ayrıca “yiyin, için fakat israf etmeyin” denilmesi “yiyip içmemek” şeklindeki dindarlık anlayışına da bir eleştiri içermektedir. Gereğinden fazla yemek içmek kadar ihtiyaç miktarı yiyip içmemek de bir aşırılıktır.

Korkutmanın insanları kötülükten uzaklaştırıcı etkisi yadsınamaz: “Bir zamanlar İsrailoğullarının üzerine dağı gölge gibi kaldırdık da üstlerine düşecek sandılar. ‘Size verdiğimi (Kitab’ı) kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayın ki korunasınız.’ dedik.” (Araf, 7: 171). Allah’ın dilemesiyle dağın korkunç bir hal alması, İsrailoğullarının Allah’a itaat edeceklerine dair verdikleri sözün ciddiyetini onlara kavratma amaçlı olsa gerektir. Onlara yapılan bu uyarı, aynı zamanda Müslümanlara da yöneliktir. Çünkü onların kulluk sözleşmesi olan Kur’an ile bağlarının gevşek olmaması gerekir. Ayrıca Allah’ın azabından sakınabilmek için ilahî vahyin ne dediğini bilmek ve ona uygun şekilde yaşamak gerekir. Sadece anlamadan Kur’an okumak azaptan korunmak için yeterli olmaz. Kur’an şiir gibi okunsun diye değil, insanlar doğru yolu bulsunlar diye gönderilmiştir.

Kur’an İsrailoğullarına verilen Kitab’a sıkıca sarılmalarının emredildiğinden söz eden ve aynı surede geçen iki ayette de –önceki ayette cebel denilmesinden farklı olarak- dağ için Tur kelimesi kullanılmaktadır: “Hani sizden kesin bir söz almış ve Tur dağını üstünüze yükseltmiştik: Size verilen Kitab'ı kuvvetle tutun ve içinde olanları sürekli anın ki böylelikle (fenalıklardan) korunursunuz.'” (Bakara, 2: 63). İlk bakışta ayetten “İsrailoğullarına ilahî bir cebir” uygulandığı akla gelse de Tur dağının  (ya da Tur’un) korkunç bir şekilde tepelerine dikilmesi, onlardan söz alınmasından sonradır. Dolayısıyla bu ürküntü verici hadise, onların Allah’a teslim olmalarını değil, Allah’ın onlardan aldığı misaka özen göstermelerini sağlamayı hedeflemektedir.

İsrailoğullarına Kitab’a sarılmaları emri –ikinci kez Tur kullanılarak- üçüncü kez şöyle aktarılır: “Hatırlayın ki Tur dağının altında sizden söz almış, ‘Size verdiklerimizi kuvvetle tutun, söylenenleri anlayın.’ demiştik. Onlar, ‘İşittik ve isyan ettik.’ dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!” (Bakara, 2: 93). İsrailoğulları kendilerine verilen öğüdü tutmak yerine şirki tercih ettiler. Kendilerine zulmeden Mısırlıların ineği mukaddes kabul etmelerine özenip, belki de bir aşağılık kompleksiyle ineği değil de onun küçüğü buzağıyı tanrı edindiler. İman ettiler ancak eski dinlerini de bir şekilde sürdürmenin yollarını aradılar. Böylece tevhid ile şirk birbirine karıştı. Allah’ın onlardan aldığı sözü göz ardı ettiler. Halbuki, nasıl biriyle anlaşma yapan kimse, “Anlaşmanın içeriğinden haberim yoktu, okumadan imzaladım.” dediğinde anlaşmanın yükümlülüklerinden kurtulamıyorsa benzer şekilde, vahiyden uzak bir hayat sürmelerine rağmen, Allah’a teslim olduğunu söyleyenler de ahirette hesaba çekilmekten kurtulamaz.

Savaşmak gerektiğinde, Müslümanların bir kısmının mı yoksa hepsinin mi çarpışacağı, savaşta vur-kaç taktiği mi uygulanacağı yoksa toplu taaruz mu yapılacağı kararı, içinde bulunulan duruma göre verilir: “Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut topyekün savaşın.” (Nisa, 4: 71). Zulüm yaygınlaştığında, onu ortadan kaldırmak için başka yol kalmadığında, hayatın bir gerçeği olan savaş müminlere farz olur. İslam sadece bireysel ahlaka vurgu yapan bir din değildir. Toplumu ifsat eden bir durum ortaya çıktığında, kalp ile onu kötü gördüğünü belli etmek ve ona sözlü olarak itiraz etmek, onu ortadan kaldırmaya yetmiyorsa savaş gerekli olur ve ondan geri durmak Müslümanlar için bir suç haline gelir.

Müminler dünyada şeytan ve askerleri müminlere karşı düşmanlıklarını dünya sona erene kadar sürdüreceğini bilirler. Bu nedenle tedbiri elden bırakmamaları gerekir. Ancak düşmana karşı maddi tedbirler almak, müminleri savaşta bile namazdan alıkoymamalıdır: “Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını alsınlar, böylece secde ettiklerinde (diğerleri) arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan diğer gurup gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kâfirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4: 102). Namaz bir tevekkül işaretidir. Namaz ile düşmana karşı tedbirin bir arada olması, her ikisinin aynı anda gerekli olduğunu gösterir. Zorda kalan Müslüman sabırla ve namazla Allah’tan yardım ister (Bakara, 2: 153).

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.