Hüseyin Altunbaş

Hüseyin Altunbaş

küçük ama etkili...

Günümüzün temel stratejisi bu aslında. Kocaman olmaya çalışmak değil. Küçük ol fonksiyonel ol. Bizim firmalarımıza temel tavsiyem görünüşte kocaman olmaya çalışmamalarıdır. Fonksiyonellikte kocaman olmaya çalışmalarıdır. Konya küçük firmanın bolca olduğu bir yer. KOBİ cenneti…

 

Kobi cennetindeyiz ama…

 

Konya’mızın 5 yıl içinde devasa fabrikalara, büyük arazilere yatırım yapmaktan çok know-how’a, process’e yapacağı yatırımlar hem Konya’yı hem de firmalarımızı yukarılara sıçratacaktır.

 

Bunun için iş akış şemalarınızı çıkartmanız gerekiyor. Tıkanık boruları açmanız gerekiyor. Karşı tarafı iyi tanımanız gerekiyor. Karşı tarafla düzenli iletişim kurmanız gerekiyor. Biraz düşünmek planlamak gerekiyor yani…

 

Zor değil.

 

Modeller çıkartmak gerekiyor bir başka deyişle.

 

Konya’nın bu modelleri çıkartabileceğini düşünüyorum. Koca koca fabrikalı firmalar olmaya çalışmak yerine küçük ama etkili firmalar olmaya çalışmalarını ancak bu mantık sağlayabilecek çünkü.

 

Dünyada bir çok firmanın kocaman kocaman fabrikaları yok. Süreçleri var. Adidas’ın, Nike’ın fabrikası yok. Sadece iş yapma süreçleri var. Ama kocaman…

 

Fabrikasıyla kocaman değil. İş yapma biçimiyle kocaman… İsmiyle kocaman… Yani soyut değerleriyle kocaman…

 

Soyut değer!

 

Bizim temel alışkanlığımız somut olsun kocaman olsun. Bunun yüzünden soyut değerleri göremiyoruz.

 

Şimdi soyut değerlerimizi güçlendirme zamanı. Hem marka olmak mı dersiniz! Mor inek mi olmak dersiniz! Para kazanmak mı dersiniz! Hepsi onun içinde.

 

Müşteri zaten velinimet değil mi!

 

Velinimet’in anlamı, birine etkisi yaşadıkça sürecek bir iyilik ve bağışta bulunan kimsedir. Yani yaşadıkça görüşülecek, iyilik ve bağış ilişkisi olacak önemli birileri. Aslında bizim kültürümüz kesinlikle pazarlama ve marka mantığını çok önceden belirlemiş ama biz onları kaybetmişiz.

 

Şimdi yabancı diyor ki müşteri ilişkileri yönetimi, ilişki pazarlaması yap diyor. Biz vay be diyoruz. Aslında bizim sloganlarımız da, atasözlerimiz de, geleneklerimiz de hep bunlar var. Biz bunları öldürmüşüz. Öyle değil mi?

 

Müşteriyi önemsemek, her ne şekilde olursa olsun güleryüzlü davranmak, yüzü sirke satmamak, sorunlarını çözmek, onu mutlu şekilde uğurlamak, o mutsuzsa neden mutsuz olduğunu sormak…

 

Tüm bunları yapan bir millet şimdi müşterisine “yolunacak kaz” olarak bakıyorsa. Bir kez yoldum yaa, daha sonra tekrar yolunacak başka birini bulurum diyerek o müşteriyi umursamıyorsa, birileri geçmişin parametreleriyle iyi oynamış demek lazım.

 

Kim oynadıysa kötü oynamış. Ve bizim gıpta edilen parametrelerimiz yerine “dandik” parametreler yüklenmiş.

 

“Yolunacak kaz”

 

Kendinizi bu şekilde düşünmediğiniz kaç tane firma, mağaza var. Şöyle düşünün…

 

Güven kaybetmek mi para kaybetmek mi!

 

Bizim firmalarımız para kaybetmemeyi daha çok önemsiyorlar. Kaybetmemek için uğraşıyorlar, taklak atıyorlar. Güven dediğin ne ki! Salla gitsin diyerek kasaya ve banka hesaplarına bakıyorlar daha çok.

 

Kendimden bir örnekle açayım.

 

Kule Site Ayakkabı Dünyasından bundan bir yıl önce kızıma bir ayakkabı aldım. Şöyle evde giyilecek eğlenceli terlik ayakkabılarından. Ama çocuğun ayağının ucunu rahatsız eden içten bir bükülme yani bozulma var. Yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen biz çözeriz diye alınan bu ayakkabıya Ayakkabı Dünyası’nın merkezi şöyle cevap veriyor. Üretim hatası yoktur. Ürünün içindeki sorunu biz yapmadık. Siz yaptınız. Aynen bu.

 

 

 

 

Genel merkezlerini aradığımda da zaman geçmiş diyorlar. (Ne zamanı! Ben, eğer bir zamandan bahsediyorsanız o zamanın geçip geçmediğini firmaya sordum. Biz de zaman önemli değildir. Biz ne zaman getirirseniz sorununuzu çözeriz. Çünkü biz markayız. Dediler. Kaldı ki markalarla alışveriş yapmanın avantajını bilen, anlatan kişiyim. Satış sonrası hizmete müşteri odaklı bakan firmalardan alışveriş yapmaya dikkat ediyorum. Ayakkabı Dünyası markadır! diyerek alışveriş yapmış biriyim.)

 

Hem biz de zaman yoktur diyorlar. Hem de zaman geçmiş diyorlar. Ama resmi yazışma iletişiminde zamana vurgu yapmıyorlar. Ayakkabı Dünyası marka sürecinde demek ki müşteri değer yaratmak yerine para değeri yaratmak üzerine çalışıyormuş diye düşündüm. Kendisi bunu düşündürttü. Velinimet demiştik ya. Hani yaşadıkça iyilik ve bağış ilişkisi. Sonucu marka değeri olacaktı yaa hani. Nerdeeee

 

Şimdi Ayakkabı Dünyası iletişiminde “Ayakkabı Aşk’tır” diyor. Ya bunlar aşk’ı bilmiyorlar ya da…

Başbakanın Davos için söylediği slogan cümle var ya ona öykünerek “Benim için Ayakkabı Dünyası bitmiştir” diyorum.

 

 

Müşteri odaklı olmak dedik ya bugün. Oradan ilerleyelim. Müşteriyi önemsemek, dinlemek, onun sorunlarını bilmek ve her ne şekilde olursa olsun çözmek için uğraşmak. Siyasi ürünlerle ilgili daha önce Mustafa Sarıgül analizi yapmıştık. Şimdi müşteri gözüyle CHP’ye bir bakış atalım.

 

İstanbul da 3.köprü yapılma süreci uzun süredir gündemde konuşuluyor. Şimdi yeri de tespit edildi ve beğenenler beğenmeyenler tartışıyor. Siyasi bir karar vericinin işi olunca onun rakipleri de doğal olarak beğenmiyor. Ne olursa olsun beğenmiyor. Hele CHP hiçbir şeyi beğenmiyor. Hepsini Anayasa Mahkemesine şikayet ediyor. 3.köprüyü de şikayet edecekmiş. Böyle açıklama yaptılar.

 

Sizce böyle her şeyden şikayet eden, her sorunda mızıklanan, ispiyonculuk yapan siyasi bir ürüne müşteri ne der? Müşteri ne tepki verir? Bence bu ve buna benzer soruların müşteri analiziyle öğrenilmesini lazım. Ama seçim anketleri yaptırmıyoruz, yapılanları takip ediyoruz diyen bir partinin bunu öğrenmek için ne yapabileceğini merak etmek de yanlış olur herhalde. Seçimlerden sonra da “ben bu insanları anlamıyorum niye bize oy vermediler de ona oy verdiler” diye serzenişte bulunmanın cevabını da seçimden sonra değil seçimden önce alınacağını birileri anlatmalı.

 

 

 

Sinan Çetin’in Mevlana temalı “ne alaka” reklamından bahsetmiştik ya geçen hafta. Koskoca Mevlana yılında yapsaydı ya da başka bir anlamlı sebebe dayandırarak yapsaydı belki bu kadar itiraz etmeyeceğimiz reklam zorlama bir mantıkla sanki altında “çapanoğlu” çıkacakmış gibi yapılınca insan üzülüyor ve tepki veriyor. Mevlana’ya hakaret edildiğini düşünüyor. Aslında Doğuş Çay’a da hakaret ediyor bu reklam. Hani Doğuş Çay Güzel Çay diyordunuz şimdi bu reklamla doğru çay diyordunuz. Bu da konumlanamama sorunu yaratmıyor mu? Yaratmayacak mı? Doğuş çay bu reklamla kendine harakiri yaptı aslında. Bekleyip göreceğiz.

Belki de cezası açıklanınca tekrar konuşacağız. Bakın RTÜK Anadolu Sigorta reklamında Atatürk’ün kullanılmasına ceza vermemiş. RTÜK’te oylanmış bu konu ve “kılpayı” ceza verilmemiş. Bakalım Sinan Çetin Doğuş Çay reklamı “ne payı” alacak.

Sigarada resimli uyarı başladı. Sigarayı bırakacak mısınız?

1 Mayıs’la birlikte yazı ve resimli birleşik uyarı dönemi resmen başladı. Sigara firmaları, daha önce ürettikleri ve stoklarında bulunan eski paketleri de, 30 Haziran 2010 tarihine kadar piyasaya sürebilecek. Eski paketlerin arzı bu tarihte son bulacak. Ancak, daha önce piyasaya verilmiş eski paketler, yılsonuna kadar satışta kalabilecek. Yani, şu an sadece yazılı uyarıların olduğu eski paketlerin 31 Aralık 2010 tarihine kadar satışına izin verilecek. Sigara paketlerinin görünür yüzlerinin yüzde 65’ini bu görüntüler kaplayacak. Sabit ve silinemez olacak olan bu uyarılar 3 mm’den az ve 4 mm'den daha büyük olmayacak siyah sınır çizgisi ile çerçevelenecek. Bu birleşik uyarılarda mavi, kırmızı, sarı ve siyah renkler kullanılacak. Görsel iletişim kuran toplumlarda kesinlikle etkili olan bu yöntem bakalım bizim toplumumuzda da etkili olacak mı?  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum