Kendisiyle Barışık, Toplumla Kavgalı!

Medyada, köşe yazarlığı ya da ankırmenlik maharet işi midir?

Hangi vasıfları dolayısıyla biri köşe yazarı ya da ankırmen olur?

Hatırladığım kadarıyla ünlü bir televizyon programcımız bir televizyon kanalından diğerine transfer olurken üç milyon dolarlık bir transfer ücreti almıştı. Sadece bir ay program yapmış ve o kanaldan da ayrılmıştı!

Gündemde yine pek çok transfer haberi dolaşıyor. Kalemi pek keskin arkadaşlar sadece hatır(!) için bir gazeteden diğer bir gazeteye transfer oluyorlar.

Tamamen amatör bir ruhla anlayacağınız, tamamen duygusal nedenlerle!

Köşe yazarlığı deyince bir kısım kadın köşe yazarlarını bu alemde başka bir kefeye koyuyorum.
Onların yazar kimliğini nasıl kazandıkları hep dikkatimi çeker.
Çoğu bir günde yazar oluyor.

Bir televizyon programından yazarlığa terfi ediyorlar. Hatta kitapları bakkallarda, marketlerde yok satıyor.

Benim onlarla aslında pek de işim olmaz. Kitaplarını peynir, ekmek niyetine de okurum. Ancak bazıları var ki, daha profesyonel olarak bu işi yapıyorlar.

Mesela otuz yıldır gazetecilik yapan ve topluma G noktasından bakan bir kadın yazarımız son günlerde gündemimizin baş sayfasına oturdu.

Bu kadın yazarımız, Notre Dame de Sion Kız Lisesi’nde okuduktan sonra İÜ Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirmiş.

Gerçi Türkiye’nin en eski sosyoloji kürsüsünde okumuş olmasına rağmen dünyanın en kötü sosyolojik çözümlemelerini yapabilme kabiliyetini de gösteren bu arkadaş, köşesinde yayınladığı her yazıyla adeta sosyolojik cinayetler işliyor.

Yazılarının tamamını topluma duymuş olduğu kin ve nefret üzerine inşa ediyor.
Bir çoğumuzun hatırından gitmemiştir, 80’li yılların başında “bunalımlı kadınlar” filmleri çekilmişti. Aslında böyle bir kadın Türkiye’de yaşar mı? Hangi semtte oturur, onu da görmüş duymuş değilim. Bu tipleri Batı sinemasında bile bulmak zordur.

Bunalımlı bu şehir kadınları, “Onu sevmem, bunu sevmem, o kötü bu kötü. İntihar mı etsem, yoksa bir seks partisine mi gitsem?” diye hayatlarını sürdüren acayip insanlardı.

Evlenip bir çocuk yapayım, bütün bunalımlarımı ve stresimi de onun güzel gülücüklerinde atayım demeyi kendine zül sayan, garip mahlukatlardı.

Peki streslerini nasıl atıyorlardı? Topluma yabancılaşarak, hakaret ederek, küfrederek…
G hanım da kendi toplumuna, kendi milletine (gerçi kendi toplumu değil sanırım bu toplum, çünkü iğreniyor bu necip milletten) hakaret etmekten büyük bir haz duyan bunalımlı kadın yazarlarımızdan.

Aslında yazarımıza o kadar da haksızlık etmemeliyiz, çünkü o en azından “kendisiyle barışık.” Toplumuyla kavgalı ama olsun, toplumla kavgalı olmak da yazarlığın şanındandır değil mi?
Pardon unuttum, bir de Donatella Piati adlı bir İtalyan’la barışık.

Hatta bazen birbirlerine yazdıkları mektupları bizimle de paylaşma lütfunda bulunuyorlar.
Arası sıra, “Erkeğin hası nasıl olur, Paris’in gecesi mi, İstanbul’un gecesi mi renklidir, nerede yenir, nerede içilir” gibi çok anlamlı ve çok lüzumlu, bizim bilmemizde büyük yarar olan mektuplaşmaları o çok büyük gazetelerinin çok önemli köşelerinde zevkle okuyoruz!

Evet, bu kadın yazarımız iki haftadır iyice gemi azıya aldı. Ha bire Türkiye’de yaşayan 70 milyon insana hakaret ediyor. Yok, “Bunlar eğlenmesini, yemesini içmesini bilmeyen kıllı tüylü, geviş getiren yaratıklardır" dan tutun da, "Zaten dedeleri de katildi, bir çok Ermeni’yi kesti” şeklindeki tahrikçiliğe uzanan pek çok aşağılık isnadı içeren yazıları hiç sıkılmadan ve yüzü kızarmadan yazabiliyor.

Bu kadındaki Müslüman-Türk alerjisi sanırım lise yıllarından kalma. Yoksa Ziya Gökalp’in kurduğu, Ülgener’in ders verdiği İÜ Sosyoloji kürsüsünde bunları öğretmezler insana.
Aslında Sayın G, “Orhan Pamuk gibi pek şöhretli yazarlarımız bu işi pek beceremiyor, yeterince hakaret edemiyor, ben bunu daha iyi yaparım” savıyla köşesinden nefret kusmaya devam ederken bu cesareti nereden alıyor, diye düşünmüyor değilim.

Hele son günlerde yazdıklarından sonra, Ermeni tezinin yılmaz savunucusu, azınlık müptelası, Paris’te yaşayan bu yazarımızın bir Fransız resmi görevlisi olduğuna dair inancım gittikçe güçlenmeye başladı.

İnsanlar düşünmekte ve düşüncelerini de toplumla paylaşmakta özgürdürler. Ancak bu düşünceler toplumun büyük bir kesimini rencide ediyor, hatta aşağılıyorsa, bunun ajitasyondan başka bir anlamı da yoktur.

Ağzından barış, demokrasi lafını düşürmeyen bu tür insancıkların, köşelerinden kusmuk kusmuk yazılarıyla toplumsal barışın temeline dinamit koymalarını başka nasıl izah edebiliriz ki?

Önceki ve Sonraki Yazılar