Kamuoyu baronluğu yapanlara...

Dost, sırdaş, yoldaş, arkadaş, kardeş. Bu kelimeleri yan yana görüverince çoğunuzun aklına gayri ihtiyari eşleriniz, kardeşleriniz, arkadaşlarınız gelmiştir. Bunlardan eş; kimine göre evlenene kadar en sevgili, evlendikten sonra çamaşır, bulaşık yıkama makinesi....Yıllar sonra da belki bir insan posası... Bazılarına göre ise başından sonuna kadar en sevgili, biricik dost, yanındayken bile özlemi çekilen yaren...

Hangi devirde olursa olsun iç çektiren, göz yaşartan mefhumlar...

Vefasızlıktan dem vurup ''ah'' çekenler düşünürler mi ki, kaç kişiye ''ah'' çektirmişler? ''Karşılıksız sevdim'' derler, bilmezler mi sevmek bir ihtiyaçtır, sevilense bir gıda aslında.. Dost: ihtiyaç… Dost, içi dolu bir bohça... Belki bir gün “Şehr-i Konya”daki bu bohçayı çözeriz. Bağını çözersek içinden neler çıkar acaba? Özlemenin özlenmek kadar ihtiyaç, sevmenin sevilmek kadar elzem olduğu, birinin sizin için endişelendiğini bilmeniz kadar, sizin de birisi için endişelenmeyi istemeniz gibi… Bunlar ruhi ihtiyaçlar. Fakat maalesef “Şehr-i Konya”da kamuoyu belirleyenlerin çoğu madde tapıcısı haline geldiği için ruhlarla ilgilenmez oldu. Sonuç: Kuraklık ve derin çatlaklar...

“Şehr-i Konya”da yorgun gözlerimle görebildiğim çatlaklara göz atıyorum; çıfıt çarşısı gibi. Kredi kartları ve ekstreleri, mücevherler, çirkin düşünce bulutları ve içlerinde zorbalığa, nankörlüğe dair ne varsa... Yok yok…

Günümüz insanının dostları yani... Ne olursa olsun, kim olursa olsun, en zorbasının dahi zamanı geldiğinde sarılıp ağlayacak bir yastığı vardır dost niyetine... Benim ruhum gıdasızlıktan cinnet halinde bu gün... Medet umulan anlık materyaller: belki peluştan bir ayı, duvar, belki elindeki en sevdiği fincan, içi izmarit dolu kül tablası, belki de kedisi, köpeği... Ama, asla insan değil... Artık dostluk kurmaktan korkmuyor muyuz?

Her gün bu hayat içinde engelli bedenimiz ve en topal ruh hallerimizle ilerlemeye, daha doğrusu; ''şu ömrü bitirsek de kurtulsak'' dercesine yollara düşüyoruz... Ne olursa olsun insandan uzak... Eski sokaklara, evlere baktığında gerçek sıcaklığı, samimiyeti hissetmeyen yoktur eminim. Birbirine selam verenler, verilen selamı bir müdane ile alanlar... Dün “gardaş”, “can” dediklerine; bugün “meşgulüm”, “çok işim” var mesajı gönderenler…

Vefa...

Sözlüğe bakıyorum, interneti tarıyorum... Vefa ne demekmiş diye?

Vefa: sevgiyi sürdürme, sevgi bağlılığı...

Tabii devreye ister istemez sesler, sisler ve gölgeler giriyor... Derinden gelen sesler, eskinin müstesna birlikteliklerinin, dostluklarının sesleri ve gölgeleri... Yani bu gün akıl sır erdiremediğimiz gözleri ve gönülleri perdeleyen sisler vefaya can çekiştiriyor... Bir dostumun diline pelesenk ettiği ve benim de çok sevdiğim söz: “kanımız da donsa, canımız dosta gider!”

Çok mu iddialı? Aslında hiç iddialı değil...

“Şehr-i Konya”da kamuoyu oluşturma baronluğu yapan küçük yürekliler için iddialı, hatta komik bile olabilir... Vefa mefhumu yaşıyor diyemeyiz.... O neredeyse ölü bir mefhum... Vefanın anlamını sözlükten bulup öğreniyoruz....Yada kitaplardan... Bu cümle hepsinin özeti gibi... Neyse, bu yazı, “Şehr-i Konya”da vefadan dem vurup vefasızlık edenlere, hayat arkadaşının ne manaya geldiğini bilmeyenlere, dostluğun anlamını unutmuşlara, sadakat ve sevgi  kelimelerini duyunca alaylı ifadelerle karşılık verenlere, düşmanlarını dost edinmeye çalışırken gerçek dostlarını kaybetme yolunda budalaca ilerleyenlere, manayı değil, maddeyi kucaklayanlara armağan olsun...!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.