
Ilgın Nogayları Bala'lar
Geçtiğimiz hafta cumartesi-Pazar Ilgın Mahmuthisar köyünün yakınındaki Yeşilgöl”de kamp yaptım
Zeki Oğuz
Geçtiğimiz hafta cumartesi-Pazar Ilgın Mahmuthisar köyünün yakınındaki Yeşilgöl'de kamp yaptım.
Mahmuthisar Ilgın”ın güneyinde, Sultandağlarının eteğinde kayıp bir cennet. Her yıl birkaç kere bu çevrede kamp yaparım. Balık tutmayı becerenler için sazan da var Yeşilgölde. Burada yetişen sazanın tadına doyulmaz. Balık avlama işini beceremediğimi bilen köylüler tuttukları balıklardan veriyorlar da oradan biliyorum tadını.
Pazar günü erken dönmek zorunda kalmıştım gölden. Kamp eşyalarımı arkadaşım Faik Çelik”in dükkânına bırakarak dükkânın hemen arkasındaki mahalleye doğru yürüdüm. Bu mahallede iki yıl önce tanıştığım Nogaylar, Ilgınlıların deyişiyle Balalar oturuyorlardı.
İki katlı evlerin önünde kadınlar oturmuş sohbet ediyorlardı. Çocuklar oynaşıyorlardı çevrelerinde.
Köşede bir bakkal dükkânına girip kendimi tanıttım. Buyur edip bir sandalye gösterdi bakkal Cengiz Aru. Hanımı da yanında ona yardım ediyordu. Sohbet etmeye başladık.
Nogaylar yaklaşık 200 yıl önce, Rus baskılarına dayanamayarak Kırım”dan gelmişler. Ilgın”da Şeyh Carullah ve Ayvat Dede mahallelerinde oturan yaklaşık 1500 kadar Nogay var. Ilgınlılar onlara Bala diyorlar. Bala, çocuk, oğlan çocuğu anlamına geliyor. Nogaylar da benimsemişler bu ismi.
Nogayların büyük çoğunluğu el sanatı ürünleri, takı, süs eşyası, kolye, bilezik yapıp satarak geçiniyorlar. Mevlana ve Şems civarında açtıkları küçük tezgâhlarda geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar. Yalnız son aylarda belediye zabıtaları göz açtırmıyormuş onlara. Hayli yüksek cezalarla karşı karşıya kalıyorlarmış.
Bizim bir âdetimiz vardır, vur dediler mi öldürürüz. Yasakçılık iflah olmaz bir geleneğimizdir. Bu insanların turizm potansiyeli yüksek bölgelerde tezgâh açmalarını önleyelim derken resmen açlığa mahkûm ediliyorlar.
Atölyedeki çalışmalarını görüp, fotoğraf çekip çekemeyeceğimi soruyorum Cengiz Aru”ya. Elbette çekebilirsin, diyerek yol gösteriyor. Genişçe bir avluya giriyoruz. Altı aile oturuyormuş avlunun çevresindeki evlerde. Avlunun toprak zemininde çocuklar oynaşıyorlardı. Soldaki ilk evin önünde iki genç kız takı yapıyorlardı. İzin alıp fotoğraflarını çektim.
Cengiz”in kardeşi Yunus Aru küçük bir odayı atölye haline getirmiş. Dişini çektirdiği için baya rahatsızdı ama beni kırmamak için hemen tezgâhının başına geçti. Folklorik kemer tokaları yapıyordu. Kaba işçiliğini kendisi yapıyor, ince işleri için İstanbul”a gönderiyor ve yaptığı işleri toptan İstanbul”a pazarlıyormuş.
Cengiz yıllarca bu işleri yapmış, Konya”da oturuyormuş. Ilgın”a dönünce bakkal dükkânı açmış. Her ikisi de ucuz, kalitesiz Çin mallarından yakınıyorlar. Kalitesiz Çin mallarının el işçiliğinin değerini çok düşürdüğünü söylüyorlar.
Nogaylar, içlerine kapanık bir topluluk, evlilikleri kendi içlerinde yapıyorlar ve dışarıdan kız alıp vermiyorlar. Müthiş konuksever insanlar. Ayrılmak için ayağa kalkınca bu saatte böyle gidilmez, yemek yiyelim, diyorlar. Sadece bulgur pilavı ve ayran olursa kabul, diyorum. Atölyeden çıkıp Cengiz”in evine gidiyoruz. Az sonra mükellef bir sofra kuruluyor. Yemek sırasında öğreniyorum ki Cengiz benimle ilgilenebilmek için dükkânını kapatıp gelmiş.
Balık avcılığına meraklı Cengiz, Pazar günleri Çavuşçu gölünde balık avlamayı seviyormuş. Bir gün birlikte balık avlama dileğiyle ayrılıyorum yanlarından.