GÜZEL GÜNLER GELMEZ SEN ONLARA YÜRÜRSÜN. AYTEN-AHMET  KOPARAN ÇİFTİ İLE SÖYLEŞİ…

GÜZEL GÜNLER GELMEZ SEN ONLARA YÜRÜRSÜN. AYTEN-AHMET KOPARAN ÇİFTİ İLE SÖYLEŞİ…

Ayten ve Ahmet Koparan çifti kırk küsur yıllık hayatlarında ciddi kayıplar yaşayarak sınanmış bir çift.

image001-074.jpg

Ayten ve Ahmet Koparan çifti kırk küsur yıllık hayatlarında ciddi kayıplar yaşayarak sınanmış bir çift.  Ama her şeye rağmen hayata tutunmasını da başarmış bir çift. Sabır ve sevgi ipine sımsıkı sarılarak çoğu zorlukları aşan iki koca yürekli insanın hikâyesi bu…

Ayten Abla başlıyor ilk anlatmaya:

29 Ekim 1971 Konya doğumluyum. Aynı anneden 2 erkek kardeşim, farklı anneden 6 kardeşim var.

Öz annemi 5-6 yaşlarında iken kaybettim. Ali (erkek kardeşi) de 4 yaşlarındaydı. 22 yaşındaydı annem vefat ettiğinde. Annemden bir gün önce de kardeşim Fatih vefat etmişti. Annem kalbinden rahatsızdı ve Ankara’da yatıyordu. Babam fren tamircisi idi. Biz 3 çocuğa da babaannem bakıyordu. Fatih bebekti ve bakımsızlıktan, fakirlikten vefat etti.

Hatırlıyor musunuz annenizin vefatını?

Annem Ankara’da yatıyordu. Babama her gece yatmadan sorardım ‘anneme götürecek misin bizi’ diye? Her gün anlattırırdım annemi…

Bir sabah erkenden kalktım ve babamın evde olmadığını fark ettim. Az sonra bir araba geldi ve kardeşim Ali ile beni anneanneme götüreceğini söyledi. Orda da dayım bizi aldı(annemin vefatından sonra anne gibi benimsediğim ama 6 ay sonrasında onu da kaybettiğim) Emine Teyze’me götürdü bizi. Odada dayımla konuşan teyzem odadan ağlayarak çıktı ve bize sarıldı, birazdan düğün olacak diyerek yeniden anneanneme götürdüler bizi. Orada elime bir oyuncak bebek verdiler, herkes bize sarılıp ağlıyordu. Kardeşimin cebini de bozuk paralarla doldurdular...Sonra kimisi ‘göstermeyin’ dedi, kimisi ‘bırakın görsünler’ dediler… Ve bizi bir odalardan birine soktular.

Annemi yatırmışlar somyaya. Ağzında ve burnunda ince bir kan sızıntısı vardı. Ve üzerinde sağlıklıyken ikimize bir, aynı kumaştan diktirdiği elbisesi vardı. Battaniyeyle koymuşlardı somyaya. ‘Dün kardeşimi götürmüştünüz, bu gün de annemi mi götüreceksiniz?’ dedim.Baktık anneme, sonra ‘çıkın’ dediler, elime tekrar bebeğimi verdiler. Herkese şaşkınlıkla baktım sonra onlarla ben de ağlamaya başladım. Annem için kurulan kazanları ve yıkanmasını hatırlıyorum bir de.

image002-076.jpg

Annemi kaybetmenin acısını o şaşkınlıkla anlamamıştım ama eve yeni anne gelince o zaman farkına vardım kaybımın acısını. Annemin vefatından 3-4 ay sonra geldi yeni anne. Babam bizimle konuşup hazırlamıştı bizi duruma aslında.

Geldiği gün “anne” dedik. Yeni anneyi annemiz gibi kabullenmemiz gerektiğini mecburen hissettik. Sonra ilk kız kardeşim doğdu. Ben ‘kız kardeşim oldu’ diye çok sevindiğimi hatırlıyorum. Şu anda da diğer tüm kardeşlerimle görüşür, gider geliriz.

Ayten Ablacığım çok zor bir çocukluk geçirmişsiniz. Daha çok anlattırıp üzmek istemem sizi.

Bu güne kadar kimse beni dinlemedi, ben sıkıntımı anlatmaya kalktığımda herkes kendi derdini anlatmaya başladı. O yüzden varsın anlatayım, dinlesin herkes… Daha o yaşımda hem kardeşimi, hem annemi hem sonrasında anne bildiğim teyzemi kaybettim ama bitmedi bununla,  kendim de anne de olamadım… Maddi olarak da çok sınandım, sınandık ama hiç şikâyetçi olmadım; hep bir hikmet aradım.( Yazıvermek kolay olsa da burada yazamadıklarımla birlikte boğazım düğümlenmiş, gözyaşlarımıza engel olamadan konuyu değiştirmeye,fazla ayrıntıya girmemeye çalışıyorum.)

Ahmet Abi biraz da sizi tanıyalım mı?

Hay hay. 1966 şimdiki Ferhuniye Mahallesi’nde doğduk. O zamanlar tüm evler tek kattan oluşuyordu. Acıkınca kimin evinin kapısını çalsak muhakkak karnımız doyardı. Herkes birbirini tanır, sevip sayardı.(Şiir gibi vecizli anlatmaya başlıyor Ahmet Abi. İyi bir okuryazar olduğunu tahmin ediyorum.)

Siyah beyaz televizyon yeni çıktığında şimdiki Hacı Veyiszade Cami’nin az ötesindeki Asmalı Kahve’ye gider, 9-10 yaşlarındayken dışarıdaki bahçesinden televizyona bakardık… Babam her gün oradan beni almaya gelirdi. Sonra mahallede ilk televizyon bizim eve alındı. Böylece bizim ev her akşam komşularla dolmaya başladı.Sadece odalar değil dışarıda bahçemiz de dolup taşıyordu. Tatlı Cadı Sementa, Richard Kımbel Kaçak dizisi, hep seyrettiklerimizdi. Her gelene çay verilirdi. O zamanlar rahmetli dedemle babaannem bizde kalırlardı. O yıllarda 72 yaşında olan dedem evin içinde yürürken düştü ve 10 yıl yatalak kaldı. Annem o 10 yıl boyunca dedeme bizzat baktı, altını değiştirdi, odaya leğen getirir haftada yıkardı dedemi. Babam da mahallenin bakkalıydı. Şairdi, şiiri çok severdi. “Sanayağı, un, şeker bunlar; bankalar değil ancak bakkallar çeker” diye anlık şiirler dökülürdü ağzından. Çok kalın ciltli veresiye defteri tutardı bir de. Biz ortaokula giderken yazları da ya tuğla fabrikasında ya da bakkalda çalışırdık. Sonra okuyamadık. Kafamız vardı ama bakkalda işler yoğun olunca bakkalda çalışmaya başlamamız gerekti.

Televizyonda takla atan Nadya Komaniçi ters takla da atardı. ‘Yalan yavvv. Valla yalan yavvv’ diye kızardı dedem. Nenem de ‘adamlar bizi görecek’ diye televizyonun olduğu odaya girmezdi. Halamlar televizyon aldıklarında, oraya gittiğimizde aynı adamları oradaki televizyonda görüp ‘bu adamlar bizden önce nasıl buraya gelmişler, bak bizi takip ediyor işte bunlar’ derdi. Bir de dedem ellerinde mikrofon konuşan siyasetçileri gördüğünde televizyonda, ellerindekini dondurma sanar, ‘utanmadan karşımıza dondurmayla çıkıyorlar’ diye sinirlenirdi.

86’ da askere gittim. 87’ nin ramazan günü olan 5 Mayıs’ ta Cuma günü komutanım  ‘içimden geldi seni memleketine göndereyim mi?’ deyince sevinçle iftara evimde olayım diye fırlayıp hazırlanıp çıktım. (O güne kadar da ne oruç tutmuş, ne namaz kılmıştım. İlk o yıl başlamıştım oruca) iftara Konya’ ya yetişemedim. Ancak teravih vakti indim eski otogara. Mahalleden bir arkadaşı gördüm orada. “ Başın sağolsun” dedi bana. Ne olduğunu anlamadım. Eve geldim. Evin önü ana baba günü. Herkes “oğlu geldi” dedi. Herkes “başın sağolsun” dedi ama ben şoka girdim ne olduğunu bir türlü anlayamadım.  Bir şey de soramadım. O şokla ‘benim postaneye gidip komutanımı aramam lazım, geldiğimi bildirmem lazım’ dedim. Postaneye götürdüler.. .Aradım komutanımı ‘benim cenazem varmış komutanım’ dedim. O da şaşırdı. ‘Kim’ dedi. Yanımda gelen arkadaşa sordum kim diye, ‘ baban’ dedi. Komutan ‘nesi varmış, başın sağolsun?’ dedi. Ben arkadaşa sordum ‘nesi varmış’ diye.  Arkadaş’ kendini astı’ dedi. Ben telefonun elimden kayıp düştüğünü hatırlıyorum o kadar.  Ertesi gün komutan aramış ‘hemen gelmesin, izinli ‘demiş. 1 ay sonra  askerliğe dönüp de sabah 9’da nizamiyeye girince o güne kadar hiç ağlamamış olan ben öğleden sonra 3’e kadar hiç durmadan ağladım.

Babam benim izne çıktığım o gün akşam iftarını yapmış, annemle teravih namazına gitmişler. O eve hızlıca, annemden önce dönmüş ve mutfakta kendisini asmış. Sebep ne, yok, bilinmiyor. Bakkaldan dolayı ufak tefek borçları vardı tabi ki ama buna sebep olacak şekilde değildi. Yalnız depresyon ilacı kullanmaya başlamıştı işler sıkıntılı diye. Bir onu biliyorum. Eğer belki ben iftara yetişebilseydim diyorum, beni gören babam belki de vazgeçecekti diyorum hala.

 Ben askerliğe dönünce komutanlarım “sana gel demedik ki” diyerek cebime para koyarak geri gönderdiler.  Tarihini boş bırakarak izin formu doldurdular “sen ne zaman dönersen o zaman tarih atarız.” dediler. Tam askerlik yapmadım hiç. O dönemde maddi manevi her türlü yardımı yaptılar bana.

Başınız sağ olsun oldukça zor bir süreç.

Sağolun. Asker dönüşü bir kahvede garsonluğa başladım. 4 yıl orada çalıştım. Oranın şef garsonu ‘temiz, öksüz bir kız var sana alalım’ deyince Ayten’ le tanıştırdılar bizi. O dönemde bende alkol, bira vardı. İyi para kazanıyordum ama bunlara olduğu gibi harcıyordum. Bir gün kahvede büyük bir kavga çıktı. ‘Ben ne yapıyorum’ dedim ve pişman oldum. O gün tövbe ettim, oradan da ayrıldım.

94’te motor fabrikasına girdim. Gelirim kahvede kazandığımın üçte biri idi. Ama o para o kadar bereketli geldi ki bana. Alkolü bırakmıştım. Namaza başlamıştım. Yarım maaşım kiraya, yarım maaşım geçimimize gidiyordu. O sıralarda teknik resim kurslarına gittim, vasıf kazandım ve görevim yükseldi. Aradan zaman geçti ve fabrikayı kapattılar.  Ne yapayım diye araştırırken pazarcılık yapmaya karar verdim.  Zücaciye, mutfak eşyaları satıyordum. İlk yıl çok iyi para kazandım. O sırada iki arkadaşa kefil oldum, onlar için birkaç senede de imza atmıştım. Ve ödemeden kaçıp gittiklerinde ben onların borcu altında kaldım. Bir anda sıfıra indik. Borçları dolar borcuydu. O güne kadar küçük bir minibüs ile Murat bir taksimiz olmuştu. Hepsi gitti. Öyle bir borca imza atmışım ki 15 yıl eşimle çalışarak anca ödeyebildik o borçları.

Sırt sırta verdik, Yarabbi senden geldi dedik ve tüm kazancımızı götürüp borca yatırdık. Evimize bir günde 3 defa haciz geldiği bile oldu.

 Ayten Hanım diğer taraftan anlatmaya başlıyor;

Bizim bir evladımız yok. Tüm bu sıkıntılarımızın arasında ben de bebek tedavisi görmeye çalışıyordum. Bunun için de uzun zaman mücadele ettim ve tabi ki belli bir para lazımdı. Durumumuzu bilen bir doktor hiç tedavi parası almadan beni tedavi etmeye başlamıştı. Sadece tüp bebek şansımız vardı. Bunun için 1,5 milyar para lazımdı. Ben evlere temizliklere gittim. Teyzem ve dayımlar da yardım ettiler maddi olarak. Hastanede tüm tahlil ve tetkiklerim yapıldı. Olur verildi. Son enjeksiyon gerçekleştirildi. Ertesi gün gidip işlemi tamamlamalarını sağlayacağım o gece Ahmet, “ Ayten  bu işi yıllardır çok ama çok zorladın benim hiç gönlüm yok” deyince  ben ertesi günkü operasyondan aniden vazgeçtim… Ve ilerleyen dönemde ilk defa, bu borçlar yüzünden’ iyi ki çocuğumuz yoktu’ diye de şükrettik.

Uzun zaman uğraştıktan sonra sekiz bankaya ana borcumuzu ödemeyi başardık. 29 yıllık evliliğin ilk 14 yılı bu imtihanlarla ve ızdıraplarla geçti.

Bir yandan çocuk sevdası, bir yandan borçlar diğer bir yandan yalnızlık duygusu(annesiz olmanın eksikliği). 5 yıl boyunca her hafta Salı günleri eve haciz gelirdi, buna alışmıştım artık. Bu arada çocuk diye tutturmam da cabası…

Biz bu sıkıntıları çekerken yanımda ailemden bir tek erkek kardeşim Ali durdu. Eşi ve o hep yardımcı oldular bize.  Maaşını alır gelir, çocuklarının nafakasını ayırdıktan sonra hepsini bana bırakır giderdi. Haklarını hiçbir zaman ödeyemem. Biz bu sıkıntıları çekerken 95’te evlenmişti Ali.  O evlendikten sonra çok güçlü hissettim kendimi. Gelinimizle abla kardeş gibi olduk biz.  Melahat’ ın gelmesiyle(kardeşinin eşinden bahsediyor.)  sanki çoğaldım. Her gittiğim yerde yanımda olması bana güç verdi.  Biz iki ayrı evdik ama hergün sürekli birlikteydik. 2 yiğenimin de doğmasıyla anne olamamamın sıkıntısını, üzüntüsünü bir derece atlattım. Onları birlikte büyüttük ne Ali ne de Melahat hiç kıskanmadılar bizden çocuklarını. Yıllar sonra ev alıp uzaklaşıp gittiklerinde yine kimsesiz kaldım. Ama 1 yıl dolmadan biz de taşındık onların olduğu mahalleye. Ben onun ablasıyım ama aslında Melahat bana asıl ablalığı yapan.

image003-052.jpg

Sonra ben yabancı bir firmaya temizlik ve çaya bakmak üzere işe girdim. Orada beni çok sevdiler, çok iyi dostluklar edindim. Özellikle Yağmur isimli arkadaş maddi manevi müthiş destekti bana. Orada 10 yıla yakın çalıştım. Sonra firma Konya ofisini kapatma kararı verdiği için tazminatımı aldım, ayrıldım. Borçlarımız bittiği için o parayla da umre ye gittik. Ahmet de artık emekli oldu. Emekliliğinin dolması için 1 yılda 10 ayrı iş değiştirdi. Bu da bizim için oldukça zor bir süreçti.  Ya Ahmet işi beğenmedi, yapamadı ya da işveren onu.

Tüm bu sıkıntılar esnasında birbirinizi suçladığınız ya da kırdığınız olmadı mı, ilişkinizin sağlığını nasıl koruyabildiniz?

Ömrü billah biz bu borcu tüketip bitiremeyiz derken, neyin hayalini kurduysak Allah onu nasip etti bize… Şu anda bir aracımız bile var artık. Babadan kalma Sille’de de bir küçük bağ var, oraya prefabrik ev yaptırma hayalimiz var artık.

Biz birbirimizi öylece kabul ettik. Ne ben onu alkolü yüzünden suçlayıp incittim ne de o beni çocuğum olmuyor diye.. Biz birbirimizin çocuğu olduk sanki, haddinden fazla düşkün olduk birbirimize.

Ben Ahmet’i çok sıkarım, ilacını içtin mi, üzerini sıkı giydin mi diye… Ama bugüne kadar bir kez bile “yeter sıktın” demedi bana. O çok sıkıntılı günlerde de daha sıkı sarıldık, bağlandık birbirimize.

Ahmet çocukla ilgili bir gün bile rencide edecek bir şey demedi bana ama bu kadınlar arasındaki konuşmalar, sorgulamalar çok fazla üzüp yıpratıyor insanı. Özellikle bazı akrabaların davranış şekilleri, bilinçsizce kullandıkları sözleri çok üzüyor.  “Suç sende mi kocanda mı?” diyorlar. ‘Ortada suç mu var ki’ derdim hep eskiden sorduklarında. ‘Ne kocamda suç var ne de bende’ derdim. Ama artık bıraktım.

Çocuk büyütmekse ben haftada 3 gün okula gide 2 gün gitmezdim zaten yeni anneden olan kardeşlerime bakmak için.

 Ben kocamı çok ama çok seviyorum. Ve hep duamdır ‘ben eşimin yokluğunu görmeden Rabbim önce beni al yanına’ diye.

Hayırlı ömür ve hayırlı ölüm nasip etsin. Bu günlere eriştiysek eğer, sevgi ve saygımızla ulaştık diye devam ediyor Ahmet Abi. Yuvayı diş kuş yapar derlermiş ya, gerçekten de öyleymiş. Ve sevgi gerçekten insana dağları bile deldirebiliyormuş…

image004-059.jpg

Ayten Abla devam ediyor:

İçimi acıtan bazen çok duygusal anlarım olduğunda ‘annemi görmedim, anne-kız arasındaki duyguyu hiç bilmiyorum.’derim. Anne de olamadım, anne olmanın nasıl bir duygu olduğunu da bilmiyorum. Tüm bunları Rabbimin cennette vereceğini hayal ediyorum.  Sonra ‘yiğenlerimin sevgisi var bir de Sille’deki bahçemizdeki kedilerim var’ diyorum. Kendimi bunlarla tatmin ediyorum. Hayvanları eskiden hiç sevmezdim. Kabe’de tavaf ederken kedileri orada da gördüm ve dua ettim, ‘hayvan sevgisi ver içime yarabbi’ diye. Döndükten sonra hafta sonları uğradığımız bağda bir kedi sürekli gelmeye başladı yanımıza. Yemek vermeye başladık. Olmadı hafta içi ‘aç kalır mı ki’ diyerek hafta içi de bir gün bahçeye gitmeye başladık. Geçen yıl 3 yavrusu oldu. Şimdi hafta içi 2 gün gidip doyuruyoruz, yemeklerini bırakıp geliyoruz.

image005-029.jpg

Ahmet Abi başladı söze: Kedi bir süre kayboldu, sonra aradan bir hafta geçti otururken kedi göründü, doğum yapmış. Yavrularını teker teker taşıyarak Ayten’ in kucağına koydu, en son yavruyu getirdikten sonra da kendisi de Ayten’ in dizinin dibine kıvrılıp yattı. O gün çok ağladık.

image006-043.jpg

Her şey takdir-i İlahi, bolca tevekkül etmeli insan, eğer kısmetlerinde varsa, hazinesi bol, isteseydi verirdi. Evladı olanlara da yardım etsin Cenab-ı Hak; hayırlı evlat olsunlar inşallah.

 

image007-021.jpg

Ne diyeceğimi bilememekle birlikte Allah bu sevgi ve muhabbetinizi iki cihanda daim kılsın.  Tüm Arzu ve emellerinize cennette kavuştursun inşaallah…

image008-037.jpg