Dikiş İzlerinde Bahar

Acemi bir terzi gibi 

Teyellemişim seni bahtıma 

Bir resmin kalmış albümde 

Sense düşüp gittin cılız rüzgarla 

Dikiş izlerin kaldı kalbimde 

 

Hangimiz sevmedik diyor ya bir şarkı, işte öyle... Bahar geldi ve her şeye olduğu gibi kalplere de bir can suyu akıverdi. Yeni umutlar dirilirken eski sevdalar depreşti. Hayat, sanki siyah beyaz bir resimden renkli bir fona doğru kayıverdi. Güneş doğdu, yaprakların üstündeki kırağılar damla halini aldı, kuş sesleri neşesini buldu, arıların vızıltısı bal tadında bir zamanı çağrışıyor. Elbette umutlara yelken açmak, sevgiye gönül sermek, aşka göz kırpmak güzeldir, ancak yaş ilerledikçe insan yüreğine baharın da gücü yetmiyor. Hele ki ayrılıkların altında kalan günlere, giden sevgiliye, büyüyen hasrete rağmen mevsime gülümsemek, güneşe pencere açmak, çiçekli dalların coşkusuyla hayata bakmak güçleşiyor. Ve kalpler dikiş izlerinden sızlıyor. 

Ne söylüyorsam 

Seni anlatıyordur 

Aklım kelimelerime karışıyor 

Ben derken bile 

Seni kastediyorum 

 

İnsan belli bir eşiği aşınca, artık mevsimlerden sadece teninden ve yüreğindeki yaralarından tepki geliyor. Ten, mevsime göre ya üşüyor ya ısınıyor. Yürek yaraları ise düşen yapraktan kanadığı gibi, açan çiçekten de hüzün deriyor. Düşen yaprak sevgiliyi götürürken, açan çiçek, onu getiremediği gibi bir de onun güzelliğini, yokluğunu, erişilmezliğini hatırlatıyor. Ve aşık, çiçek derken, kelebek derken, hatta ben derken hep onu kastediyor, onu hissediyor. 

 

Ben bir kelimeysem 

Sen olsun anlamım 

 

Ben bir rakamsam 

Seninle toplasınlar 

 

Ben bir şiirsem 

Sen ol kafiyem 

 

Ben bir romansam 

Sensin kahramanım 

 

Her şeyde, her yerde onun ayak izleri dolaşıyor, ağacın gölgesi siluetini çiziyor, rüzgârın nefesi kokusunu getiriyor, bahar güneşi sıcaklığını tene işliyor. Toprakla kavuşan yeşil, göklerle kucaklaşan kuş, yuvasının etrafında dolanan karınca, kaybedilmiş bir cenneti temsil ediyor aşığa. Bunca vuslatın yaşandığı mevsimde, ayrılığın burukluğunda içini dağlıyor. 

 

Bir bir ölüyor 

İçimde açan çiçekler 

Neredesin kelebeğim? 

Gel de tozlaştır gönlümü 

 

Yârinden uzakta çoğalamıyor aşık, hatta bir bile kalmakta zorlanıyor. Bu sadece bedensel bir kısırlık değil, genel bir akamet. İnsanlar içinde, yalnız odasında ve kendi içinde bir yokluğun esiri oluyor. Hayat yeşerip çoğalırken, meyvelere açan çiçekler, merada meleşen kuzular, komşu evlerden gelen bebek sesleri... Hepsi ama hepsi onun tek oluşunu, yalnız oluşunu, yârsiz oluşunu yüzüne vuruyor. 

 

Her yağmurda 

Sırılsıklam âşık oldum sana 

Ve açtığında güneş 

Yedi renge uyandım 

Attım bütün renkleri gökyüzümden 

Bir tek sana boyandım 

 

Bu yazıyı karamsar görmeyin, hüzünlü bulmayın lütfen. Bu ayrılıkların içindeki bir aşığın baharı nasıl karşıladığını anlatıyor sadece ve aşık bütün bu kederlere, hüzünlere karşın aşkından bizar değildir. Hiç sevmemiş olmaktansa bin kere sevip bin kere ayrılmaya razıdır. Zira varlığın anlamı aşktır. İnsan sevdiği zaman yaşar, sevdiği zaman anlam kazanır, sevdiği zaman varlığını hisseder. Yoksa sadece ot biten toprakta bir çiçek açmamışsa, oraya bahar gelmiş, gelmemiş ne fark eder? Ayrılıklardan korkup sevgiden uzak kalmayın. Yedi rengin güzelliğine ermek istiyorsanız, bir gülün rengine boyanın. 

 

Bakışın aksın çeşmelerden 

Bulutlardan gülüşün yağsın 

Ellerin gibi uzansın yerden çiçekler 

Rüzgâr senin kokunla essin 

Mevsimler penceremden 

Senin gibi türlü kıyafetlerle geçsin 

Geceyi kar kına gibi 

Gözlerinin karasından, 

Gündüzüm uyansın 

Beyazından. 

Kalbim gibi çalışsın saatler 

Gelmediğin günlerde 

Takvimler yaprak vermesin 

Sensiz doğan güneşi 

Gözüm görmesin 

 

Sevgiyle kalın 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.