Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Çocuklarda İnanç Eğitimi

Kur’an’a göre ilk tevhid telkini Hz. Âdem ve soyuna biyolojik ve fiziki bir varlık olarak dünyaya gelmeden önce yapılmıştır. (el-A’râf, 172-73). Kelamcılar, atıfta bulunduğumuz mîsâk âyetleri bağlamında ‘inanç özgürlüğü’ sorununu iki şekilde tartışırlar: “İnanç telkini temsîli bir anlatım mıdır yoksa fiziki bir durum mudur?’

Temsîli diyenler, aslında, hiçbir kimse Allah’la kendisi arasında meydana gelen bu sözleşmeyi hatırlamaz. Her ne kadar bu sözleşmenin anısını hatırlayamasak da günlük deneyimlere bağlı olarak söylemek gerekirse onun hatırası, şuuraltımızda muhafaza edilmektedir. Hatta içimizde çoklarımız hiç gitmedikleri yerlere rüyalarında giderler. Rüyalarında gördüğü kimseler ya da mekanlar, daha sonra bizzat oralara yolculuk yaptıkları zaman sanki daha önce karşılaşmışlar gibi gelir. İşte bunun gibi, özellikle 04-05 yaş grubu çocukların ‘nedensellik ilkesi’ bağlamında inançla ilgili sorular sormaları bunun en açık kanıtıdır. Örneğin, bu yaş grubundaki bir çocuğu düşünelim. Babası her akşam eve ekmek getiriyor. Ekmeğin sebebi, babadır. Çocuğun yaşı ilerleyip arttıkça ve çocuk olgunlaşma sürecini yaşadıkça, babasının ekmeği bakkaldan aldığını öğrendiği zaman, zihninde ekmeğin neticesini bakkala bağlar. Zihinsel gelişimine bağlı olarak daha sonra fırıncıya, değirmenciye ve çiftçiye kadar intikal eder. Çiftçi de buğdayı tarladan elde eder. Pekiyi, minnacık bir buğday tohumuna tarlada yeşermesini kim öğretmiştir? Artık çocuk bu soruları ciddi ciddi sorma devrine geldiği zaman ‘âkil-bâliğ’ yaşına da adım atmıştır. Bundan sonra, inanç konularıyla ilgili sorular tabiri caizse gırla gider. Eğer bu çocuğun fıtratı bir takım etkiler neticesinde bozulmamışsa çocuk bu soruların cevabını bulur. Yok eğer, fıtratı bir çeşit dış ve iç etkiler neticesinde boğulmuşsa, cevap bilinç altında bastırılmıştır. Onu, bir yanardağ gibi aktif hale sokacak olay ve olgulara zaman içinde ihtiyaç vardır. Bu konu ile ilgili ‘nasıl Müslüman oldun?’ gibi isimler taşıyan hidâyet öyküleri diyebileceğimiz kitaplarda birçok örnek bulabiliriz.

Diğer taraftan, Allah’ın zürriyetlere suali fizikidir diyenler, bir problemi de beraberinde getirmiş olurlar. Herkes otomatikman Müslüman olmak zorundadır ve irade hürriyeti yoktur. O zaman, imtihan ve yargılamanın bir anlamı kalmaz. Dolayısıyla, ‘insanın özgürlüğü’nü tartışmaya açarlar. Çünkü insanın varoluş amacı, ‘özgürlükle’ anlam kazanır. Teologlar, bu konudaki insana yönelik ilahi söylem, kelam-ı lafzî olarak değil, kelam-ı nefsî olarak gerçekleşmiştir, demekle sorunu çözmeye çalışmışlardır.

Bütün bu tartışmalar şunu gösteriyor. Her ne şekilde olursa olsun, “Allah’ı bilme” yetisi çocukluk dönemi de dâhil her yetişkin insanın fıtratında saklı bir içgüdü olarak bulunmaktadır. İslam ilahiyatına göre her doğan çocuk bu fıtrî inançla dünyaya gelmektedir. İnsanda Hakk’ı bilme yeteneği, ortamını bulduğu zaman gelişir, yine kimi olumsuz etkiler ve faktörler (çevre vb.) karşısında üzeri örtülür (küfr), tamamen yok olmaz. Hayatı anlamlandırma sürecine katkıda bulunmak üzere gönderilen uyarıcılar bilinçaltındaki bu inanç gücünü harekete geçirmede bir tür manivela görevi yapmaktadırlar.

Ehl-i Sünnet kelamının kurucu önderlerinden Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’ye göre, Allah’ı bilme, aklîdir. İnsanlara peygamber, vahiy ve davetçi gelmese bile, insan aklı ile Allah’ı bulabilir. Şayet, vahyin kapsamı konusunda bir bilgi ile karşılaşmamışsa, sadece o kişi öldüğü zaman Allah’ı bilip-bilmemekten sorulacaktır. Nasıl ki insanda, yeme-içme, sevme-kızma, tepkide bulunma, cinsellik gibi psikolojik duygular varsa, inanma duygusu da vardır. Bunun delili de insana, İlâhi rûhtan üfürülmüş olmasıdır. İşte, bilim adamlarının “inanç geni” dedikleri şey de budur. Kur’an buna “fıtratullâh” diyor. (bkz. Er-Rûm 30/50). Fıtrat; insanın Hakk’ı kabul etme yeteneğidir. Her insan, doğuştan getirdiği “fıtrî akılla” Allah’ı bulabilecek kabiliyete sahiptir. Ünlü filozof, Descartes’in, “Allah insana damgasını/mührünü vurmuştur” derken söylediği şey de aynıdır. Mâtürîdî çizgide yürüyen bütün bilginler doğal akılla çocukluktan yetişkinlik çağına adım atmış kimselerin Allah’ı bilebileceklerine dair görüşlerini şu âyete dayandırmışlardır: “İbrahim de bir zaman: “Rabbim! Ölüleri nasıl diriltirsin” demişti. “(Allah) inanmadın mı?” dedi. “(İbrahim) Hayır inandım”, fakat kalbim/aklım yatsın diye...dedi.” (el-Bakara 2/260). Âyetin özlü yorumu, iman, aklın ürettiği sağlam bilgi ile temellendirilmelidir. Aklın yatmadığı bir inanç, sallantıdadır. Bu noktada yapılması gereken şey, imanı, her türlü kuşkudan arındırarak, epistemolojik verilerle kesinliğe ulaştırmak gerekir.

Bazı Müslüman kelamcıların müşrik ve kâfir kimliğine haiz kimselerin çocukları hakkında olumsuz kanaatler ileri sürmeleri ve bu konuda Kur’an’dan tezlerine delil getirmeleri (bkz. Nuh, 26-27) çocuklarda “inanç gelişiminde” sosyal bir çevre olan ailenin önemine ve kişisel deneyimlere vurgu yapmış olmalarıdır. Yine kelamcıların çocuklarda teolojik sorumluluğun ölçüsünün bedensel ya da zihinsel gelişmeye bağlı olup olmadığı konularındaki tartışmaları, inancın bilgi ve rasyonel temellere oturtulması amacına yöneliktir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.