Akılla Olmaz..

Akıl Allah’ın insana bahşettiği en büyük nimetlerden biridir. Onsuz hayat ve bilgi olmaz. Efendimiz bir hadislerinde önce benim ruhum sonra kalem sonra akıl yaratıldı diyor. Onsuz olmaz diyoruz da faydası aklı kullanmayı bilene. Bilmeyene yine bir şey yok.
Aklın olmadığı ve yerinin olmadığı yerler de var. Mesela çocukta akıl olmaz. Zaten ihtiyacı da yok. Onun bütün ihtiyaçlarını karşılamak için hazır bekleyen anne ve baba varken...
İkincisi öfkede akıl olmaz. Baldan tatlı oluşu da bundan zaten. Ne kadar hiddetlenirseniz o kadar mutlu oluyorsunuz.

Üçüncüsü tarikatta akıl olmaz. Sadece kabullenme ve mürşide bağlanmak esastır. Düşünmek ve yorumlamak seyr-i sulukta kaybetmekten başka kazandırmaz. Şeyh ve müridin yolu büyük bir suyun kenarından geçecek. Suyun kenarına gelmişler. Şeyh müride ben şimdi suyun üzerinden geçeceğim. Benden sonra sen geçeceksin. Ya Şeyhim de, suya yürü. Bir şey olmadan karşıya geçersin demiş. Şeyh suya yürümüş ve Ya Allah diyerek suyun üzerinden yürüyerek karşıya geçmiş. Sıra müride gelince o da Ya Şeyhim diyerek suya adımını atmış ve başlamış yürümeye. Suyun ortasına gelince şeytan aklını çelmiş. Sen demiş, ne adamsın. Allah mı büyük Şeyhin mi? Utanmadan kalktın da Allah yerine şeyhinden medet umdun. Mürit bu haklı tepkiyi önce dinlemiş, sonra da doğru demiş. Tabii ki Allah büyük. Şeyhinden vazgeçip Ya Allah demiş. Birden suyun dibini boylamış Yüzme de yok. Tam boğulacak, biri kolundan çekip çıkarmış. Baksın ki Şeyhi suyun üstünde müridine bakıyor. Ne o, demiş. Yoksa şeytana mı uydun? Ben o kelimenin lafzı için kırk yıl nefsimle mücadele ettim. Bunu öyle kazandım. Hani kayıtsız şartsız itaat. Gel de bunu akıla izah et.

Dördüncüsü siyasette akıl olmaz. Akıl olsaydı adı politika, siyaset olmazdı. Milletvekilliği kaderde varsa seçilirsiniz. Bu nasiptir. Nerde olsa sizi bulur. Sonra Ankara’ya gider, kalabalık bir grup eşliğinde kaydınızı yaptırır, rozetinizi alırsınız. Fark ettiğiniz manzara yıllarca söylediklerinizi ve yapacaklarınızı size unutturur. Daha ilk günden itibaren tek amacınız olur. Yeniden buraya nasıl gelirim? O zaman akıl kalkar, itaat başlar. Genel Merkeze veya Başkana yakın olmak ve her dediğine itaat. Kayıtsız şartsız. O Kürt sorunu derse ülkede Kürt sorunu vardır, terör yoktur. Bu laftan cesaret alıp sokaklara dökülenler aslında terör için değil de gasp edilen bir hakkın peşindeymiş gibi düşünmeye başlarsınız. Bu konuyu söylemek zor ise susar, değilse ülkede gelişen demokrasi hamlesinden bahsederek bir anda demokrat olursunuz.
İşte aklın kullanılmadığı yerler ve sonuçları. Oysa akıl insana bir nimet olarak verilmiştir. Çünkü Kur’an “Hiç akl etmez misiniz?” diye sorar. Hesaba çekilecek olan da akıl sahibidir. Aklı olmayanı ve aklı ile bilmeyeni ciddiye bile almazlar. Neden alsınlar ki?

Siyasette aklın olmadığının, itaatin şart olduğunun yeni bir belgeseli bu günlerde basında çevrilen bir film gibi gözler önünde. Saklamaya çabalıyorlar. Üzerini örtmeye çalışıyorlar. Gündemi saptırmaya çabalıyorlar, ama film tüm hızıyla vizyonda. Yeni Şafak gazetesinde artık Ahmet Taşgetiren yazı yazmıyor. Başbakanın Kürt sorununa, sözüne “partide bu kadar da olmaz diyorlar” dediği için.

Onaltı Ağustos tarihinde Taşgetiren duyduğu rahatsızlığı anlatan bir yazı yazıyor ve bir paragrafta da soruyor. Yazı aynen şöyle. “Tayyip Erdoğan'ın Danışmanlar"ı diye bir "Sorun" insanların gündeminde. Beklenmeyenlerle, aksamalarla, yanlışlarla onların alakası kuruluyor. Yeterlilikleri sorgulanıyor. Bu, Ak Parti'nin parlamento grubunda da ciddi bir sorun. Hatta belki hükümet içinde de... (Bu 15 gün içinde hem Ak Parti grubu, hem hükümet üyelerinden kimileriyle temaslarım oldu.) Bu çerçevede "Kürt sorunu" çıkışının parti içinde sıkıntılar doğurması muhtemel.” Başbakanın danışmadan iş yapmam diye tanıtmaya çabaladığı sonra da tepkiyi görünce bir kaç gün ortalarda görünmeyerek olayların yatışmasını beklediği tablo malum. Bunu tolere edebiliyorlar ama Kürt Sorunu’nun parti içinde rahatsızlık yarattığı tepkisini hazmetmek zor herhalde.

Şimdi bir bakın. AKP’nin milliyetçi kanadı var. Çoğu eski MHP’li. İçlerinde sınıf arkadaşlarım ve yurttan tanıdıklarım var. Hiç birinden de şüphe etmem. Gazetelere yansıyan da bunların rahatsız olduğu, zaman zaman Başbakana bunu dile getirdikleri. Dile gelir, ama icraat olmaz. Sebep yazının başındadır. Geçen gün Son Mohikan diye bir film seyrediyordum. Kaleyi Fransızlara karşı savunmak için gelen gönüllülere bakıp başrol oyuncusu bir değerlendirmede bulunuyordu. Savunacak adam çok, ama ölmeyi göze alan yok. İşte olayın izahı ve sonucu. Herkes tepkisini gösterir, ama dozunu ayarlayarak. Çünkü seçim var, yeniden oraya gitmek gerek. Ülkenin yüce menfaatleri bunu gerektiriyor. Oysa değer mi?

Bu yazıyı yazarken İmam Birgivi’nin bir sözü aklıma geldi. Bu seçimde aday olmayı düşündüğünde bir muhterem zatın bana söylediği bir söz. Vavlardan sakının. "Birgivî, Tarikat-ı Muhâmmediye adlı kitabında "vavlardan sakının" dedikten sonra bu vavların vakıf, velâyet (valî olmak), vezâret (bakan olmak), vesâyet (vasî olmak), vekâlet (bir kimseye vekil olmak) vediât (bir şeyi emanet almak) olduğunu ifade ediyor. Eskiler "V" ile başlayan bu konuların hukukuna riayet edememe endişesi ile vakıf mütevellisi, vali, bakan, bir kimseye vekil olmak ve bir şeyi emanet almaktan uzak durmuşlardır."
Sözümüz vekil olanlara...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.