Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: (4)

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: (4)

"Filistin devletinin kurulması ve Doğu Kudüs'ün de o Filistin devletinin başkenti olması gerekiyor. İsraillilerin gerek siyasi makamların gerekse dini liderlerin veya başkalarının ikide bir çıkıp 'Kudüs İsrail'in ebedi başkentidir, böyle olacaktır' gibi a

İSTANBUL (AA) - Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü İbrahim Kalın, "Filistin devletinin kurulması ve Doğu Kudüs'ün de o Filistin devletinin başkenti olması gerekiyor. İsraillilerin gerek siyasi makamların gerekse dini liderlerin veya başkalarının ikide bir çıkıp 'Kudüs İsrail'in ebedi başkentidir, böyle olacaktır' gibi açıklamalarının ne hukuki, ne siyasi hiçbir karşılığı yoktur. Kudüs'ün statüsü bellidir, Kudüs'ün Müslümanlara ait kısmı işgal altındadır." dedi.

Kalın, Tvnet'te yayınlanan "Karşı Karşıya" programında gazeteci Merve Şebnem Oruç'un sorularını cevapladı.

İbrahim Kalın, Filistin toprakları ve halkının geleceği konusunun, Irak'ta, Suriye'de yaşanan hadiselerden dolayı sanki biraz kenara itildiği, ikinci plana düştüğü gibi algılandığını ama Filistin konusunun Ortadoğu siyasetinin hala en merkezindeki konu olduğunu söyledi.

Filistin meselesi bu şekilde var olduğu sürece Ortadoğu siyasetine adaletin ve barışın gelmesinin hiçbir zaman mümkün olmayacağına dikkati çeken Kalın, "Bu İsrail'in kendi güvenliği için de gerekli bir şey, bölge halklarının güvenliği için de gerekli. Orada barış içerisinde karşılıklı çıkar ve hakkaniyete dayalı bir düzen kurulacaksa Filistin halkının bir kere temel meşru taleplerinin karşılanması, Filistin devletinin kurulması ve Doğu Kudüs'ün de o Filistin devletinin başkenti olması gerekiyor. İsraillilerin gerek siyasi makamların gerekse dini liderlerin veya başkalarının ikide bir çıkıp 'Kudüs İsrail'in ebedi başkentidir, böyle olacaktır' gibi açıklamalarının ne hukuki, ne siyasi hiçbir karşılığı yoktur. Kudüs'ün statüsü bellidir, Kudüs'ün Müslümanlara ait kısmı işgal altındadır ve kurulacak olan gelecekteki Filistin devletinin başkenti Doğu Kudüs olacaktır. Şu ana kadar müzakerelerde kayıt altına alınmıştır. Bunun değiştirilmesine dönük atılacak her adım, sadece Ortadoğu'da daha fazla kaosa yol açar." diye konuştu.

Kalın, Kudüs'ün en çoğulcu, en barışçıl dönemlerinin Müslüman idaresinde olduğu dönemler olduğunu hatırlatarak, Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs'ü aldıktan sonra yaptığı ilk işlerden bir tanesinin o zaman Kıbrıs'a sürgüne gitmiş olan hahambaşını tekrar Kudüs'e getirmek olduğu bilgisini verdi.

Haçlı seferlerine, Moğol istilasına değinen Kalın, İslam dünyasının bu iki saldırının meydana getirdiği yıkımı çok kısa bir sürede tamir ettiğini ve 14. yüzyıla gelindiğinde İslam dünyasında şehirlerin yeniden imar edildiğini, ilimde, sanatta, fikirde, düşüncede, bilimde inanılmaz faaliyetlerin yapıldığını hatırlattı.

- "Herkes küçük hesaplar içinde"

İslam dünyasının hem içeride hem dışarıda bir tehdit ve saldırıyla karşı karşıya olduğuna dikkati çeken Kalın, "Buna karşı direnç üretmesi için kendi köklerine dönmesi lazım. Birlik beraberlik olacaksa önce içimizde, kalplerimizde, zihnimizde, birbirimizle ilişkilerimizde, kardeşlik hukukumuzda arayacağız, bulacağız oradan dışarıya doğru yayacağız. Bu çok kolay değil. Modernleşmenin getirdiği tortular, ulus devlet refleksi ile hareket edenler var. Sorunları çözme yönünde güçlü liderlikler yok. Herkes küçük hesaplar içinde. Buna rağmen ben bu krizin aşılabileceği kanaatindeyim." ifadelerini kullandı.

Kalın, bu konuda hem siyasi hem de dini liderlere hem de kanaat önderlerine çok önemli görevler düştüğüne vurgu yaparak, bu kişilerin meseleleri doğru tespit edip öncelikleri doğru ortaya koyması ve bu sorunların üzerine kararlılıkla, basiretle, hikmetle, cesaretle gidilmesi gerektiğini dile getirdi.

15 Temmuz'da bir ihanet şebekesinin, bir işgal lejyonerinin gelip bu ülkeyi birilerine vermek, bağlamak için operasyon yaptığını aktaran Kalın, "Bu millet 12 saatten az bir sürede, 40 yıldır yaptıkları planı, projeyi darmadağın etti. Bu ihanet şebekesi var. Çıktılar, gerçek yüzlerini gösterdiler ve bu ülkeye bu ihaneti yaptılar. Milletin direnişi ile liderliğin ortaya koyduğu cesaretli ve basiretli tavırla bu bertaraf edildi." dedi.

Türkiye-Almanya ilişkilerine ilişkin bir soru üzerine Kalın, "Daha konjonktürel şartlar da var, yaklaşan Almanya seçimleri gibi. Son birkaç yıldır Almanya siyasetinde ve medyasında, Türkiye karşıtlığı ve hasseten paranoyak düzeyde Erdoğan karşıtlığı, prim yapıyor. Bunun üzerinden siyaset yapmak, alkış almak, puan ve oy toplamak, bir rutin haline geldi. Alman basınında her gün Türkiye ile ilgili, Cumhurbaşkanımızla ilgili onlarca yorum, yazı... Bir taraftan eleştirdiklerini, karşı oldukları söylüyorlar, bir taraftan da vazgeçilemezlik var. Gerilimi besleyen o dip akıntı olduğu müddetçe, bu sorunlar tekrar tekrar farklı şekillerde önümüze gelmeye devam eder." değerlendirmesinde bulundu.

Kalın, konuşmasında Francis Fukuyama, Samuel P. Huntington'un İslam dünyası ve Batı hakkındaki fikirlerine de değindi.

Avrupa toplumlarının siyasi elitlerinin, aydınlarının, dini liderlerinin bazı istisnaların haricinde kahir ekseriyetinin dünyaya halen Avrupa merkezci bir perspektiften baktığını anlatan Kalın, bunun geleceğe bakma perspektifi olduğunu bu yüzden de ekonominin de siyasetin de uluslararası ilişkilerin de sporun da sanatın da Avrupa merkezci bir hatta ilerlemesini istediklerini söyledi.

- "Şekli manada modernleştiğini zanneden bir toplum inşa ettik"

Kalın, "İşte çağdaş Türkiye" pozları verildiğinde fonda Beethoven müziğinin çalındığını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

"(Beethoven müziğini evrensel yapan, Dede Efendi'nin müziğini yerel yapan nedir?) sorusunun rasyonel bir cevabı yok, olamaz da. Beethoven son tahlilde Avrupa toplumunu ve tarihinin bir noktasında yetişmiş çok önemli bir müzisyen, ben çok severek dinlerim ama onu, Dede Efendi'den, Itri'den ya da Aşık Veysel'den, Neşet Ertaş'tan, Karacaoğlan'dan daha evrensel kılan bir şey yoktur. Bu ancak tarihi şartlar içerisinde Avrupa merkezli bakış açısının dayattığı bir şeydir. Türkiye'de uzun yıllar biz bu travmadan kurtulamadık. Çünkü Türk modernleşmesi de Avrupa merkezli bakış açısıyla hesaplaşamadığı için, modernleşmeyi Batılılaşma, Avrupayileşme, hatta daha da özelinde sosyeteleşme olarak kurguladığı için Şerif Mardin'in 'Sathi, Yüzeysel Modernleşme' dediği sonuç ortaya çıktı. Şekli manada modernleştiğini zanneden bir toplum inşa ettik. Bu da zihinlerimizi, kalplerimizi böldü, şehirlerimizi, hayatlarımızı, evlerimizi böldü. Ne orada kendimiz olabiliyoruz, ne burada tam manasıyla kendimiz olabiliyoruz."

Mülteci meselesinde Avrupa'nın ortaya koyduğu tavrı gördüklerini kaydeden Kalın, "Panik olmanın ötesinde gayri insani bir tavır sergilediler. 'O insanların Akdeniz ve Ege'de ölmesi önemli değil yeter ki buraya gelmesinler.' Suriye'de varil bombaları mı öldürüyor? 'Yeter ki buraya gelmesinler.' Biri gelip orada atom bombası atsa, Allah korusun yüzbin kişi ölse 'buraya gelmediler aman aman, çok önemli değil' noktasına geldiler. Bunun tabi ki istisnaları var. Çok da genelleyip bütün Avrupa'yı mahkum etmek doğru olmaz. Bunu sorgulayan çok önemli aydınlar ve siyasetçiler var. Kötü bir öteki inşa ederek buradaki sorunları gölgeme, yok sayma kolaycılığını getiriyor. 'Orada savaş, mülteciler var. Türkiye'de bir diktatörlük var' deyip aslında Avrupa'daki göç, entegrasyon, çoğulculuk, ailenin çöküşü, bireycilik, uyuşturucu, dini inançların örselenmesi ya da tamamen yok olması, millet olma bilincinin ortadan kalkması, işsizlik gibi birçok sorunu ötelemeye yol açıyor. Bu kolaycılığın hiçbir topluma faydası yok." ifadelerini kullandı.

- "Daha soğukkanlı ve rasyonel bir yaklaşım içerisindeyiz"

Kalın, Avrupa'nın heterojen bir yapı olmadığına dikkati çekerek, Batı'yı daha derinlikli analiz etmek gerektiğini ve Avrupa'nın içinde birbirinden farklı 5-6 blokun, gruplaşmanın ve farklı Avrupa kimliklerinin olduğunu vurguladı.

"Almanya hükümeti, olmayan bir kriz üzerinden süreç yönetmeye çalışıyor." diyen Kalın, şunları kaydetti:

"Neydi iddiaları. Bir, 'Alman vatandaşları Türkiye'de güvende değil.' İki, 'Alman şirketlerine dönük soruşturmalar var.' Halbuki bu en üst düzeyde de ifade edildi. Cumhurbaşkanımız bununla ilgili ilk açıklamayı yaptı. Alman şirketleri ilgili haber gelir gelmez, kendisine arzda bulunduk. Yani böyle bir şey söz konusu değil. Kendisi de hemen ertesi gün İstanbul'daki bir toplantıda bununla ilgili ilk açıklamasını yaptı. Daha sonra da İçişleri Bakanımız, mevkidaşı ile görüştü. Dışişleri Bakanımız görüştü. Başbakan Yardımcımız Mehmet Şimşek, buradaki şirket yöneticileri ile görüştü. En son Başbakanımız Türkiye'deki Alman firmaları ile bir araya geldi. Daha sonra TÜSİAD bir açıklama yaptı. İş dünyası aslında işin hakikatini görüyor. Orada siyasi hesaplarla onlar bir başka oyunun içine çekilmeye çalıştıklarını fark ettiler ve dediler ki 'Hayır biz Türkiye'de güvendeyiz, yatırımlarımızı devam ettiriyoruz. Bize yönelik herhangi bir tehdit, risk söz konusu değil.' Her yıl 2,5-3 milyona yakın Alman vatandaşı turizm, seyahat ve iş için Türkiye'ye geliyor. Bunlara yönelik herhangi kriminal faaliyet içinde değilse herhangi bir tehdit olmamıştır. Akdeniz bölgelerinde Almanlar ikinci ülkeleri gibi gelip 1-2 ay kalanı, ev alanı, oturanı, 10 gün kalanı var. Bir risk ve tehdit söz konusu değil. Bunu en güçlü şekilde ifade etmemize rağmen Alman hükümeti, yakın vadede eylül seçimlerinden dolayı daha derinde başkan unsurların etkisi ile bunu bir krize dönüştürme gayreti içerisinde. Umarız bu yaklaşımlarından vazgeçerler. Biz daha soğukkanlı ve rasyonel bir yaklaşım içerisindeyiz."

(Sürecek)

AA

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :