Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Adalet erdemi

Adâlet mastar olarak, her türlü sapmanın ve haksızlığın karşıtı olup,  bir şeyi ait olduğu yere koymak, hakkını vermek, eşit ve denk yapmak anlamlarına gelir. Bu anlamda adalet kelimesi; insaf, haklılık, ölçülülük, söz ve eylemde doğruluk manalarını kapsayan bir denkleştirmedir.[1]

Adalet, “hak” kavramıyla alakalı olup “hak edene hak ettiğinin verilmesi” ya da “haksızlık yapılmaması”dır.  Haksızlık (zulm) adaletin zıddıdır. Mizan ve mülk, adaletle kaimdir. Zulm ise, her ikisini de ifsad eder. Mülkün devamını isteyenler, insanlar arasında adaletle hükmetmelidirler. Bu durum fonksiyonellik açısından; aşırılık ve ihmalkârlık arasında bir birleştirme noktası olan terazinin diline benzer.  Bundan dolayı adalete ve adalet sistemine mizan da denilir.”[2]

 Bilindiği gibi adâlet, mutlak eşitlik değil; verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder. Buna dağıtıcı adalet demek mümkündür. Bir işin değeri,  emek sarfiyatının çokluğu ile orantılı değildir. Dolayısıyla,  gereğince, ihtiyaçları, yetenekleri ve imkânları bakımından eşit durumda olmayanlara eşit davranılmamalıdır. Çünkü farklı durumdaki kişilere eşit davranmak eşitliğin çiğnenmesidir. Herkesin hakları meziyet ve başarısı ile görevleri de ehliyet ve yeteneği ile orantılıdır. Mesela, proje çizen bir mühendisle, emrinde çalışan insanların ücreti eşit olamaz. Yine, bir ordu komutanının yaptığı işle,  ağır şartlar altında savaşan kimselerin yaptıkları işler birbirine denk değildir.  Dağıtıcı adalet anlayışına göre, herkes yeteneği ve katkısı oranında ücret aldığı gibi, geliri daha çok olandan daha fazla vergi alınmalıdır. Bunun tersi olursa, orada haksızlık ortaya çıkar.

Adalet, doğal bir ahlâk kanunudur. Allah onu insanın özüne yerleştirmiştir: “Seni yaratan, şekillendiren ve ölçülü yapan (adl)  O’dur.”[3] Her akıllı insan, objektif olarak adaletin iyi, zulmün kötü olduğunu anlar. İslam bireysel ve toplumsal hayatın tüm katmanlarında hakkaniyet ölçülerine uygun davranmayı emreder ve her türlü ayrımcılığı da yasaklar.[4] Çünkü hakkaniyet, bütünü gözeten ahlaki anlamda bir tavırdır.  Hakkaniyet, adil olmayan kuralın değil, adil olmayan sonuçların değiştirilmesi amacına hizmet eder.

Dinde denkleştirici adalet ise,   herkesin eşit işleme tabi tutulmasını öngörür. Özellikle, yargılama[5],  barış[6],  şahitlik[7] ve alış-verişte[8] böyle bir adalet, toplumsal düzenin sigortasıdır.

Görüldüğü gibi adaleti gözetmek toplumun çekirdeği olan aile içi ilişkilerden tutun da devlet yönetimine varıncaya kadar merkezi bir konum, değer ve öneme sahiptir. Adalet ilkesi, insanın fiilleriyle ilişkilidir. Başkalarının varlığıyla bir anlam ifade eder. Toplumda sosyal barış ve güvenin kaynağı, adâlet ve hakkaniyet ilkelerine uygun davranmaktır.[9]  Onun için toplumsal hayatta herkese insanca yaşama imkânı sağlayan sosyal adalet hizmetleri, eşitlik üzerine değil, denge üzerine kurulmalıdır. Eğer aksi bir tutum olursa, bundan toplumsal düzen ve barış, zarar görür.  Bu bağlamda hakkaniyet ölçüleri gözetilerek tatbik edilmesi gereken adâletin –ister lokal, isterse küresel düzeyde olsun- gerçekleştirilmesi için mücadele vermek, insan onurunu korumanın doğal bir yoludur.

 

[1] Bkz. el-İsfehânî,  el-Müfredât,   s. 487.

[2] 57/Hadîd 25.

[3] 82/İnfitâr 7.

[4] Bkz. 16/Nahl 90; 5/Maide 8.

[5] Bkz. 4/Nisa 58.

[6] Bkz. 49/Hucurat 9.

[7] Bkz. 65/Talak 2-3.

[8] Bkz. 6/En’âm 152; 17/İsra 35.

[9] Krş. 4/Nisa 135.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.