Yılan Hikayesi nedir?

Yılan Hikayesi nedir?

Hemen hepimiz duymuşuzdur, "Bu iş yılan hikayesine döndü" diye... Peki yılan hikayesi nedir?

'Yılan hikâyesi' "Bir türlü sonuca bağlanamayan, çözümlenemeyen, uzayıp giden (mesele ya da iş)" anlamındadır... Ve böylece uzayıp giden pek çok yılan hikayesi vardır... İşte o hikayelerden bazıları...

YILAN HİKAYESİ

Adamın biri, bir gün bir yılan ile dost olmuş. Adamın ne zaman başı sıkışsa, darda kalsa falanca kuyunun yanına gider orda bir süre beklermiş. Yılan kuyudan çıkıp adama bir altın lira verirmiş. Adam geçimini bununla sağlarmış. Bu durum epey böyle sürmüş.

Derken, aradan uzun zaman geçmiş ve adam hastalanmış. Yaşlı olduğu için de kuyunun yanına gidemez olmuş. Bir gün oğlunu çağırtmış.
"Bak oğlum, falanca kuyunun yanına git, orda bekle, kuyudan bir yılan çıkacak o yılandan korkma, dosttur o yılan. Yılan sana bir altın lira verecek sende onu al ve bana getir." demiş. Oğlu babasına
"Tamam baba sen hiç merak etme" demiş.

Çocuk hemen yola koyulmuş. Falanca kuyunun yanına gitmiş ve orda beklemiş. Bir süre sonra yılan kuyudan çıkmış ve çocuğa bir altın lira bırakmış. Çocuk altını görünce şaşırmış. Aklından şeytanlık geçecek ya; hemen geçirmeye başlamış.
"Demek ki, kuyu altın dolu. Ben bu yılanı öldürürsem kuyudaki altınları alır zengin olurum" demiş ve etrafına bakmış. Yerden bir taş almış ve taşı yılana fırlatmış. Yılanın kuyruğu kopmuş, tabii yılan da can havli ile çocuğun üstüne zıplayıp çocuğu ısırmış. Neticede çocuk zehirlenerek ölmüş.

Aradan uzun zaman geçmiş ve yaşlı adam iyileşmiş. Adam aslında bilge biriymiş ve olayın iç yüzünü de bilmekteymiş. Falanca gün falanca kuyunun yanına gitmiş ve orda beklemiş. Bir süre sonra yılan kuyudan çıkmış. Adam yılana
"Ya yılan kardeş, bizim çocuk bir densizlik yapmış ve cezasını da bulmuş ama biz dosttuk ve yine dost kalabiliriz" demiş. Yılan, bu teklife hiç ama hiç yanaşmamış
"Yok, yok!! bu imkansız" demiş ve eklemiş
"Sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı olduktan sonra artık biz dost olamayız" demiş.

***

KÖYLÜ İLE YILAN HİKAYESİ

Bir köylü şehirden köyüne dönüyordu. Yolda çalıların alev alev yandığını,  alevlerin ortasında da bir yılanın çaresizlik içinde kıvrandığını gördü. Yılan ne kadar çabalasa da ateşin ortasından kurtulmayı başaramıyordu. 

Köylü sopasının ucuna taktığı azık torbasını ateşin ortasında ki yılana uzattı. Yılan kıvrılarak torbanın içine girdi. Adam da torbayı ateşin ortasından çıkardı. Yılan alevlerin ortasında yanmaktan kurtulmuştu.

Yılan torbanın içinden çıkar çıkmaz adama: Seni sokacağım dedi. Adam şaşırdı: Ama nasıl olur, iyiliğin karşılığı kötülük olmamalı, ben seni ateşin ortasından kurtardım. Yılan: Evet, ama yinede ben seni sokacağım.

Adam yılana yalvardı. Ne olur yılan kardeş, dur yapma, yaptığım iyiliğin karşılığı bu olmamalı. Yılanı ikna edemeyeceğini anlayan köylü: Gel dedi karşılaştığımız birkaç kişiye soralım, eğer seni haklı bulurlarsa o zaman beni sokabilirsin.

Yılan bu köylünün bu teklifini kabul etti. Etraflarına baktılar. Bir İnek gördüler. Bu ineğe soralım dediler. İneğin yanına gittiler. Köylü, başlarından geçenleri bir bir anlattı ineğe. Yolda yürüdüğünü, çalıların alev alev yandığını, yılanın alevlerin ortasındaki çaresizliğini, ve yılanı alevlerin ortasından kurtarışını... Ve yılanın kendisini sokmak istemesini.

İnek; “Evet iyiliğin karşılığı kötülüktür” dedi ve anlatmaya başladı. “Ben güzel bir köyde yaşıyordum. Sahibimin ailesine her zaman bol süt ve güzel buzağılar veriyordum. Fakat zaman geçip de yaşlanınca beni kasaba verip kestirmek istedi. Ben de onun yanından kaçıp bu otlaklara geldim. Buralarda avare avare dolaşıyorum. Beni ya bir kurt kapar ya da kim bilir… Benim iyiliklerimin karşılığı bu olmamalıydı. Bu yüzden iyiliğin karşılığı kötülüktür.” dedi.

Yılan adama: “Bak gördün mü? Ben haklıyım. Bu yüzden seni sokup öldüreceğim.”

Adam tekrar yalvardı yılana. “Dur! Daha bir kişiye sorduk. Başkalarına da soralım hele. Bakalım onlar ne diyecek? Eğer onlar da inek gibi konuşurlarsa, o zaman beni sokabilirsin” dedi.

Etraflarına baktılar. Bir söğüt ağacı gördüler. “Şu söğüt ağacına soralım” dediler. Söğüt ağacının yanına gittiler. Köylü, başından geçenleri olduğu gibi söğüt ağacına da anlattı. Yolda nasıl yürüdüğünü, çalıların nasıl alev alev yandığını, yılanın alevlerin ortasındaki çaresizliğini, ve yılanı alevlerin ortasından kurtarışını... Ve yılanın kendisini sokmak istemesini ve “Söyle bakalım söğüt ağacı iyiliğin karşılığı kötülük müdür? “

Söğüt ağacı derin bir iç çekti ve “Evet iyiliğin karşılığı kötülüktür!” diye cevap verdi. Sonra anlatmaya başladı. “İnsanlar işlerinde çalışıp yorgun argın evlerine giderken yazın o kavurucu sıcağında gölgemde dinlenirler. Fakat ne zaman Sonbahar yüzünü gösterse bir balta kapıp dalımı budağımı kesiverirler. Hatta bir ara neredeyse kökümden keseceklerdi. Nasılda korkmuştum ama şansım varmış ki son anda vazgeçirdi köylünün biri. Bu yüzden iyiliğin karşılığı kötülüktür.

Yılan: “Bak gördün mü diye atıldı hemen. Hiç kurtuluşun yok. Seni sokup öldüreceğim. İyiliğin karşılığı kötülüktür.”

Adam çaresiz son kez yalvardı. “Dur, yapma! Son olarak birisine daha soralım. Eğer o da inek ve söğüt gibi düşünüyorsa, tamam o zaman beni sokabilirsin.”

“Tamam” dedi yılan, kendinden emin. “Fakat bu son. Bu kez seni sokacağım.”

Etraflarına baktılar. Yakınlardan geçen tilkiyi gördüler. “Şu tilkiye soralım” dediler. Tilkinin yanına gittiler. Köylü, başından geçenleri olduğu tilkiye de anlattı. Yolda nasıl yürüdüğünü, çalıların nasıl alev alev yandığını, yılanın alevlerin ortasındaki çaresizliğini, ve yılanı alevlerin ortasından kurtarışını... Şimdi de yılanın kendisini sokmak istemesini… “Söyle bakalım tilki kardeş, iyiliğin karşılığı kötülük müdür?“ Tilki hemen durumu anladı, adamın zor durumda olduğunu görünce tilki şöyle bir düşündü, çenesini kaşıdı ve şöyle dedi: “Hıı bunu bilmeyen mi var? Elbette iyiliğin karşılığı kötülüktür.” Bunu duyan yılan gururla doğruldu, köylüyü sokmak için hazırlandı. “Ama” dedi tilki köylüye “şu başınızdan geçenleri  bir kez daha anlatır mısın?“

Adam üzgün zügün anlatmaya başladı: “Bu yılan çalıların arasında bir ateşin ortasında idi. Ben sopamın ucuna bağladığım azık torbamla, onu ateşin ortasına uzattım. Yılan da torbanın içine girdi ve ben onu ateşin ortasından çıkardım.”

Tilki sinsice gülerek konuşmaya başladı. Ey aptal insan, hiç bu kadar büyük bir yılan bu küçük torbaya sığar mı, böyle bir şey olur mu?” “Evet” dedi yılan atılarak “ben o torbaya sığarım.” “Ben” dedi tilki yeniden yılana “senin şu küçücük torbaya sığdığına gözümle görmeden hayatta inanmam.”

Yılan tilkinin sözleri karşısında göğsünü gerdi, iyice havaya girdi.

Tilki devam etti: “Tekrar torbaya gir de ben de bir göreyim. Bakalım bu kadar büyük bir yılan bu küçük torbaya nasıl girmiş.“

Köylü torbanın ağzını açtı. Yılan kıvrılarak torbanın içine girdi. Tilki hemen adama torbanın ağzını kapatmasını işaret etti. Adam hemen torbanın ağzını sıkıca bağladı. Tilki adama şöyle dedi: Ey insan; düşmanın kafese girdi. Eğer çıkarsa seni sokup öldürecek. Onu yakalamışken işini bitir! Adam hemen yılanı taşlara vura vura öldürdü.

Böylece iyiliğe elverişli olmayan düşmana iyilik yapmamayı, acımamayı öğrendi.

***

YILAN HİKAYESİ

Yılan Hikayesi

Padişahla karısının bir türlü çocuğu olmuyormuş, ne yapmışlarsa bir türlü bir çocuk sahibi olamamışlar. Bir gün yaşlı, uzun sakalları olan beyaz bir adam saraya konuk gelmiş, padişah adamı çok sevip akşam yemeğine alıkoymuş. Yemekten sonra sakallı ihtiyar

"Galiba sizin meyveniz yok" demiş.

Padişah hemen atılmış,

"Her meyveden var, ne istersiniz?" demiş.

"Yok," demiş ihtiyar, "onu söylemiyorum, galiba sizin çocuğunuz yok, onu söylemek istiyorum."

Padişahla karısının gözleri dolmuş,

"Çok istedik, ama olmadı" demişler.

"Peki" demiş ihtiyar, "ben size bir yol göstereceğim, dediklerimi yaparsanız çocuğunuz olur. Ülkenin en ucundaki dağın tepesinde bir pınar var. Baharın yaza bağlandığı gece, tam sabah olurken, mehtap batmadan, güneş de çıkarken çırılçıplak o pınara girip yıkandıktan sonra, 'hayırlısı neyse olsun' deyip birbirinize kavuşacaksınız."

Yaşlı adam bunları söyledikten sonra odasına çekilmiş, ertesi sabah da kimseye görünmeden saraydan ayrılıp gitmiş. Padişahla karısı, büyük bir kalabalıkla yola çıkmışlar. Dağın başındaki pınara girip yıkanmışlar, sonra da çadırlarına çekilip yataklarına girmişler. Padişahın karısı,

"Allahım bize bir evlat ver de nasıl verirsen ver" demiş.

O gece padişahın karısı hamile kalmış. Aradan dokuz ay geçmiş. Doğum vakti gelmiş. Saraya ülkenin en ünlü ebelerini çağırmışlar. Ama sultan bir türlü doğuramıyormuş, ne yaparlarsa yapsınlar sultan bir türlü doğuramıyormuş. Kentte babasıyla ve üveyannesiyle yaşayan çok güzel ve çok fakir bir genç kız varmış. Padişah, öfkesinden karısını doğurtamayan bütün ebelerin başını vurdurtmuş. Bunu duyan kötü kalpli üveyanne, saraya gidip

"Benim bir üvey kızım var. Sultanı doğurtsa doğurtsa o doğurtur" demiş.

Bunun üzerine saraydan adam gönderip kızı çağırtmışlar. Kız başına ne geleceğini anlamış, doğru annesinin mezarına gitmiş, annesinden akıl sormuş:

"Anneciğim ben ne yapacağım, hiç bir ebenin doğurtamadığı sultanı doğurtmak için beni çağırdılar. Benim de kellemi kesecekler."

Tam o sırada ak sakallı bir ihtiyar peydah olmuş mezarın yanında,

"Ağlama kızım" demiş, "ben sana ne yapacağını anlatacağım, dediklerimi yaparsan, kelleni kurtarırsın." Sonra kıza ne yapacağını anlatmaya başlamış. "Sultan benim dediklerimi tutmadı, hayırlısını isteyeceğine, ne olursa olsun dedi, bu yüzden de evlat yerine karnında bir yılan taşıyor şimdi, sen saraya gidince, hemen bir kazan süt isteyeceksin, sütü sultanın bacakları arasına yerleştireceksin, sütün kokusunu alan yılan da dışarı çıkacak."

Kız saraya gitmiş, ihtiyarın dediklerini yapmış. Gerçekten de sultan, kocaman, kara bir yılan doğurmuş. Hemen padişaha haber vermişler. Sultan hanım ağlamış,

"Ne yapacağız" diye bir zaman çırpınmışlar, sonunda "Yılan mılan, evlat evlattır," deyip yılanı kimseye göstermeden sarayın arka odalarından birine yerleştirmişler. Ülkede padişahın bir evladı oldu diye şenlikler yaptırmışlar. Aradan yıllar geçmiş, arka odada bırakılan kara yılan büyümüş, bir gün padişah babasına haber göndermiş,

"Ben artık evlenmek istiyorum" demiş. Padişah, ne yapsın, bir tanecik evladı. Vezirlerden birinin kızını oğluna istemiş. Düğün yapılmış, gelini gerdeğe sokmuşlar, ertesi sabah kapıyı açmışlar ki, kızın cesedi bir köşede yatıyor. Yılan kızı sokup öldürmüş. Başka bir vezirin kızıyla evlendirmişler. Yılan onu da sokup öldürmüş. Saraydaki kızlar birer birer öldükten sonra, halktan kızlarla evlendirmeye baslamışlar. Yılan prens, o kızları da öldürmüş. Genç kızlar saraya gelin gidip birer birer ölüyormuş. Halk, prensin yılan olduğunu bilmiyormuş, ama prensle evlenen kızların öldüğü memlekette yayılmış, herkes kızını memleketten kaçırmaya çalışıyormuş. Bir gün yılanı doğurtan ebe kızın üveyannesi, saraya gitmiş,

"Benim çok güzel bir kızım var, sultanı da zaten o doğurtmuştu, prensin dilinden o anlar, onunla evlendirin prensi" demiş.

Hemen kadının evine adamlar gönderilmiş, kız babasından istenmiş. Adamcağız ne yapsın, padişaha hayır diyecek hali yok ya, kızını vermiş. Bunu duyan kız öleceğini anlamış, hemen annesinin mezarına koşmuş yeniden.

"Anneciğim beni prensle evlendirecekler ama prens bir yılan. Beni de öteki kızlar gibi sokup öldürecek, genç yaşımda öleceğim" demiş.

Kız annesinin mezarı başında ağlarken, beyaz sakallı ihtiyar görünmüş yeniden.

"Ağlama" demiş, "yılan kılığındaki prens aslında çok yakışıklı bir delikanlıdır. Dediğimi yaparsan insan haline döner, çok mutlu bir hayat sürersiniz."

"Ne yapacağım?" diye sormuş kız. İhtiyar da anlatmış.

"Seni gerdeğe sokacakları zaman, üstüne kırk gömlek giyeceksin. Sen odaya girince yılan sana 'soyun' diyecek, sen bir gömleğini çıkart, sonra sen de ona 'sen de soyun bakalım yılan bey' de, o da derilerinden birini çıkartacak. Sonra sana yeniden, 'soyun' diyecek, sen gene ikinci gömleğini çıkarttıktan sonra ona 'sen de soyun yılan bey' diyeceksin. Böyle böyle kırk derisini de çıkarttıracaksın. Kırkıncı derisini çıkarttıktan sonra yakışıklı bir delikanlıya dönecek. Ama sakın ola ki, o bütün derilerini çıkartmadan sen soyunup kalma. O derilerini çıkartmadan soyunursan, seni çıplak görürse sokup öldürür."

Kız hazırlanmış, alıp saraya götürmüşler, düğün olmuş. Sonra kıza gerdeğe gireceksin demişler. Kız da ihtiyar adamın dediği gibi kırk gömlek giymiş üstüne. Her şey ihtiyarın dediği gibi olmuş, bir kız çıkartmış gömleğini, bir yılan çıkarmış derisini, birlikte soyunmuşlar, sonunda kırkıncı deriden de sonra yılan çok yakışıklı bir delikanlı olmuş, ikisi yıllarca mutlu yaşamışlar...

 

Önceki ve Sonraki Haberler