TBMM'de "İnsan Hakları: Gençliğin Sesi Sempozyumu"

TBMM'de "İnsan Hakları: Gençliğin Sesi Sempozyumu"

Meclis Başkanı Mustafa Şentop: - "Anadolu Ajansının foto muhabiri Mustafa Yalçın, Fransa'da demokratik gösterileri takip etmek için bulunuyordu. Ancak Fransız polisinin göstericilere uyguladığı insanlık dışı tavrın dünyaya duyurulması ne yazık ki Fransız

TBMM (AA) - TBMM Başkanı Mustafa Şentop, "Anadolu Ajansının foto muhabiri Mustafa Yalçın, Fransa'da demokratik gösterileri takip etmek için bulunuyordu. Ancak Fransız polisinin göstericilere uyguladığı insanlık dışı tavrın dünyaya duyurulması ne yazık ki Fransız polisini rahatsız etmiş olmalı. Fransa’da polisin göstericilere müdahalesi, artık şiddet boyutunu geçip, devlet terör boyutuna doğru ilerlemektedir." dedi.

Meclis'te, 10 Aralık İnsan Hakları Günü dolayısıyla "İnsan Hakları: Gençliğin Sesi Sempozyumu" düzenlendi.

Sempozyumda ilk olarak Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres'in İnsan Hakları Günü nedeniyle yayınladığı video mesajın gösterimi yapıldı.

Açılış konuşmasını yapan TBMM Başkanı Mustafa Şentop, diğer canlılardan farklı olarak kişisel yaşamında tercihte bulunma, toplumsal yaşamında ahlak ve kanunlarla hayatını sürdüren insanın, gelinen noktada tarihsel süzgeçlerden geçerek berraklaşan iki temel hukuk belgesini evrensel çapta kabul ettiğini belirterek, bunların İnsan Hakları Bildirisi ile BM Çocuk Hakları Sözleşmesi olduğunu söyledi.

İnsanlık için büyük bir adım olarak kabul edilen İnsan Hakları Bildirisi'nin kolay kabul edilmediğini dile getiren Şentop, bu bildirinin akasında bütün bir insanlık tarihinin geçirdiği aşama ve tecrübenin bulunduğunu ifade etti. Şentop, "Geçtiğimiz yüzyılda yaşanan iki ayrı dünya savaşında öldürülen insan sayısı korkunçtur. Sadece 65 milyonun üzerinde insan 2. Dünya Savaşı'nda öldürülmüştür. Sayıyı söylemek çok kolay ama bu travma kimi ülkeler için hala atlatılabilmiş değildir. 10 Aralık 1948’i biraz da bu dehşet travmaların gölgesinde yayınlanmış bir hukuk belgesi olarak anmak ve anlamak gerekmektedir." dedi.

Dün olduğu bugün de en büyük insani sorunun hakça bölüşüm sorunu olduğunu vurgulayan Şentop, "Dünyada üretilen mahsulat, dünyanın nüfusunun en az iki katını besleyecek düzeydedir. Ama ne yazık ki üretilen gıda adaletli dağıtılmadığı, dağıtılamadığı için bir kısım insanlar açlıktan ölürken, bir kısım insanlar da ne yazık ki obeziteden, fazla yemekten ölmektedir." diye konuştu.

Şentop, bir yandan bölgesel ve küresel savaşın somut görünümleri, bir yandan iklim felaketlerinin yakıcı sonuçları, bir makasın iki ucunun açılıp kapanarak, insanlığın genetik geleceğini adeta doğrayan bir atmosfer oluşturduklarının altını çizerek, "Böyle bir aşamada İnsan Hakları Evrensel Bildirisi daha da değer ve önem kazanan bağlayıcı bir metin olarak yükseliyor." ifadesini kullandı.

- "Hepimize daha çok iş ve çaba düşüyor"

Bütün dünya kamuoyunun gözleri önünde cereyan eden ancak anlaşılamaz ve kabul edilemez bir suskunlukla geçiştirilen ve özelde Müslüman topluluklara yapılan apayrı bir yakıcı gündemin daha olduğunu dile getiren Şentop, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Myanmar'da Arakanlı Müslüman kardeşlerimize, Mısır'da darbeci Sisi tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi'nin gözaltında iken şehadetini de kapsayan ve Mevcut diktatör yönetime muhalif olan Mısırlı kardeşlerimize yönelik her türlü zulüm ve hak ihlalleri, Filistin’de İsrail’in sistematik biçimde sürdürdüğü yayılmacı işgal, pervasız zulüm ve yıkım politikaları, Doğu Türkistan’dan gelen Uygur Müslümanlarına yapılanlarla alakalı haberler, endişe ve üzüntü verici mahiyette uygulamaları, Suriye iç savaşında zaman zaman yükselen kitlesel vahşet görüntüleri ve nihayet Avustralya’dan İngiltere’ye, Avrupa’nın, Amerika’nın çeşitli şehirlerine kadar sıçrayan ırkçı ve nefret suçu içeren İslamofobik yaklaşımlar…

Bütün bunları kahreden bir sessizlik, görmezden gelme, yok sayma hatta değişik yollarla destekleme politikaları ile nereye gideceğiz? Andığımız somut gerçeklikleri, dünyanın çeşitli sokaklarında yüksek ateşle süren kaos ve krizlerle üst üste koyarsanız, her bir ülkeye, hepimize daha çok iş ve çaba düştüğünü açıkça görürüz."

Adaletle ile güç arasındaki ilişki sorgulanmazsa insanlığın daima kaybedeceğini ifade eden Şentop, "Sorgulamak da tek başına yetmez. Harekete geçmek, küresel ortak vicdanla birlikte bu öldürücü akışa karşı bir şey yapmak gerekiyor. Güce dayalı adalet anlayışı değil, adalete dayalı güç anlayışının hakim olması dışındaki paradigma ve uygulamalar bize asla özlediğimiz sonuçları getirmeyecek." dedi.

Adaletin olmadığı ev, sokak, mahalle, şehir, ülke, bölge, gezegenin yaşanılır bir yer olmaktan çıkacağını anlatan Şentop, çünkü adaletsizliğin her şeyi çürüteceğinin altını çizdi.

Adaleti kaybetmenin hayatın özündeki anlamı kaybetmek olduğuna dikkati çeken Şentop, "Adaletsiz hayat bulantıdan ibarettir. BM’nin yapısı dahil, yeniden adaletin temel ve değişmez ilkeleri doğrultusunda bir bakışın filizlenip, hepimizi gölgesi ve şemsiyesi altına alacak bir çınara dönüşmesi bizim ifademiz ve özlemimiz ama öncelikle bütün insanların hayati ihtiyacıdır." şeklinde konuştu.

İnsan haklarına dair Batı’daki gelişmelerin, hiç şüphesiz çok önemli olayların sonucunda ve samimi gayretlerin ürünü olarak ortaya çıktığını ifade eden Şentop, "Ancak bugün geldiğimiz durum, insan hakları konusunun, Batı’da yaşanan tecrübelerden soyutlanarak, evrensel ve objektif bir mahiyet kazandığını, bütün insanlığı ve fert fert bütün insanları içeren bir anlayış üzerine oturduğunu söylemek çok zor." değerlendirmesinde bulundu.

İnsan hakları konusunda bir tarihi arka planı kurmakta dikkatli olunması gerektiğini belirten Şentop, şöyle devam etti:

"1215 Magna Carta’ya uzanan bir tarihi kurgu içinde barındırdığı zihniyete dair ipuçlarının görülmesini örtmektedir. Magna Carta’da esasen 'insan hakları' yoktur, zira 'human' kelimesi o tarihlerde Batı dillerinde yoktur. Etimoloji sözlüklerine göre, 'human' kelimesi en erken 1597 yılında kullanılmaya başlanmıştır. Magna Carta’da insan hakları değil, 'men’s rights' yani 'erkeklerin hakları' vardır. Esasen 16. Yüzyıl sonlarına kadar Batılı dillerde kadın ve erkeği birlikte ifade edebilecek tek bir kelime yoktur. Halbuki, Kur’an’da milattan sonra 610 yılından itibaren 'eyyühe’nnâs' yani 'ey insanlar' çağrısı vardır.

Kadın ve erkek tek bir kelime ile birlikte ifade edilebilmektedir. Bunu zikredişimin sebebi, Batılı zihin dünyalarında parçalar halindeki kadın ve erkek varlıklarının özünde tek bir varlık olarak ifadesinin ancak iki farklı varlığın birleştirilmesiyle ortaya çıktığına dikkat çekmek içindir. Halbuki bizim, yani İslam medeniyetinin zihin dünyası, kadın ve erkeği tek bir varlığın, insan varlığının iki tezahürü olarak görmektedir. İnsan haklarına dair kültürel kodlardaki bu zihniyet farkının, çifte standartlı uygulamalara ve kadın erkek ilişkileri bağlamındaki çatışmalara ve tartışmalara yol açtığını düşünüyorum. Adeta, çekirdek itibarıyla, insan haklarındaki 'insan': Avrupa coğrafyasında yaşayan, beyaz, Yahudi ya da Hristiyan bir erkektir. Avrupa dışına çıktığınızda farklı bir insan hakları konsepti, beyaz olmayan insanlara karşı farklı bir insan hakları konsepti, Müslümanlara karşı farklı bir insan hakları konsepti, kadınlara karşı farklı bir insan hakları konsepti, Batılı zihin dünyasının tarihi zihinsel kodlarında, DNA’sında yer alan tanıma dayanmaktadır."

- "Gazze’de yaşananlara karşı insan hakları savunucularının itirazını göremiyoruz"

Böyle olunca Batı'nın insan hakları yaklaşımının Batı sınırları dışında bir politik araca dönüştüğünü veya bir politik araç olarak anlaşıldığını ifade eden Şentop, "Mesela, biz Türkiye’de, Avrupa ülkelerinin insan haklarıyla ilgili soyut söylemlerinin somut eleştirilere dönüştüğü zaman, neden sadece belli siyasi, dini görüş sahipleri bağlamında ele alındığını anlamakta zorlanıyoruz, aslında zorlanmıyoruz. İsrail’in Filistinlilere uygun bulduğu muamelenin binde biri Avrupa’da bir Yahudi'ye yapılamaz, insan haklarına aykırı olur ama Gazze’de yaşananlara karşı insan hakları savunucularının bir itirazını göremiyoruz." dedi.

Türkiye'de "otoriterleşme eğilimlerinin" her gün Batılı siyasetçilerin ağızlarında birer sakız olduğunu ancak Fransa'nın Müslüman kızların başörtüsüne müdahalesine insan hakları savunucularının sesinin yükselmediğini anlatan TBMM Başkanı Şentop, "Mısır’daki darbeci, Batılı ülkelerin iş birlikçisi, Sayın Tramp’ın 'en favori diktatörüm' dediği kişi olduğu için Mısır’daki insan hakları ihlalleri raporlanmıyor. Yine Fransa’da insan hakları konusunda hassas olunur ama Fransızların, Cezayir’de, Ruanda’da başka bir standarda imza attığını görüyoruz. Bu dile getirdiğim husus sadece bir teorik tartışma konusu değil artık. Avrupa’da yaşayanlar dahil, bütün insanlığın en önemli risk alanı olarak karşımıza çıkıyor." değerlendirmesinde bulundu.

İnsan hakları kavramının, emperyalist politikaların enstrümanı haline dönüştüren anlayışlardan bir an önce kurtulması gerektiğini vurgulayan Şentop, "Bu da, çifte standarttan vazgeçmekle, gerçekten bütün insanları sadece Adem ve Havva’nın eşit haklara sahip çocukları olarak görmekle mümkün olacaktır." diye konuştu.

- Fransa’da polisin göstericilere müdahalesi

Fransa'nın başkenti Paris'te devam eden gösterilere Fransız polisinin müdahalesine değinmezse konunu eksik kalacağını dile getiren Şentop, gösterileri takip eden Anadolu Ajansının foto muhabiri Mustafa Yalçın'ın polis müdahalesi sırasında yaralandığını anımsattı.

Şentop, şöyle konuştu:

"Anadolu Ajansının foto muhabiri Mustafa Yalçın'ın, başına isabet eden bir cisimle kaskı parçalandı ve kaskın parçaları da gözüne isabet etti. Polisin göstericilere müdahalesi sırasında, Yalçın'ın da başına isabet eden cisim, önce gaz fişeği sanıldı ancak orada bulunan sağlık birimlerinin ifadeleriyle plastik bomba olduğu anlaşıldı. O gazeteci de orada, akreditasyonu yapılmış, demokratik gösterileri takip etmek için bulunuyordu. Ancak Fransız polisinin göstericilere uyguladığı insanlık dışı tavrın dünyaya duyurulması ne yazık ki Fransız polisini rahatsız etmiş olmalı. Fransa’da polisin göstericilere müdahalesi, artık şiddet boyutunu geçip, devlet terör boyutuna doğru ilerlemektedir.

Bir yandan gelişmiş dediğimiz, kendilerini güya örnek olarak göstermeye çalışan Batı ülkelerinin, kendi ülkelerindeki uygulamalarında bile ortaya çıkan iki yüzlü tutumunu görüyoruz, diğer yandan da gözlerimizin önünde cereyan eden insanlık dramlarına şahit olmanın acısını yüreğimizin derinlerinde hissediyoruz. Türkiye, emperyalist yaklaşımlarla sömürülen insanların haklarının korunması gerektiğini yüksek sesle haykırabilen belki de tek ülkedir. Ülkemiz, demokrasinin kesintiye uğratıldığı acılı yılları da vesayet rejimlerinin yarattığı toplumsal travmaları da yine demokrasi ile aşabilme azmini hiç kaybetmemiştir. Bu sebeple Türkiye, sadece kendi halkının insan onuruna yakışır şekilde bir hayat sürmesi için verdiği mücadeleyi devam ettirmekle kalmayıp, haklarını savunamayacak durumda olan dünya milletlerinin de sesi olmaya devam edecektir."

- "Türkiye öncü ülkelerden birisi"

BM'nin Türkiye Mukim Koordinatörü Alvaro Rodriguez ise insan haklarının sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin tam merkezinde yer aldığını söyledi.

Küresel anlamda gençlerin insan hakları için savunuculuk yaptığını dile getiren Rodriguez, dünya genelinde gençlerin erişkinlere nazaran üç kat daha fazla işsizlikle baş başa olduğunu belirtti.

Gençlerin daha iyi bir dünya için yenilikçi fikirler getirdiklerini ifade eden ve Türkiye'nin bu anlamda öncü ülkelerden birisi olduğunu vurgulayan Rodriguez, "Milletvekili seçilme yaşı 18'e indirildi ve bu da genç insanlara parlamentoda, politikada aktif rol oynama fırsatı sunuyor." dedi.

- Çavuşoğlu'nun konuşması

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Hakan Çavuşoğlu ise gençlerin yaşadığı sorunları anlatarak, siyasi temsil açısından gençlerin durumuna baktıklarında dünya ölçeğinde olumsuz bir tablo ile karşılaştıklarını, dünya ölçeğinde 30 yaşın altında parlamento üyesi olan gençlerin oranının yüzde 2'den az olduğunu söyledi.

Tüm dünyada genç işsizliğin yetişkin işsizlik oranının üç katı olduğunu belirten Çavuşoğlu, kötü çalışma şartları ve düşük ücretlerin genç çalışanları yoksulluk çizgisinin altında tuttuğunu ifade etti.

Türkiye'deki genç nüfusa ilişkin istatistiki bilgileri paylaşan Çavuşoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Türkiye'de seçme ve seçilme yaşının 18 olarak belirlenmiş olması siyasi katılım açısından gençleri önceleyen bir yaklaşımın ürünüdür. Seçilme yaşının 18 olarak belirlenmesinde ortaya koyduğu bu yaklaşımla gençlerimizin önünü açan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a bu vesileyle şükranlarımızı sunuyoruz. 27. Dönem parlamentosuna batığımızda, 18-29 yaş aralığında 8, 30-39 yaş aralığında 72 milletvekilinin bulunduğunu görüyoruz. Genç bakış açısının siyasete ve kamu politikalarına yansıması bakımından özellikle 18-29 yaş aralığında parlamenter sayısının artması gerektiği açıktır."

Çavuşoğlu, Türkiye'nin sahip olduğu genç nüfus potansiyelini ekonomi ve diğer alanlarda fırsata çevirdiği taktirde dünyanın en güçlü ve gelişmiş ülkeleri arasında yer alarak dünya ekonomisi ile siyasetine yön verebileceğini kaydetti.

10 Aralık İnsan Hakları Günü dolayısıyla TBMM'de düzenlenen "İnsan Hakları: Gençliğin Sesi" Sempozyumu'nda iki panel gerçekleştirildi.

"Gençlerin Bakış Açısından İnsan Hakları" başlıklı sempozyumda, üniversitelerden gelen ombudsmanlık kulüp başkanları, gençlerde hak arama kültürü ve ombudsmanlık kulüplerinin, bu kültürü yaygınlaştırmada üsteleneceği role değindi.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Çocuk Hakları Komiteleri Türkiye Eski Koordinatörleri Beyza Küçük ve Muhammet Rüştü Aktaş da "Akrandan akrana hak bilincinin yaygınlaştırılması ve katılım mekanizmaları"nı değerlendirdi.

İkinci panelin moderatörlüğünü ise AK Parti İstanbul Milletvekili Rümeysa Kadak yaptı.

Kadak, Türkiye'nin Avrupa'nın en genç nüfusuna sahip olduğuna işaret etti.

Türkiye'nin, insani yardım konusunda dünyanın en cömert ülkesi olduğunu dile getiren Kadak, sempozyumun isminden duyduğu mutluluğu dile getirdi.




Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :