“Çocuğum ders çalışmak istemiyor, ne yapmalıyım?”
Bu cümle, birçok ebeveynin içini kemiren, neredeyse her gün tekrar ettiği bir serzenişe dönüşmüş durumda. Akşam olur olmaz evin içinde yükselen sesler tanıdık: “Ödevini yaptın mı?”, “Hadi artık biraz ders çalış”, “Yine mi telefon elinde!”
Çocuklarda ders çalışma alışkanlığı oluşturmak, sadece akademik başarıyla ilgili değildir; aynı zamanda sabır, sorumluluk ve özdisiplin gibi yaşam becerilerinin temelini atar. Ancak bu alışkanlık ne bağırarak, ne ödülle, ne de ceza ile kalıcı hale gelir. Gerçek çözüm, öğrenmeyi sevdirerek bu süreci çocuğun içselleştirmesini sağlamaktır.
Bir anne şöyle anlatmıştı:
“Akşamları ödev konusu açıldığında kızımın yüz ifadesi hemen değişiyordu. Ne kadar ısrar etsem işe yaramıyordu. Bir akşam farklı bir şey denedim. Yanına oturdum ve sadece ‘Bugün seninle birlikte 10 dakika bakalım şu konuya’ dedim. Gülümseyerek kalemi eline aldı. O gün, ilk kez isteyerek çalıştı.”
Bu küçük örnek aslında bize büyük bir gerçeği gösteriyor: Zorlamak direnç doğurur; desteklemek ise iş birliği.
Çocuklar, öğrenme sürecinde yalnız bırakıldıklarında ya da sadece “başarılı olmak zorundasın” baskısıyla karşılaştıklarında ders çalışmayı bir görev değil, bir yük olarak görmeye başlar.
Her çocuğun ders çalışmaktan uzak durmasının farklı bir nedeni olabilir.
Kimi konuyu anlamıyordur, kimi dikkatini toplayamıyordur, kimi öğrenme tarzına uygun bir yöntemle karşılaşmamıştır. Bazen de sadece sürekli eleştirildiği için özgüveni kırılmış olabilir. Bu nedenle ilk adım, çocuğun “neden çalışmak istemediğini” anlamaktır.
Peki, nasıl sevdirerek bir alışkanlık kazandırabiliriz?
Öncelikle, dersleri “yapılması gereken görevler” olmaktan çıkarıp, merak uyandıran bir keşfe dönüştürmek gerekir.
Örneğin, “Haydi tarih çalış” demek yerine, “Bugün Fatih Sultan Mehmet’in çocukken neler yaptığını merak ediyor musun?” gibi bir giriş, çocuğun ilgisini çekebilir. Merak, öğrenmenin yakıtıdır.
Bir baba oğluna şöyle demişti:
“Sen bir bilim insanı olsaydın, bu bilgiyi nerede kullanırdın?”
Çocuk önce şaşırmış, sonra o konuyla ilgili sorular üretmeye başlamış. O andan itibaren ders, zorunluluk olmaktan çıkıp bir oyuna dönüşmüş.
Öğrenmeyi oyunlaştırmak da başka bir etkili yöntemdir. Küçük yaş grupları için süre tutarak yapılan mini yarışmalar, görsel araçlar ya da interaktif uygulamalar, ders saatlerini daha keyifli hale getirir.
Kimi aileler, akşam yemeğinden sonra kısa bir “sessiz çalışma zamanı” belirleyerek günlük rutin oluşturur. Başlangıçta zorlayıcı gibi görünse de bu tekrarlar sayesinde beyin, o saati “odaklanma zamanı” olarak tanımaya başlar.
Bir çocuğun “Ders saatimiz geldi mi?” demesi, alışkanlığın yerleştiğinin en güzel göstergesidir.
Ayrıca, ebeveynin sadece yönlendiren değil, sürece eşlik eden biri olması büyük fark yaratır.
“Git çalış” demekle, çocuğun yanında oturup onunla birlikte kitap karıştırmak arasında büyük bir uçurum vardır. Birçok çocuk yalnız hissettiği için dersten uzaklaşır. Onlara, “Senin yanındayım” hissi verilmelidir.
Ders sırasında, çocuğun çabasını takdir etmek de motivasyonu artırır.
“Bu hafta çok düzenli çalıştın, fark ettim” demek, sadece not üzerinden yapılan övgülerden çok daha etkili olur. Çünkü iç motivasyon, dış ödüllerden daha uzun ömürlüdür.
Ayrıca unutulmamalı ki her çocuğun öğrenme tarzı farklıdır. Kimi yazarak, kimi dinleyerek, kimi çizerek öğrenir. Eğer çocuk görsel bir öğrenici ise ona saatlerce düz yazı okutmak, dersi daha da sıkıcı hale getirebilir. Onun dilinden öğrenmeyi sunmak, süreci kolaylaştırır.
Sonuç olarak:
Ders çalışma alışkanlığı bir emirle değil, ilişkiyle kurulur.
Bunun için önce çocuğun dünyasına girmek, onu anlamak ve birlikte yürümek gerekir. Zorla oturtulan çocuk belki bugün defteri açar, ama yarın derslerden tamamen uzaklaşabilir.
Gerçek alışkanlık, sevgiyle, anlayışla ve sabırla inşa edilir.
Unutmayalım:
Kalbine ulaşmadığımız bir çocuğun zihnine ulaşamayız.