Yeniden Dirilmek İçin Benim Değişmem Lazım

Derviş Argun

Benim değişmem lazım, tüm toplumun değişmesi gerektiği gibi. Benim yeniden ama esaslı bir revizyona girmem lazım, tüm toplumun girmesi gerektiği gibi. Hayrettin Karaman hocanın “Tarikat Tuzağı” isimli yazısını okudunuz mu bilmem. Hoca, kısa bir ön giriş yaptıktan sonra hali pür melalimizi ortaya koyan bir okuyucu mektubu paylaşmış. Mektup, önü zühd, ortası tasavvuf, sonu tarikat olan ve amacı insanın batini yönünü zahiri yönünden daha asil etme çabası taşıyan bir sistematiğin geldiği hali anlatıyor. Yazıdan anladığımız bu halin suçlusu, ne bu sistematik, ne de bu sistematiğin öğretileridir. Suçlu, bu sistematiği düpedüz kendi dünyasının metası haline getiren müptezel, fırsatçı simsarlardır.

Batı ile aramızdaki makasın son yüzyılda bu denli açılmasında kendi düşünce dünyasına ihanet eden bu müptezel kesimin de esaslı bir payı vardır. Bunlar, özgürlük ve adalet anlayışını tüm düşünce dünyasının en tepesine yerleştirmiş bir topluma, ne idüğü belirsiz bir terazinin tartısında doğruluk aramanın ahmaklığını yaşattılar. Aradığımız şey doğruluk olmadığı gibi, bulduğumuzu iddia edip uyguladığımız şey de adalet olmadı. Ne acıdır ki bu kesim, çoğu zaman Kur’an’ı kendi fikir ve düşünceleriyle tefsir ederek toplumların arasındaki sosyal ve siyasal ayrışmanın derinleşmesine katkı sağlamışlardır. Bugün yaşadığımız ve yakamızı kurtarmak için çok da çabalayıp bir türlü kurtulamadığımız belaların altında, ayrıca bu kesimin hoyratlığı da vardır.

Kur’an sayfalarında kendi fikir ve düşüncelerimizin ispatı için dolaşmak, Ku’an’a ve Kur’an’ın toplumlara dönük evrensel teklifine yapılacak en büyük ihanettir. O mektupta da bahsedildiği gibi herkesin hem Kur’an’dan hem de hadislerden kendi düşüncelerini destekleyecek deliller üretmesi mümkündür. Biz, sayfalarında dolaşırken mesajını anlamak için kendimizi Kur’an’a teslim etmezsek, şeytan, bize Kur’an’ı teslim alacak cesareti teklif edecektir. O yüzden de hem geçmiş çağlarda hem de yaşadığımız bu günlerde, Kur’an’ın farklı yorumlanmasının ayrıştırdığı Müslüman toplumlar, yüz binlerce insanın ölümüne sebep olan savaşlar yapmıştır.

Kur’an’la muhatap olmadan önce inandığımız ya da inandırıldığımız şeylerin, Kur’an’dan ispatını sağlamak peşinde koşmak, bizi inandığımız ya da inandırıldığımız düşünce sistematiğinde daha belirgin yaptı ama daha dindar yapmadı. Şii saplantısıyla daldığımız Kur’an ve hadis deryasından yine Şii olarak çıktık. Sünni ya da Vehhabi ya da uç selefi saplantısıyla daldığımız Kur’an ve hadis deryasından yine aynı renk hatta koyulaşarak çıktık. Öyleyse Kur’an ve Hadis okuma konusundaki bu çabamız bize ne kazandırdı? Bu iki kıymetli ağırlığın deryasında yüzmüş olmamız ne ihtilaflarımızı bitirdi ne de aramızdaki husumeti sulh etti. Esasen var olan sıkıntılarımızı arttırdı ve katmerli hale getirdi. 

Burada sorulması gereken soru şudur. Bizim kendisine müracaat ettiğimiz halde kendisiyle silmi, emniyeti ve adaleti tesis edemediğimiz Kitabı Kerim ve kutlu önderin sözleri mi suçlu? Yoksa bizim akıldan, mantıktan, iz’an ve merhametten uzak, taassup ve kindarlık yüklü yaklaşımımız mı? Çeyrek yüzyıldan daha az bir sürede çölün birbirine düşman ve dağınık bedevilerini tek bir çatı altında toplayıp Bizans’ı ve Sasani’leri dize getiren Kur’an müntesipleri, bir taraftan kendi saplantıları diğer taraftan dostlarının cehaleti ve düşmanlarının hilesiyle, o kutlu günlerin çok gerisine düşmüştür. Artık batıya akan nehir, üzerinde adaleti yaymak ve bilgiyi yaygınlaştırmak çabası üzere olanları değil, kendi coğrafyalarında yaşanan kaostan ve yokluktan kaçan mazlum Müslümanları taşıyor. Müslümanlar için emniyetin, Kur’anın indirildiği topraklarda değil de Kur’an’la savaşanların yaşadığı yerlerde olması kadar acı veren bir şey olabilir mi?

Öyleyse,

Ey Kur’an’ın ruhunu alıp cildini teklif eden hocalar, ya susun ya da susun.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.