Vatansızlık acısı sahile vurduğu gün...

Fatma Şeref

Vatansızlık acısı sahile vurduğu gün ANADOLU’YU BİZE VATAN YAPANLARIN KUCAĞINA KOŞTUK!

“Ey İslam düşmanları ve zalimlerin korkulu rüyası Keykubad! Kim derdi ki bu genç yaşta ecel şerbeti içecektin? Kim derdi ki işleri yarım, Selçukluyu yetim bırakıp gidecektin? Ey savaş meydanlarının yenilmez kumandanı! Kim derdi ki böyle ansızın savaştan çekilecektin? Kim derdi ki Selçuklunun muazzam çınarı devrilecek?Heyhat kine heyhat! Ağlasın İslam diyarları bu kahraman kumandanına! Ağlasın İslam bu sadık hizmetkârına! Gözyaşı döksün Türklük ve tekmil Anadolu bu büyük evladına! İnna lillahi ve inna ileyhi raci’un…”

Sinsi bir suikasta kurban giden Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat’ın başında feryat eden Emir Karatay ve Kemaleddin Kamyar’ın acısını böyle aktarmıştım, Aşk Güneşe Benzer isimli romanımda. Selçuklu için sonun başlangıcı olan bu hadise gerçekten çok elem ve esef vericiydi. Dememiş miydi Mevlana “Kim de bizim derdimizden bir katrecik varsa, O Hz. Hüseyin gibi yaralı , kadehi Hz. Hasan gibi zehirlidir…”

Yara kapanmıyor, zehrin ardı arkası kesilmiyordu bu topraklarda ... Ama ne gam ne tasa zira karanlık içinde ışığımız , musibet, felaket anında müjdemizdi bu. Derdimizin, aşkımızın, sevdamızın ispatı buydu görebilen gözlere… Hep bir yanımız yaralı hep kasemiz ağulu olacak… Geldiğimiz günden beri adeta 8.1 şiddetinde depremlerle durmaksızın sarsılan bir zeminde her şeye rağmen ele tutup durmayı başaran bir geleneğe sahibiz. Bu ne Friglere, ne Hititlere ne Romalılara bu kadar uzun süre nasip olmuş bir ayrıcalıktır ne de Anadolu’ya göz diken kısa süreli işgalcilere...

Tarihe şöyle bir kuş bakışı göz gezdirmekte yarar var. Hiç kimse burada beş yüz yıl hüküm süremedi. Biz bin yıla yaklaştık hem de yedi düvel dört iklimden saldıran tüm ordulara tüm kurgulara tüm senaryolara rağmen. Buraya sığdırılamayacak kadar çok delil ve gerekçe ile ben bizi burada birlikte tutan sarsılmaz bağın Selçuklu döneminde mayalandığına inanıyorum. İşte bu efsunlu, tılsımlı düğüm her geçen gün daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir iksir gibi önemini artırarak dikkatlerimizi çekmeye başladı.

Selçuklu ruhu neydi? Dörtnala gelip Uzak Asya’dan, çok kısa sürede, bu gün, bu imkânlarla bile inşası zor kervansaray ve köprülerle Anadolu’yu nakış nakış işleyip dünyanın ticaret merkezi haline nasıl getirmişlerdi acaba? Nasıl olmuştu da yine dünyanın eğitim kültür sanat bilim spor alanlarında öncü projelerini gerçekleştirebilmişlerdi. Bu gün Oxford Üniversitesi yukarıda andığımız emir Karatay’ın medrese eğitim sistemini örnek alıyor fakat bizim onca üniversitemizin bu konuda yapılmış bir tek araştırması yok. Avrupalı bir gezgin Alaeddin Keykubad döneminde gezdiği bir resim sergisinden bahsediyor gezi notlarında. Konya’da Alaeddin Tepesinde muhteşem bir sunum yapılmış. Seyyah, resimler öyle gerçekçiydi ki içindeki adamlar canlanıp çıkacaklar sandım diyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün fakat hiç unutmamız gereken bir gerçek daha var ki Selçuklular bunu iki süper gücün acımasız kıskacında başarmışlardı. Tarihte kimseye nasip olmamış iki büyük akın Selçukluların üstüne durmaksızın saldırdı:Batıdan Haçlılar doğudan Moğollar! İçerideki hainleri ve yarattıkları fitneleri saymaya burada yerimiz bile yetmez.

Son bir şey daha eklemeden geçemeyeceğim. İlim ve fikir dünyasında hala Selçuklu Dönemi kandillerinin ışığı kadar parlak olanı pek görülmedi. Muhyyiddin Arabi, Mevlana Celaleddin, Sadreddin Konevi, Ahi Evran, Hacı Bektaş, Edebali, Yunus Emre, Hacı Bayram ve daha ekleyebileceğininiz birçok zirve isim Selçuklu dönemindedir. Sonradan hangi bina yapılırsa yapılsın bu temel taşlar üzerine oturmak zorunda kalmıştır.

Konu buraya kadar gelmişken şunu da izah etmek zorundayım. Selçukludan bunca zaman uzak ve biraz da habersiz oluşumuzun nedeni özetle: Osmanlı’nın Karamanoğulları’na karşı izlediği politikalardır. Bildiğiniz gibi Selçuklu Hanedanından sonra Konya tahtına Karamanoğulları oturmuş ve ancak İstanbul’un fethinden sonra büyük zorluklar ve hatta kıyımlarla bu kale düşürülmüştür. Tarihimize daha geniş perspektiften bakmayı hele atalarımız konusunda tarafgirliğe hiç düşmeden hatalardan ders almanın yollarını aramayı ve geçmişimizi yeni kuşaklara bu değerler dizisi ile aktarmayı öğrenmek zorundayız artık.

İstanbul’daki Selçuklular Sergisi ile ilgili ayrıntıları her yerde bulmanız mümkün, kervansaraylar her yerde var, tatile giderken mutlaka birinde mola verin. Konya, Beyşehir, Sivas, Kayseri gibi şehirlerde büyük mimari eserleri ile Selçuklular hep aramızda.

Ben burada Selçuklulardan kalan bir iğnenin bile neden çok ilgimi çektiğini anlatmaya çalıştım. Ay sonuna kadar açık sergiyi imkânınız varsa mutlaka gezin dememin sebebini. Selçuklular ’dakendi, öz, sade, yalın asil kültürümüzün izlerini bulacaksınız.

Anadolu’nun kapılarını kılıçla aralamış ola biliriz (aslında Malazgirt de savunma savaşıydı saldırı değil Romen Diyojen Rey üstüne yürümüştü). Fakat burada kılıçla kalmadık bunca zaman! Kılıcımızın gölgesinde, kalemle, kelamla, ilimle, barışla, kardeşlikle, sanatla, ağıtla, türküyle birbirimize tutunduk. Yoksa Selçuklular en parlak dönemlerinde yapılan nüfus sayımında yüzde on bire tekabül eden Türk nüfusu ile kırk parçalı bohça gibi olan Anadolu’yu iki yüz elli yıldan fazla bir süre nasıl yönetip yukarıda kısmen değindiğimiz işleri yapacaklardı?

“Biz bu topraklara sevgiden başka tohum ekmedik !” diyen Mevlana Hacıbektaş Yunus aslında kulaklarımıza işin sırrını fısıldadı. Evet, biliyoruz ama yapabiliyor muyuz? Düğümün çözümü kendi içinde gizli…

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bence kültürel bir milat olan “Dünya yeni bir Selçuklu Ruhuna, yeni bir Selçuklu nefesine ihtiyaç hissediyor” söz ile açtığı sergi Türk İslam Eserleri Müzesinde dünya standartlarında bir sunumla gözlere ve zihinlere yepyeni bir ziyafet sunuyor. Serginin sahibi adına yakışır işlerle adından sık söz ettiğimiz Selçuklu Belediyesi Başkanı Uğur İbrahim Altay ve bize mihmandarlık eden belediyenin Basın Yayın Halkla İlişkiler Müdürü Ali Düz beyefendi nezdinde tüm emeği geçenleri kutluyor ve başarılarının artarak devamını diliyorum.  Ev sahibi müze Müdürü Seracettin Şahin’in eşsiz misafirperverliğinde ve sergi yönetmeni Sevgi Kutluay’ın bilgi birikim samimi gayret ve heyecanı ile sergilenen her parçanın hikâyelerine kadar anlatarak bizi gezdirmesi ise ancak bir başka yazının konusu olabilir. Ama şunu söylemeliyim, Konya’ya döndüğümde ilk işim Alaeddin Tepesine çıkıp Selçuklu Sultanlarımıza “ Huzur içinde uyuyun, mirasınız emin ellerde, sizi her dilde her düzeyde dünya tekrar anlatacak evlatlarınız iş başında …” demek olacak.

O, sahilin kumunu insanlığın zalim kucağından daha yumuşak bulmuş olan sabi, vatansızlığın ne demek olduğunu tokat gibi çarpıp gitti yüreklerimize. Bin yıldan bu güne kadar vatanımıza verilen emekleri bir kere daha düşünmemiz artık silkinip kendimize gelmemiz gerekmez mi? Artık, bir birimizi yaralamaktan, onu yapamazsak kadehine zehir katmaktan yorulmadık mı? Hangi fikir ayrılığı bu cennet vatanı cehennem gibi tutuşturmaya değer?


Yorum Yap
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.