Unutulanların imanı

Haşim Akın

 

            İlahiyat tahsili yapanlar ya da bu konu üzerine araştırması bulunanlar, kelam ilminde bir konunun nasıl tartışıldığı da bilirler. Bu Tartışma konusu; “Dünyanın ücra bir köşesinde kendi başına yaşayıp imandan, İslam’dan ve Kitap’tan haberdar olmamış insanlar nasıl hesabı nasıl olur?” Mezheplerin bununla ilgili farklı görüşleri vardır. Benim amacım bu konuda tartışma çıkarmak, yarışı başlatmak değildir.

 Ben, bu tartışmalar yapılırken, hep bunun bir faraziye olduğunu, gerçekleşme ihtimali ve şansının olmadığını düşünüyordum. Çünkü küçük bir köye dönüşmüş, kocaman bir dünyada yaşıyoruz. Unutulmuş ve bî-haber bir insan nasıl olabilir? Teknoloji her yeri yaklaştırmadı mı? Televizyon, gazete, internet vb. o kadar çok iletişim aracı var ki bazen bunların çokluğundan şikâyet ederiz. Bu durum, yaşadığımız çağ için geçerli olmamalı…

Dostlarım! Gördüm ki mümkünmüş böyle bir şey… Afrika'nın balta girmemiş ormanlarında, kulların unuttuğu, ama Allah'ın unutmadığı köyler ve o köylerde kendi hayatını yaşayan insanlar gördüm. Hayır! Hemen aklınıza medyanın uydurduğu yamyam türü, ilkel yaratıklar gelmesin. O anlatılanlarla hiç de alakası yok.

 Bir gün yolumuz bir köye düştü. Köy, bugüne kadar kendi elleriyle yaptıkları putlara tapmışlar. Aslında tüm şirk toplumlarında, putların cisminden daha çok ona yüklenilen toplumsal anlam ve değer önem taşır. Ataların bunu yapmaları gelen neslin de devamını sağlamış. Gerçekten aradıklarını buldukları için mi taptılar? Yoksa bir sürü psikolojisi ve alternatifsizlik mi? burası ayrı bir nokta. Şimdi de birilerinin teşvikiyle, yaşadıkları o hayattan vazgeçmeye karar vermişler. O sahnede bizde bulunduk. Afrika, çok kültür ve çok dili bulunduran bir bölge. Bu köyde yaşayan halkın kullandığı dil ile köye gelen diğer yerli halkın dili farklıymış.  

Yapılacak işlemleri anlatmak için köyden her iki dili de bilen birisini tercüman seçtiler. Programın bir yerinde, “Az sonra Namaz kılacağız” denildi. Tercüman, bunu duyunca;  “Ah! İşte ben, şimdi hapı yuttum. Böyle bir kelime, bizim lisanımızda ve dünyamızda hiç yok. Ben, bunu nasıl tercüme edeceğim?” diye dert yandı. Sanıyorum tercümede de çok zorlandı. Çünkü uzun süre kendi yaptıklarına da gülerek, el- kol hareketleriyle bir şeyler anlatmaya çalıştı.

İlk kez durdukları safta gülmeleri onların namazını bozmamıştır sanırım. Siz yaşlarını sormayın. Böylesi heyecan verici bir toplulukta kemle-i şehadet getirip namaza duran bir adamın yaşını iman sıfır noktası olarak alır ve saat yeni yazmaya başlar.

 Biz, rahat bir ortamda, çalışmadan ve gayret etmeden bir miras gibi bulduğumuz İslam’ı sadece tartışmalarda tüketiyoruz. Eskiden Cami kürsüleri ilmi münazara mekânları olarak kullanılırdı. Şimdi klavyenin başına oturmak ve sosyal medyadan ahkâmlar kesmek, çok kolay ve heyecan verici… Hele bir de beğeni almış ve arada gaz verenler çıkmışsa… Bizim bu tartışmalarla kaç kişi alnını secdeye koymuştur, kimin gözünü haramdan sakındırmıştır, hangi dili gıybetten uzağa kaçırmıştır… Bunları önemseyen bir söylem yok meal-esef.

Aslında tartışmanın asıl figüranları, unutulan değil de unutanlar olmalı bence… Müslümanların aralarındaki sığ çekişmelere kurban giden bunca insan varken, onlar bilmem hangi kara kaplı kitabın dipnotundaki unutulmuş bir bilgiyle muarızını vuradursun…

 

Hatta bu tartışmalarda cümleler, ne kadar iğneli olursa o kadar da iyidir. Kazananın olmadığı, şeytanın büyük bir hevesle takip ettiği bu tartışmalar ekranların dışına taşmıyor. Hele unutulanları hiç bulmuyor. Tabi bu tartışmaların hedef kitlesi unutulanlar değil tabi ki…

İnşallah cennet beklediğimiz mahşer yerinde bizi de unutuvermezler. “Önce yarım kalmış tartışmaları bitirin, sonra hak ettiğiniz yere alınacaksınız!” diye… 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.